Bir Modern Zaman Evliyası: Zübeyir Gündüzalp

Halil Yürür’e göre Gündüzalp fenafillah makamındadır. Birçok kerametine şahit olur. Bir gün Kırklareli cemaatine sahabeleri anlatır. İstanbul’a döndüğünde Gündüzalp Kırklareli’nde anlattıklarının hepsini söyler. Halil hayretler içinde kalır: Allah tarafından sizin önünüzde dünyanın bir makinesi var da ona mı bakıyorsunuz. Yahu ağabey Kırklareli buraya 200 kilometre ötede… Nereden biliyorsun bunları? 
Bir gün sabah namazına kalkamaz. Bir ara ağzına ılık ılık bir şeylerin döküldüğünü hisseder. Gözünü açtığında Zübeyir’in cennetler bahşeden şefkatli gözleriyle karşılaşır. “O öyle bir insandır ki, namaza kalk bile demezdi. Akla kapı açar, ihtiyarı elden almazdı.”
Bir zaman Üstad, Zübeyir’e “Eğer seni dinlemezlerse bir dağa çekilirsin.” der. İhtimal ki o gün gelmiştir. Bir gün Zübeyir, Halil’e seslenir. “Eşyalarımı topla.” Eşyaları toplayıp bisiklete sarar. Çamlıca’daki eve giderler.  Burası iki odalı, küçük bir evdir. Yıllarca bu evde ikisi otururlar. Halil, ihtiyacı olduğunda haber vermesi için Zübeyir’in odasına bir zil taktırır. 
Bir ara geliri hizmetlerde kullanılmak üzere Zübeyir Gündüzalp adına “Kanaat Pres Atelyesi” ismiyle pres atelyesi açar. Bu ismi vermesinin nedeni “zengin olurum da, evlenmeye kalkarım sonra da hizmetten ayrılırım” korkusudur. 
DÜNYANIN TERK ETTİĞİ HALİL
Zübeyir, Üstaddan ayrı kalmaya dayanamayacağı için önce vefat etmek ister. Bu halini açıklayınca Üstad sırrı ifşa eder.  “Sen hemen ölmeyeceksin, azap çekeceksin, çile çekeceksin.” Halil, bunu bizzat Zübeyir’den işitir. Bir gece dersten çıkarlar.  Çamlıca’daki eve gideceklerdir. Saat gecenin biridir.  Zübeyir “Üsküdar Camisinde namaz kılalım.” der. Cami kapalıdır. Hava öyle soğuktur ki Halil tir tir titremektedirler. Dışarıda buz gibi muşamba üzerinde namaz kılacaklardır. Halil genç olmasına rağmen dayanacak gibi değildir. “Eve gidelim, sobayı yakalım, sıcacık yerde namazımızı kılalım…” diye iç geçirir. Ama emir büyük yerdendir. Buz gibi suyla abdest alırlar. Zübeyir imam, Halil cemaat olur, namaza dururlar. Namaz bitince Halil’e döner. “Kardeşim Halil, işte biz böyle sürüne, sürüne, sürüne öleceğiz.”  
Hizmet ehli ya dünyayı terk etmeli ya da o dünyayı terk etmeli. Bir gün Zübeyir, Halil’e seslenir. “Kardeşim dünya seni terk etmiş.” Bunu duyunca öyle üzülür ki adeta bayılıp tekrar dirilir. Epey sonra aklı başına gelir. İlk ziyaretinde Üstada verdiği sözü hatırlar. “Ben gençliğimi bu yolda geçireceğim.” Yıllar sonra da söyle diyecektir. “Dünya benimle barışmıyor. Dünya beni terk etmiş, küsmüş; ben dünyayı terk etseydim gidip barışacaktım. Ben dünyayı terk etmedim ki, o beni terk etmiş. Ben onu terk etseydim, dönüp, gelip barışırdım. O bizi terk edince yapacak bir şey yok… Bak kimse yok yanımızda şimdi. O yükü çekmek çok zor… Sizin şimdi gelmenizle ben bugün cennete girdim sanki. Yalnız ben şikâyetçi değilim kardeşim. Zübeyir ağabey bana “Sen kendini herkes gibi bilme” derdi. Bunu ben o zaman düşünüyordum hep, ama bir şey de anlamıyordum. Sonra sonra anladık ama kuvvet kalmadı… Bak Şimdi cebimde Haşir Risalesi var, onu okuyorum. Bir senedir ezberlemek için okuyorum…”
ZÜBEYİR DÜNYADAN GEÇİYOR
Bir gün Halil, Zübeyir’e “Ben senin emrinden de, yanından da ayrılmam; bizi ancak ölüm ayırır.” der. Gerçekten de vefatına kadar dokuz yıl öyle yaşarlar. Gündüzalp vefatından kısa süre önce rüyasında Üstadı görür. Halil’e anlatır. “Bir ormanlıkta Üstad Hazretleriyle geziyoruz… Bir anda kaybettim Üstadı. ‘Üstadım! Üstadım!’ diye uyandım.” Belli ki Üstad ‘bu hasretlik bitsin’ demiş, Zübeyir’i yanına çağırmıştır. 
Çağrıya cevap gelir. Zübeyir hastalanır. Süleymaniye’deki dershaneye götürürler. Halil kısa süreliğine dışarı çıkar. O arada Zübeyir daha da ağırlaşır. Halil’i çağırın, der. Geldiğinde ağabeyleri ağlarken bulur. Zübeyir dünyasını değiştirmiştir. Halil çözülür, ağlamaya başlar. Kendini yerlere atar. Dile kolay dokuz yıl aynı evi paylaşmışlardır. Halil’in iki canı vardır. Biri Bediüzzaman, diğeri Zübeyir. O gün ikinci canı da çıkar. O günden sonra dünyada cansız ceset gibi dolaşır, çile çeker.   
Zübeyir’le Halil’in bu bağını bilen ağabeyler Halil’e Gündüzalp’in kabrinin defnedileceği yeri söyleyip söylemediğini sorarlar. Halil de  “Bizim kabrimiz İstanbul’dadır.” dediğini söyler. Bunun üzerine Eyüp Sultan’a defnederler. Halil, Gündüzalp’i kabre indirir. Emaneti emin ellere, Üstada teslim eder.
MUSTAFA ORAL

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: