Bir Râfızî Hadîse Yanlış Mana Verdi Diye Hadîs İnkar Edilmez

Hadis ilmi ayrı bir meslek ve müstakil sahadır. O sahada, hüneri ve melekesi olmayanın bazı hadisleri inkâr etmesi internette veya televizyonlarda bahis konusu yapması hikmet ve hakikata uygun olmaz. Selef-i salihin, hadislerin kısımlarını, sahihlerini ve zayıflarını, meşhur, mütevatir, müteşabih gibi mertebelerini birbirinden ayırmak için birçok külli kaide tespit etmişlerdir. Bunların tümüne birden “Usul-u Hadis” denilmiştir. Usul-u Hadis, başlı başına bir ilimdir. “Hadislerin zamanında gerekli değerlendirmeleri yapılmış; sahih olanlar olmayanlardan ayrılmış; kendileriyle amel meselesinde her nevi hadis için bir değer ölçüsü konulmuş; fakihler onlardan gerektiği şekilde hüküm çıkarmışlardır. Artık Müslümanlara düşen, fıkıh kitaplarında hazır hale getirilen malzeme ile amel etmektir.”

Hadislerin sıhhati hakkında Bediüzzaman, şu tespitlerde bulunmuştur:

“Sahabelerin ellerinden, binler Tabiînin muhakkikleri el atıp almışlar; sağlam olarak ikinci asır müçtehitlerinin ellerine vermişler. Onlar da, kemal-i ciddiyetle ve hürmetle el atıp, kabul edip, arkalarındaki asrın muhakkiklerinin ellerine vermişler. Her tabaka, binler kuvvetli ellerden geçip, gele gele tâ asrımıza gelmiş. Hem Asr-ı Saadette yazılan Kütüb-ü Ehadîseye sağlam olarak devredilip, tâ Buhari ve Müslim gibi ilm-i hadîsin dahî imamlarının eline geçmiş. Onlar da, kemal-i tahkik ile meratibini tefrik ederek, sıhhati şüphesiz olanları cem’ederek bize ders vermişler, takdim etmişler.

Zaten Sahabeden sonra Tâbiînin eline geçtiği vakit, tevatür suretini alır. Hususan Buhari, Müslim, İbn-i Hibban, Tirmizî gibi kütüb-ü sahiha; tâ zaman-ı sahabeye kadar, o yolu o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar ki, meselâ Buhari’de görmek, aynı sahabeden işitmek gibidir. (Mektubat sh.129 )

Tarihin şehadetiyle sabittir ki, mazide olduğu gibi Peygamberimize yalan isnad edenler, hadis uyduranlar bugün de, yarın da çıkabilir. Ancak usûl-u hadis ilminin koyduğu kaideler birer miyar ve mihenk taşıdır ki, altını bakırdan, hakkı batıldan temyiz eder.

Bediüzzaman der ki “İnsaf ediniz. Bir râfızî bir hadîse yanlış mana verse veya yanlış amel etse; acaba hadîsi inkâr etmek mi lâzımdır, yoksa o râfızîyi tahtie edip namus-u hadîsi muhafaza etmek mi lâzımdır? Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun”.(Münazarat- Bediüzzaman)

Şimdi gelelim günümüze ve yapılan ciddi ve büyük yanlışlara bir bakalım. Öncelikle, meydana gelmiş ve zuhura çıkmış olaylardan yola çıkarak hadisleri yorumlamak ayıp ve günah olmadığı gibi hadislerin hak ve hakikat olduğuna ayrı bir letafet katmaktadır. Aynı zamanda peygamber Efendimizin (asm) mucizesine bir delil teşkil etmektedir. Kuran’da ismen geçmese dahi MehdiDeccal, Süfyan ve ahirzaman hadiseleri ile ilgili olayları hadislerin ışığında değerlendiren insanlara hücum edenler yaptıkları hatayı anlamaları kendileri için çok önemlidir. Zira günümüzü hadislerin ışığı ile aydınlatmaya çalışan insanlara karşı kul hakkı doğmaktadır. Teşekkür yerine hakaret etmek kişiyi kurtarmaz, bilakis mesul ve sorumlu yapar.

Hadislerle ilgili yazı ve yorumları okuyanlar her şeyi kabul etmek zorunda olmadığı gibi karşı çıkmak zorunda da değildir. Çünkü İslam’a ve onun emirlerine aykırı bir durum söz konusu değildir. Nihayetinde olmuş olaylar ve zuhura gelmiş hadiselerle ilgili olarak, hadislerin ışığında yorum yapılmaktadır.

La ya’lemul gaybe İllallah– Gaybı Allah’tan başkası bilemez” ayetine hürmetsizlik de yoktur. Zira gayptan ve gelecekten de haber verilmemektedir. Zuhura çıkmış olaylar ayet ve hadislerin ışığı altında  değerlendirilmektedir. Bu sayede Kuran’a ve hadislere dikkat çekilmekte, önemini bir vesile ile hatırlatmak söz konusu olmaktadır. Bunlara karşı çıkmanın anlamı ve mantığı yoktur.

Kur’anı öğrenmek için hadis okumak gereklidir. Zira Kur’an-ı Kerim’de:

“O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihdir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” (Âl-i İmran Suresi – 7)

İslâm tarihinde çözülmelerin yaşandığı ve Kur’ân ruhundan uzaklaşıldığı zamanlar âlimler çıkış yolunu Sünnetin içinde aramışlar ve orada da bulmuşlardır. Çünkü Kur’ân’ı en iyi anlatan şüphesiz Peygamberdir (asm). İşte Hadis ve Sünnet konusunda uzman olan zat, bu yolu anlatıyor ve hadisleri tefsir açısından değerlendirmektedir. Bilindiği gibi Prof. İbrahim Canan, ilâhiyat camiasında birçok ilim adamının yetişmesine vesile olmuş bulunmaktadır. Bu arada Sünnetle ilgili birçok eser yazmış ve özellikle Kütüb-i Sitte gibi büyük bir hadis külliyatını tercüme ederek milletimize Peygamber çizgisini anlatmıştır.

İslâm âlimlerinin hepsi, Kur’ân’ı açıklamada Peygamber (a.s.m.)’ın sünnetini birinci kaynak olarak görmüşlerdir. Bunun dayandığı bir gerçek var mıdır?

Evet, peygamberlik görevi sadece Kur’ân’ı getirmekle bitmez; onu açıklamak, izah etmek ve nasıl tatbik edileceğini göstermek, onun görev sınırları içindedir. Meselâ şu âyetler onun İlâhî görevlerinden bir kısmını belirmektedir:

Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz kendi kavminin lisanıyla gönderdik.” (İbrahim Sûresi,14-4)

O kimseler ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıflarını yazılı buldukları ümmî peygamber olan Resulullah’a uyarlar. O peygamber ise kendilerini iyiliğe sevk edip kötülükten sakındırır; temiz ve güzel nimetleri onlara helâl, habis olanları ise haram kılar; daha önce kendilerine yüklediğimiz ağır yükleri ve üzerlerindeki bağları onlardan kaldırır. İşte ona îmân eden, ona hürmet eden, düşmanlarına karşı ona yardımda bulunan ve onunla indirilmiş olan nura uyanlar, kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir.” (A’raf Sûresi, 7-157)

Allah ve Resulü bir meselede hükmünü verdiği zaman, bir mü’min erkeğin yahut bir mü’min kadının artık işlerinde başka bir yolu seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüştür.” (Ahzab Sûresi, 33-36)

Hayır! Rabbine and olsun ki, onlar, aralarındaki anlaşmazlıklar için senin hükmüne müracaat edip, sonra da verdiğin hükme gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle râzı olup uymadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa Sûresi, 4-65)

Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Kim bundan yüz çevirirse, seni öylelerinin üzerine muhâfız olarak göndermedik; sen ancak doğru yolu gösterip tebliğ etmekle mükellefsin.“(Nisa, 4-80)

Peygamber size ne emretmişse alın, neyi yasaklamışsa ondan da kaçının. Allah’tan korkun. Muhakkak ki Allah’ın azâbı pek şiddetlidir.“(Haşir Sûresi, 59-7)

De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir” (Âl-i İmran Sûresi, 3-31)

Evet, buna benzer daha nice âyetlerden Peygamberimizin (a.s.m.) çok çeşitli görevleri olduğunu anlıyoruz.

Kur’ân-ı Kerim, insanları Peygamberimize (asm) yöneltir ve “Onun getirdiğini alın, onun yasakladıklarından kaçının” emrini verir. Kısaca Kur’ân’dan sonra en önemli ikinci kaynak hadis-i şeriflerdir. Bu hususa dair ayetler çoktur devamlı şekilde Peygamberimiz nazara verilmektedir. İşte Kuran’ı esas almak lazım diyerek hadisleri inkar edenler bu noktada çaresiz kalmaktadır. Demek ki maksatları Allah’ın rızası değil emir aldıkları üst akıl her kim ise ona hizmet etmektir. Allah, ıslah etsin, başka ne söylenebilir ki?

Bir Sahabî diyor ki: “Ben Resulullah’tan (asm) her duyduğumu yazardım. Bana dediler ki, “Resulullah da bir insandır. Bazan öfkeli halde konuşur, bazan sükûn halinde konuşur. Her şeyini yazmak doğru değildir”. Bunun üzerine vazgeçtim. Ama duyduklarım aklımda kalmaz hale geldi. Onun için yine gidip durumu Fahr-i Kâinat Muhammed-i Arabi’ye (asm) anlattım. “Yâ Resulallah, senden güzel şeyler işitiyor ve bunları yazıyordum. Fakat Ensar böyle böyle söyledi. Bunun üzerine vazgeçtim. Ama şimdi yazmayınca da rahatsızım, ne yapayım?’ dedim. Rasulullah mübarek ağzını göstererek ‘Bundan haktan başka birşey çıkmaz, yaz‘ buyurdu.”

Enes (r.a.) çok hadis rivayet edenlerin arasında yer alır ve Müksirûn (Çok teksir eden çoğaltan) denilen yedi kişiden biridir. Müstedrek’te bir hadiste Hz. Enes diyor ki: “Ben Resulullah’tan gündüzleri hadis yazar, geceleri tashih etmesi için ona okurdum.” Yani, Peygamberimiz onun yazdıklarını düzeltiveriyor. Ondan sonra hadis ilminde talebelerin öğrendiği hadisleri hocalara götürüp okuması, arz etmesi söz konusu olmuştur. Talebe yazdığını, ezberlediğini hocanın önünde okur, hoca onu tashih ederdi ve öyle icazet alınırdı. İşte bu nedenle bütün hadislere bir manada Kur’ân tefsiridir diyebiliriz.

Evet. Peygamberimiz (a.s.m.) yaşayışı ile Kur’ân-ı Kerimi uygulamaya dökmüş fiilen yaşamıştır. Kur’ân’ın insanlardan istediği ideal hayat tarzı ve şekli Peygamberimiz’de (asm) kendini göstermektedir. Bunu eğer kulluk noktasından ele alırsak, Allah’a karşı kulluğumuzun nasıl olması gerektiğini en mükemmel şekilde Peygamberimiz göstermiştir.

Keza ibadetlerin hepsini Peygamberimiz (asm) en mükemmel şekilde yerine getirmiştir. Peygamberimizin kulluğu, Kur’ân-ı Kerim’in bizden istediği kulluğun en mükemmel şeklidir. İnsanlarla ve komşularıyla olan münasebetlerimizden tutun, eşler arasındaki ilişkilere kadar bütün hususları hadis-i şeriflerden öğrenebiliyoruz. Çocuk terbiyesini, çocuklara karşı nasıl davranılması gerektiğini dahi O’ndan öğrenebiliriz.

Demek ki Peygamberimiz (a.s.m.) bütün hayatının her safhasında, her kesitinde, her karesinde en güzel örnek olarak Kur’ân-ı Kerimin idealini temsil etmiştir, yaşamıştır, göstermiştir. Müslümanlar bunu imkânları nispetinde hadis ilmi sayesinde anlayarak öğrenebilirler. İnkar edenler ise nasipsiz kalacaktır, elbette.

Hz. Ayşe, Peygamberimizin ahlakını “Onun ahlâkı Kur’ân ahlâkıydı” diye ifade etmiştir. Peygamberimiz ahlâk yönüyle de Kur’ân-ı Kerimin ahlâkını şerh etmiştir, fiile dökmüştür. Onun her sözü, her fiili ve her davranışı, Kur’ân-ı Kerimin ruhunu yansıtmaktadır.

