Bir topaçtan bile alınabilecek hakikat dersi vardır

Prof. Dr. Mustafa NUTKU

İnsanın akıl, idrak melekelerini iyi ve yerinde kullanmasının; hayatını iyi yaşamanın şuuruna ermiş olarak yaşamasının bir icabı da, içinde yaşadığı ve kendisi de onun bir parçası olduğu bu “kâinat kitabı”nı okumaya çalışması, onu iyi müşahede ile tefekkür etmesidir.

İnsanların içinde yüzdüğü, onu bir sel gibi önüne katmış bir sona (ve o son ile başka bir başlangıca) doğru sürükleyen, kendisi görülmeden varlığını kabul ettiren, gecelerin gündüzlere, gündüzlerin de gecelere uzayarak ve kısalarak ard arda değişmeleriyle, insanlara çok esrarengiz gibi gözüken bir “zaman” mefhumu vardır.

Akışı bir bakıma, gençlerdeki gelişme ve yaşlılardaki yıpranma seyri ile müşahede edilebilen, “zaman.”

Bazılarının geçirmeye ve bazılarının da geçirmemeye ve her dakikasını değerlendirmeye çalıştığı, “zaman.”

Bazılarının, bir buldozerin paleti önündeki toprak yığınları gibi önünde  şuursuzca sürüklendiği; bazılarının ise, “kâinatın mümtaz misafirleri” sıfatlarıyla fildişi taht-ı revanlarla ebedî cennet köşklerine doğru içinde seyran ettiği ”zaman.”

Ölçü aletlerine göre hep aynı olsa da; bazılarına çok kısa, bazılarına ise çok uzun gibi gelebilen ”zaman.”

İnsanların ekseriya, onu ezelden ebede doğru uzanan düzgün bir hat üzerinde bir noktanın hareketi gibi zannetmesine rağmen; aslında  küçük bir  zerreden büyük bir gezegene ve yıldıza kadar çeşitli varlıklarda, kapalı yörüngeler içinde döne döne devrini tamamlamaya çalışan, ”zaman.”

Günlerin kısalması ve uzaması, gece ve gündüz, mevsimler  olmasaydı zamanın akışını fark etmek belki de daha güç olurdu. Dünyanın 23 derece 27 dakikalık açısal eğimle kendi ekseninde ve güneş etrafında dönme hareketiyle ard arda gelen günlerin kısalmasını ve uzamasını, geceleri, gündüzleri,  mevsimlerin birbirini takip etmesini dünya hayatları esnasında mükerrer olarak görüp yaşadığı halde, “zamandan çok gafil” olan insanların bu halleri çok ibret verici değil midir?

İnsanlar dünya hayatlarında sanki zaman denizi içindeymiş gibi ve dünya hayatları esnasında onun dışında olmak, insanlar için hiç söz konusu bile değil. Onların bu hâli bir şairimizin “Ol mâhiler ki, deniz içredürler; denizi bilmezler” (O balıklar ki, denizin içindedirler; denizi bilmezler) sözlerini hatırlatıyor.

Fakat zaman denizi içindeki insanlar -balıkların denizdeki hâllerinden farklı  olarak- sağdan sola dönmekle alçalan; soldan sağa doğru dönmekle ise yükselen bir varlığa benziyor; durduruluncaya kadar dönebilmekte ve bu dönüşünün yönünü de aklıyla  seçebilmekte bu dünya imtihanında serbest bırakılmış…

*  *  *

Sokaklarda oynayan çocukların, tahta bir topaca “kaytan” dedikleri ipi sardıktan sonra, ipin ucundan hızla çekmek suretiyle topacı yere bırakarak onu döndürmesine  çok rastlanır. Topaç döner, döner ve nihayet devrini tamamlar ve  dönmesi bir yana yıkılarak durur.

Mahalle arasındaki bazı çocukların oyuncağı olan basit, cansız ve akılsız bir topaç bile, o lisan-ı hâliyle bizlere sanki  büyük bir gerçeği de anlatmaya çalışır. İnsanların ekseriyeti ise onda, “şimşir ağacından yapılmış koni şeklinde bir oyuncak” olmaktan ötede bir hususiyet görmemek için sanki inat etmişlerdir!

*  *  *

İçinde yaşadığımız ve küçültülmüş numuneleri olduğumuz bu kâinatta sayılamayacak kadar çok sayıdaki zerreler ve yıldızlar devrî bir hareket içinde devrediyorlar. Basit bir topaç bile kendiliğinden dönmeye başlamazken; bu  kâinattaki o topaçtan çok küçük veya çok büyük olup çok daha büyük bir nizam içinde hareket eden o zerrelerin ve yıldızların hareketleri, nasıl “kendi kendine ve sahipsiz” oluyormuş gibi zannedilebilir?

Basit bir topacın dönebilmesi için bile onu döndüren bir elin lüzumunu kabul eden insan, bu kâinattaki devamlı dönme hareketleri içinde olan, zerrelerden yıldızlara kadarki maddî varlıkların “her şeye kadir bir el” ile döndürüldüğünü kabulden; O’nun gönderdiği peygamberlerine ve kitaplarına imandan ve O’nun yasaklarından kaçınmaktan nasıl uzak kalabilir?

