Bir Narsistin Çocuğu Olmak

‘İnsan bir yerde var olamadığında, bir başka yerde abartılı bir biçimde belirebilen bir varlıktır’ der Engin Geçtan…

Hayatın ilk yıllarında annesi ve babası tarafından sağlıklı ve yeterli bir şekilde sevilmeyen, sıcak ve samimi duygusal ilişki kurulmayan çocuklar büyüdüklerinde, hep bu boşluğu doldurmak istercesine davranırlar. O koca boşluk abartılı davranışlarla, sahte sunumlarla ve şişmiş benliklerle doldurulmaya ve doyurulmaya çalışılır.

Gerçekten yaşanamayan her şey, sahtesiyle karşılanmaya çalışılır. Sahte gösterilerle satın alınmaya uğraşılır. Bu da abartılı ve samimi olmayan ilişki kurma çabalarına dönüşür.

Kabul edilme ve sahiden sevilme ihtiyacı öylesine gereklidir ki, bundan yoksun kalmak, hayat boyu telafi etmeye yönelik davranışlara götürür insanı…

Narsisistik çağın, narsisistik anne babaları olmak…

Narsisistik bir süreçte büyümeye çalışmak, hayatı öğrenmek…

Sanırım öncelikle bu kişilik bozukluğunu tanımlayarak işe başlamak gerekiyor…

Narsist kişilik yapısındaki insanlar kendilerine hayran, kendine âşık diyebileceğimiz bir yapıya sahiptir. Karşısındaki insanı ve duygularını göremez, onun duygularını hissedemez ve anlayamazlar. Empati kurmak onlar için neredeyse imkânsızdır. Onunla konuşurken, kendinizi anlatmaya çalışırken, bazen bir duvara konuşuyormuş gibi hissedersiniz. Bazen bir duvara konuşmak bile, anlaşılmak adına daha ümit verici gelebilir.

Bir narsist, yaşadığı her şeyi kendi benliğini beslemek için kullanır. Şişmiş benliğinin altında, ciddi özgüven sorunu yaşayan, değersizlik duygusuna çok kolay kapılabilen, depresyona yatkın küçük bir çocuk oturur. Tüm çabası o zayıf tarafının görünmemesi üzerinedir. Bu yüzden de hep parlak ve gösterişli bir kişilik sunmaya çalışır. Eleştiriye hiç açık değildir. Hep övülmek ve pohpohlanmak ister. Kritik edildiğinde ve eleştirildiğinde hırçınlaşır, karşısındakinin canını acıtır, incitir, üzer.

Karşılıksız sevmeyi beceremezler. Gerçek ve samimi bir sevgi görmeden büyütüldükleri için, çevresinde onu seven insanların duygularını da kendi benliğini beslemek için kullanır.

Narsistin mazisi olmaz, yani yaşadıklarından ders almaz, kendini değerlendirmez, hatalarını fark etmez. Narsistin yüce hataları olur sadece… “Benim hatam sadece ona güvenmekti” diye düşünür. Başka bir sorumluluk ve hata da kabul etmez.

Benliğini besleyecek insanları sürekli kontrol altında tutmak ister. Beğenilme ve değerli olma duygusunu yaşatabilecek insanları ve onların duygularını kontrol altına almaya çalışır. Kendilerinin özgürleşmesine, özgürce davranmalarına, karar almalarına tahammülleri yoktur. Kendini görmek için kullandığı aynaların kendisinden bağımsızlaşmasına öfkeli tepkiler verirler. Bu yüzden de çevresindeki insanları kendilerine bağımlı edecek ilişkiler kurmaya çalışırlar.

Genellikle çevrelerinde kendisi de onaylanma ve değerli olma ihtiyacı olan insanlar bulunur. Narsist kendini kutsayacak kişiye başlangıçta çok iyi davranır. Zekice bir tutumla onun duymak istediği, zaafı ve ihtiyacı olan kelimeleri söyleyerek onu kendisine bağlamayı başarır. Fakat ilişkinin ilerleyen zamanlarında öylesine kendini yaşar ve öylesine kendine yönelik davranır ki, karşısındaki, onun yanında varlığını hissedemez olur. Onun gözünde kendi yokluğunu fark eder. Bu ise insanın çok kolay anlayacağı, adını koyabileceği bir durum değildir. Tanımlayana kadar, zaten yeterince zarar görmüş olur…

Varlık ve hiçlik arasında gidip gelirsin bu ilişkide…

Bir narsistin eşi olmak ve bu kişiyle evliliği sürdürmek kadar, bir narsisistin çocuğu olmak da zordur. Kişilik bozuklukları ve patolojik kişilik özellikleri, hayatımızda önemli bir yeri olan, dokunulmaz makamlara sahip olan insanlara ait olduğunda bunu anlamak ve tanımlamak, hatta kabullenmek daha da zordur.