Muhammed-i Arabi’nin (a.s.m.) nübüvvet yani peygamberlikle ilgili çok çeşitli vazifeleri vardır ve Allah’ın emri ve izni ile bunları yerine getirmiştir. Günümüzde çok tartışılan konularla ilgili olan birkaç tanesini dile getirelim:

  • Peygamber Efendimiz (asm), kısa, özet, mecaz ve teşbih şeklinde olan Kuran ayetlerini açıklamakla görevlidir. Meselâ Kur’ân “Namaz kılın” diyor, ama namaz nasıl kılınacaktır? “Rükû ve secde edin” emrine nasıl uyulacaktır. Malumunuz Hindu’lar da secde edip serfüru ediyorlar. Rükû ve secdenin nasıl yapılacağına dair açıklamalar yoktur.

İşte tam bu noktada hadisler ve sünnet devreye girmektedir. Peygamber efendimizin (asm) tutum davranış ve hareketleri bizim namaz gibi en önemli ibadeti nasıl yapacağımızı bize göstermektedir. Bir hadiste “Ben nasıl namaz kılıyorsam öyle kılın” diyerek âyet-i kerimeyi şekil ve muhteva olarak açıklamakta ve nasıl tatbik edilebileceğini göstermektedir. Namaz,oruç, zekât, hac gibi Kur’ân-ı Kerimde mücmel (özet) olarak gelip açıklanmayan emirler fiili olarak gösterilmiş ve tatbik edilmiştir.

  • Peygamber Efendimizin (asm), anlaşılması zor olan âyetleri açıklamıştır. Meselâ âyet-i kerime de, “Onlara karşı gücünüzün yettiği her türlü kuvveti ve cihad için ayrılıp eğitilmiş atları hazır tutun ki, onunla Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve bunlardan başka sizin bilemediğiniz, fakat Allah’ın bildiği düşmanlarınızı korkutasınız” (Enfâl Sûresi, 8-60) buyruluyor. Bu ayette “Kuvvet ve savaş atlarını hazır bulundurun” tabiri geçiyor. Sahabe “Kuvvet nedir?” diye sormuş cevaben “Bilin, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır” diye üç defa tekrar etmiştir. Her devrin değişen atma vasıtalarına süratle, vakit kaybetmeden ayak uydurmamızı emir buyurmuştur. Bugünkü savaşlarda dahi menzili yüksek, tahrip kabiliyeti güçlü ve isabetli olan silahlar öne çıkmakta, ister güdümlü mermiler, ister atıldığı platform, ister gemi, ister uçak olsun önem kazanmaktadır. İşte atış üstünlüğünü ifade eden Kuran ayetlerini bu ve benzer hadis-i şeriflerden anlayabiliriz.
  • Kur’ân-ı Kerim’in, sınırsız ve genel ifadeli olan âyetlerine açıklama getirmektedir. Örneğin “Allah alışverişi helâl, faizi ise haram kıldı” (Bakara Sûresi, 2-275) buyuruyor. Bu âyet-i kerimeye göre her şeyin alışverişi helâldir. Fakat hadislerle ve diğer âyet-i kerimeler ile bu ayetin hudutları çizilmiş domuz ve içkinin alışverişine yasak getirilmiştir. Demek ki meşru alışverişin sınırları hadislerle belirlenmiştir.
  • Anlaşılması için izah gereken ayetler cevaplandırılmıştır: Mesela: “İman eden ve imanlarına zulüm bulaştırmamış olanlar—korkudan emin olmak işte onların hakkıdır ve doğru yola eriştirilenler de onlardır.” (En’am Sûresi, 6-82) Sahabe bu âyet gelince telâşlanıp sormuşlar: “Hepimiz nefsimize zulmediyoruz. Ya Resulallah, bizde zulme düşmeyen var mı?” Peygamber (a.s.m.) “Şirk pek büyük bir zulümdür” âyetini hatırlatarak buradaki zulmün şirk olduğunu açıklamıştır. Dolayısıyla bu neviden olan Kur’ân-ı Kerimdeki anlaşılması zor olan âyetler açıklanmıştır.
  • Kur’ân’da önemli olan bazı meseleler ayrıca Peygamberimiz tarafından tekrar edilerek teyit ve te’kid edilmiştir. Böylece onun daha iyi anlaşılması sağlanmıştır. Bu da bu sadette söylenebilir.

Bu sayılan hususlardan başkaları da dile getirebiliriz. Bu hamur çok su götürür. Şimdilik bu konuya son verelim, vesselam…

Vehbi Kara

Nurdanhaber – Haber Merkezi