Ben Hicaz’da olsaydım buraya gelirdim

Asrın müceddidi Said Nursî’yi  Van’dan  Anadoluya sürgün etmek istediklerinde, Van’ın ileri gelenleri, götürmeyi teklif etiği Hicaz’a gitmedi. Konumuzla ilgili Salih Özcan ağabey de şöyle anlatıyor.

1952 yılında Pakistan Eğitim Bakan Yardımcısı Ali Ekber Şah  Türkiye’ye ziyarette bulunur. Bu ziyaret üzerine, Maarif Vekili Tevfik İleri  misafir ile ilgilenmek  üzere  Salih Özcan ağabeye haber verir. Misafirin Bediüzzaman hazretlerini ziyaret etmek istediğini ve bu konuda  da  kendisine yardımcı olmalarını ister. Ziyaretin gizli tutulmasını da tembihler.

Mehmet Gemalmaz ile birlikte Ali Ekber Şah’ı alarak Emirdağ’a gider. Bediüzzaman hazretleri Pakistanlı misafirine özel ilgi gösterir. Bediüzzaman Risale-i Nur ve İslâm dünyası hakkında  düşüncelerini aktarır. Ali Ekber Şah talebeliğe  kabul edilmesini rıca edince. Bediüzzaman “Seni yirmi senelik kardaşlığa kabul ediyorum.” der. Ali Ekber Şah  Bediüzzaman’ı Pakistana davet eder. orada her türlü  imkânın sağlanacağı taahhüdünde bulunur. Radyo istasyonu ve  matbaanın tahsis edileceğini söyler.

Bediüzzaman ise  “Kardaşım, Ali Ekber Şah! Bu hizmetleri  göğüs göğüse  yapmak  icap ediyor. Siperin arkasında  hizmet olmaz. Esas hastalık burada başladı. Ben Mekke’de de olsam  buraya gelirdim. Asıl hizmet  buradadır, cephe buradadır.1,

Bediüzzaman hazretleri sürgünü göze alarak ne Hicaz’a, ne de Pakistan’a gitmedi. “Ben Hicaz’da olsaydım buraya gelirdim.” diyerek  vatan tercihini Anadolu’dan yana kullandı. Çünkü onun iki gâyesi vardı, biri ve en önemlisi  “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş  hükmünde olduğunu  âleme ispat etmek” 2. Bir diğeri ise  “Bin senedir İslâm’ın bayraktarlığını yapan” bu milletle birlikte kalmaktı.

Said Nursî Hazretleri ayni zamanda  eserlerini de lisan-ı milliyi yani  Osmanlı Türkçesi ile  yazdı. Çünkü “Bir milletin mizacı, o milletin hissiyatının menşei olduğu gibi, Lisân-ı millîsi de hissiyatının ma’kesidir.3

Bediüzzaman hazretleri bu ifadeyle “her milletin ana dili, karakter ve mizacının bir  yansımasıdır.”diyor.  Yani  milli  karakterler  dilde sembolleşip ortak hale geliyor. Risale-i Nur’ları Türkçe yazdırılması, Anadolu’da  milli dilin Türkçe olduğunu  ima etmiş ve  sair diller ise Türkçe dilin ikame ve idaresinde kalacağını vurgulamıştır.

Şunu da ifade edeyim ki her her milletin  kendi ana dilini özgürce  kullanması tabi haklarıdır. Ana dil hiçbir sürette inhisar altına alınamaz. yalnız, İslâm milletinin ana dili ve ibadet dili de, Kur’ân dili Arapçadır. Ne yazık ki dilimizi de dinimizi de inhisar altına alan zihniyet  ağır baskı altına alınan âlimler, yazarlar, fikir ve düşünce adamları ya kendi saflarında görmek istediler veya memleketi terketmek zorunda kaldılar.

İşte,“Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok” 4,.diyen Said Nursî Hazretleri  memleketini terketmedi, İmansızlık cereyanı ile vefatına kadar mücadele etti….

Bediüzzaman, İsparta kahramanları ile eserlerini telif etmeye başladı. İşte bir kahramanın  tarihe geçen serencamı:

Sıddıkıyet dersini Ebubekir-i sıdıktan, terbiyeyi Hazreti  Osman’dan alan  Sıddık Süleyman ağabeyden, Bayram Yüksel ağabey  naklediyor: “Bir gün Üstadımıza  içimden dedim, “Biz yazıyoruz, biz okuyoruz. Üstad bu kadar  zahmeti niye çekiyor?” diye düşündüm. Böyle mülâhaza ediyordum. Üstad birden, “Kardaşım göreceksin ben  bunları bütün dünyaya okutacağım.” dedi.

Risale-ı Nur” Bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mü’cize-i Kur’âniyedir.” Bu anlamda insanlığa hitap eden Risale-i Nur’lar en sağlam şekliyle yazdırıldığı  için, bu gün yetmiş dünya diline çevrilmiştir. Cemil Meriç’ten bir alıntı ile yazımı bitirmek istiyorum.

“Risale-i Nurları okumadan ne Türk dili öğrenilebilir, ne de Türk düşüncesi öğrenilebilir. Risâle-i Nurlar bizim millî hazinelerimizdir.”5, vesselâm

Rüstem Garzanlı

06.08.2020

Dipnotlar:

  • Son ş S.238
  • Tarihçe-ı Hayat, ilk hayatı s. 51
  • Muhakemat s.122) diyor.
  • On altıncı Mek.5.Nokta. a.71
  • e.g. (Cemil Meriç.Mad.) s. 12