Bir Kur’an Ayeti ve İnsan Hakları /İbretli Bir Hukuk Dersi

Onların hakkına tecavüz edildiği zaman

hep birlikte yardımlaşarak haklarını alırlar.

(Şûrâ Sûresi, 42:39)

Allah’ın övdüğü kulların tanımları arasında yer alan bu âyet, bize birkaç yönden ibret dersleri sunuyor.

Bir taraftan baktığımızda, bu âyetten, Allah’ın mümin kullarına verdiği değeri anlıyoruz.

Bir başka açıdan baktığımızda, âyetin bize ciddî sorumluluklar yüklediğini görüyoruz.

Âyetin indiği zaman ve ortamı dikkate aldığımızda ise, büyük bir medeniyetin temelleriyle karşılaşıyoruz. Dünyanın gündemine ancak son zamanlarda yerleşen insan hakları kavramını, bu medeniyetin temellerine sağlam bir şekilde yerleştirilmiş buluyoruz.

Bu âyet ve onun içinde yer aldığı sûre, Mekke döneminde inen sûreler arasındadır. O dönemde insanlar, henüz aralarından birinin uğradığı haksızlığa cevap verebilecek, onun hakkını başkalarından alabilecek durumda değildiler. Ancak âyet onları böyle bir hedefe sevk etmektedir. “Bir olun, birlik olun, zulme boyun eğmeyin, içinizden kimsenin haksızlığa uğramasına meydan vermeyin” demektedir.

Âyet, aynı zamanda, Müslümanlara, “Hukukunuza bizzat siz sahip çıkın” öğütünde bulunarak, onlara bir izzet dersi de vermektedir. Zira bu âyette tanımı yapılan topluluk, başkalarından medet uman, başkalarının himayesine giren, başkalarına muhtaç olup onların önünde eğilen bir topluluk değil, kendi hukukuna sahip çıkan ve aralarından hiç kimsenin hakkını kimseye çiğnetmeyen bir topluluktur. Daha Mekke döneminde, işin başında iken, Müslümanların önüne böyle bir toplum modeli hedef olarak konulmuştur.

Müslümanlar o gün bütün dünyanın düşmanlığına muhatap olan bir avuç insandan ibaret iken, Kur’ân’ın onlara böyle bir bilinç aşılaması son derece ibretli bir durumdur. Çünkü bu bilinç, sonradan elde edilecek bir özellik değildir. Bu, izzet ve haysiyet sahibi insanların duruşudur ki, onların ileride elde edecekleri güçleri, böyle bir duruştan gelmektedir. “Hele bir güçlenelim; sonra izzetli bir topluluk oluruz” şeklindeki bir anlayışla böyle bir bilinç arasında taban tabana zıtlık vardır. Bunlardan biri gücünü inancından almakta, diğeri ise inancını gücüne bağlamaktadır.

Bu âyetin verdiği dersler arasında, insan haklarının İlâhî bir lütuf olduğu gerçeği de vardır. Birer insan olarak sahip olduğumuz her şey gibi, haklarımız da bize Âlemlerin Rabbi tarafından bağışlanmış bir emanettir. Ve biz, hayatımızı ve vücudumuzu korumak zorunda olduğumuz gibi, bu emaneti de korumak zorundayız. İlk asır Müslümanları bu dersi çok iyi aldıkları için kimse karşısında eğilmeyecek bir güç elde etmişler ve başlangıçta bir avuç yoksul insan iken, kısa zamanda bütün dünyaya medeniyet dersi verecek bir duruma gelmişlerdi. Kendi hukukunu başkalarının insafına terk etmiş olan bugünkü İslâm toplumlarının durumu ise, Kur’ân ile aralarındaki mesafeyi tek başına ortaya koymaya yetiyor!

Bu âyet-i kerime, bizi birer mümin olarak sorumluluklarımızı ciddî bir şekilde sorgulamaya sevk ediyor. Fakat bu sorumluluğu idrak edebilmek için, bir müminin Allah katındaki değerini dikkate almak gerekir.

Bir mümin demek, Yer ve Gökler Rabbine muhatap olmuş, Onun çağrısına cevap vermiş, Onun huzuruna kabul edilmiş, Onun tarafından kendisine önemli emanetler tevdi edilmiş bir insan demektir. O insan, artık, kendisine Yer ve Gökler Rabbi tarafından bağışlanmış bazı niteliklerin ve hakların sahibidir. Ve bu hakların, birer İlâhî nimet olarak baş üstünde tutulması, titizlikle korunması gerekmektedir.

İkinci olarak, bir mümin ile bütün bir müminler topluluğu arasında, hakların azizliği açısından bir fark yoktur. Biri ne kadar değerli ise, diğeri de o kadar değerlidir. Bütün bir topluluğun hukuku nasıl korunmaya lâyık ise, tek bir kişinin hukuku da o derece korunmaya lâyıktır. Onun için, âyet-i kerime, müminler topluluğuna, içlerindeki bireylerin herbirinin hukukunu koruma sorumluluğunu yüklemektedir. O topluluktan birinin hakkı çiğnendiği zaman bütün topluluğun hakkı çiğnenmiştir; hep beraber o hakkı alıncaya kadar, toplumun bütün bireyleri o tek bireyin hukukundan mesuldür.

İşte, Kur’ân bize güçlü bir toplum olmanın yolunu gösterirken, bir yandan da, bireylerin hukukunu bütün bir topluma ciddî bir sorumluluk halinde yüklüyor. Böylece, herbiri bütün bir toplum kadar aziz ve güçlü bireylerden meydana gelen güçlü ve sağlıklı bir toplum modelini hedef olarak önümüze koyuyor.

Ve, müminlere, el âlem karşısında başı dik, hukukunu bilen, izzet ve haysiyetine sahip çıkabilen bir topluluk olmanın, imanlarından gelen bir özellik olduğunu hatırlatıyor.

Ümit Şimşek – Zafer Dergisi