Anne baba, çocuğun kalbinde kutsal bir yere sahiptir. Çok fazla sorgulamadığımız, kendimizi çok kolay suçlu hissedebileceğimiz bir ilişki tarzıdır, anne baba çocuk ilişkisi… Anne babanın her zaman doğru olanı ve çocuklarının hayrına olanı yapacağına dair ön kabulümüz, sanki onları tüm ruhsal hastalıklardan ve patolojik kişilik özelliklerinden azat eder.

Anne babasıyla sorunlar yaşayan, aklı başında birçok genç nasıl davranacağını bilemez. Onları hem kırmamak gayreti hem de kendi kişiliğini ve kulluğunu yaşama arzusu arasında kalır. Narsistik kişilik özellikleri taşıyan ebeveyni ile sağlıklı ilişki kuramaz. Tamamıyla onun istediği gibi olsa, kendi hayatından ve kararlarından vazgeçmesi gerektiğini hisseder. Bazen öyle olur ki, bu sorunu yaşadığı ebeveyninin istediğini yaparsa evliliğinden bile vazgeçmesi gerekecektir.

“Doğru nedir?” diye düşünür…

Onu kırmanın yanlış olduğunu ve bunun manevi sorumluluğunun sonucu olarak her an bir cezalandırma korkusuyla yaşar. Öyle çelişkili bir durumdur ki bu, genç doğruyu kaçırdığını hisseder. Kendisi de sağlıklı ve samimi bir sevgiyle büyütülmediği için hem bunun yoksunluğunu, acısını, öfkesini yaşarken bir taraftan da doğru davranmaya çalışmanın ağırlığını yaşar.

Kendinden, kimliğinden ve tercihlerinden vazgeçmediğin sürece bir narsisistle anlaşmak neredeyse imkânsızdır. Onun varlığını kutsamadığın sürece seni siler, atar. Beslemediğin zaman, sen de yok olursun. Yaptıklarının ve geçmişe dair verdiklerinin hiçbir kıymeti kalmaz. Mazinin bir anlamı olmaz. Narsist için her doğan gün, yeni bir gündür. Her gün yeniden doğar. Yeni bir kimlikle ve şişmiş bir benlikle tekrar yeni hayranlar aramaya başlar. Sağlıklı ilişki kurmanın, yürekten sevmenin ve sevilmenin zor olduğu bu ilişki tarzı, en çok da çocuk ebeveyn ilişkisinde problemlidir.

Sevgi arzusundaki çocuk, kaç yaşına gelirse gelsin bu ihtiyacını karşılamaya çalışır.  Her boşluk yanlış ya da doğru bir şekilde tamamlanmaya çalışılır. Narsist bir ebeveynin çocuğu küçük yaştan itibaren sıcak ve doyurucu bir şekilde alamadığı sevginin hesabını sormak isterken, aynı zamanda da hala onaylanma arzusu taşıdığı için onların istediği gibi davranmaya çalışır. Bu çelişki onu adeta öldürür. Hem öfkelidir, beni sevmedi diye… Hem de hala küçük bir çocuk gibi değerli olmaya, takdir edilmeye uğraşır. Bu dengesizlik onu da, enerjisi de tüketir.

İşte bu durumda ve arafta kalan birçok genç insan nasıl davranmalıdır? Hem kırmadan, hem de kendi hikâyesini, kulluğunu ve imtihanını yaşayabilmek için nasıl düşünmelidir?

Öncelikle kendi ihtiyaçlarını ve zaaflarını fark ederek işe başlayabilir. “Benim değerli olma, sevilme, kabul edilme ve onaylanma anlamında yaralarım, boşluklarım var. Bu yüzden de, bunları telafi etme pahasına doğruyu ve kendi kararlarımı yaşama özgürlüğümden vazgeçiyorum. Büyümem ve yetişkin gibi davranmam gereken yerlerde, sırf onaylanma ve sevilme ihtiyacım yüzünden küçük bir çocuk gibi davranabiliyorum. Oysa büyümem için, ruhumun özgürleşmesi için tüm hastalıklı bağımlılıklarımdan azat olmam gerekiyor. Bunu yaparken de kırıp dökmem gerekmiyor, sessizce ve kararlı bir basiretle de başarabilirim bunu… Beni Yaratana, O’nun onaylamasına, değerli bulmasına, asıl ihtiyaç duyduğuma karşı ihtiyaçlarımı sunarsam eğer, eminim ki O gerçek bir ebeveynin karşılaması gereken birçok duygunun ve ihtiyacın gerçek sahibi olarak daha çok sevindirecektir kulunu… Gerçek seven ve değerli kılan, beni de sevgisiyle güçlendirecektir. Bundan eminim…”

 Gizli açık tüm ihtiyaçları karşılayanın gerçek merhametine sığınmak, insanı sükûnetle güçlendirir…

Banu Yaşar

Zafer Dergisi