Kur’an-ı Kerim’de (mealen):

“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmekte(dönerek gitmekte)dirler.” (Enbiya Sûresi, 33).

“Ne güneş aya erişir (geceyi önler) ne de gece gündüzü geçer (zamansız gelir). (Güneş, ay ve yıldızların) hepsi de bir felekte (bir yörüngede) yüzmektedirler.” (Yâsin Sûresi, 40).

“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize/istifadenize verdi. Yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunların her birinde aklını kullanan bir toplum için deliller/ibretler vardır.” (Nahl Sûresi, 12).

“Göğü de (düşmekten ve bozulmaktan) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar  (inkâr edenler) ise, bunun alâmetlerinden yüz çevirmektedirler.” (Enbiya Sûresi, 32).

İnsanlar, yukarıda mealleri nakledilenler gibi Kur’an âyetlerinde Allah’a ve O’nun inanmamızı istediklerine imana ve O’nun kâinat kitabındaki kudret ayinelerini tefekküre davet olunmaktadır.

O’nun bize emanet olarak verdiği akıl nimeti iyi kullanılabilse; basit bir topaca gelinceye kadarbu kâinatta ibret dersi alabileceğimiz çok şeyler görebiliriz!..

*  *  *

Topaç sürekli dönmüyor; nihayet devrini tamamlıyor ve bir yana yıkılıyor.. Böylece dünyanın ve onun üzerinde muayyen bir müddet hayat verilen insanların ömürlerinin, geceler ve gündüzler üzerinden döne döne devrini tamamlamakta olduğunu, insanların dünya hayatlarının sonundaki ebedî hayatlarına hazırlanmaları gerektiğini, sanki o çok basit hâlleri ve hareketlerinin lisanıyla da bize hatırlatıyor!

Halbuki topaç, Allah’ın yeryüzündeki delillerinin en basitlerinden biri.. Onun gibi lisan-ı hâlleriyle insanlara hakikat dersi verebilecek sayısız mevcudât, devamlı olarak göz, kulak, gibi duyu organları vasıtasıyla insanların akıllarına onların dünya hayatları müddetince hitap ediyorlar. Görebilecek kabiliyette göz, işitebilecek kabiliyette kulak nimetlerini taşırken, “körler” gibi görmemezliğe, “sağırlar” gibi işitmemezliğe gelmenin faydası ne olabilir, zararı ne olabilir; çok iyi düşünülmelidir!

*  *  *

İnsanlar, hem Allah’ın Kur’an ile hitabından, hem de O’nun “kâinat kitabı”ndakilerin lisan-ı hallerinden hakikat derslerini almaya, o dersleri anlamaya ve o derslere göre dünyada yaşamaya çalışmalıdırlar. Kâinattaki mevcudâta sadece kendileri hesabına: “Ne güzeldirler”, “Ne muntazam çalışıyorlar.” şeklinde (manâ-yı ismî ile) bakmayıp, onlara Sanatkârı ve Yaratıcısı namıyla (manâ-yı harfî ile) bakarak: “Ne güzel yaratılmışlar..”, “Nasıl hikmetle idare olunuyorlar.” diyerek düşünebilseler, “bir saati bir senelik nafile ibadete bedel olan tefekkürle” çok kârlı bir âhiret ticaretini kazanabileceklerdir.

*  *  *

İnsanların ömürleri birer günlük kısımlara bölünmüş; dünyanın, kendi etrafındaki devrini her tamamlayışında, insanların ömür binalarından da bir taş daha düşüyor ve dünyevî ömürleri sonuna biraz daha yaklaşıyor. Onların bu dünyadaki fâni hayatlarında ömürleri ne kadar uzun da olsa, bu dünyada bir gün daha yaşamaları “dünyadaki ölümlerine de bir gün daha yaklaşmaları” değil midir? Hayatı yalnız dünya hayatından ibaretmiş gibi zannedenler; dünya hayatındaki ölümü de “yok olmak ve hiçlik” gibi görenler, bu sebeple daha dünyadayken cehennem hayatı yaşamaya başlamaktadırlar!

*  *  *

Ömrün birer günlük birimleri hangi îman, niyet, gaye ile ve hangi işleri yaparak geçirilirse, ömür de öyle geçirilmiş olmaktadır. Buna göre hayat, içinde yaşanılan günden ibaretmiş gibi görülmeli; ona göre yaşanmalıdır. Dünya hayatındaki zaman, geçirilmeye değil; değerlendirilmeye çalışılmalıdır. Bir saatin akrep ve yelkovanını veya dijital bir saat ise onun saati ve dakikayı gösteren rakamlarını el ile geriye döndürmek mümkündür; fakat insanların gafletle geçen saatlerini, dakikalarını tekrar yaşamak için zamanlarını geri döndürebilmek imkânları bulunmamaktadır… Onun için de, bu dünyada geri dönmemek üzere geçen zamanları israf edilerek tüketilmek yerine, çok kârlı bir âhiret ticaretini kazanmak için dikkatle sarf edilmelidir.

*  *  *

Küçük esnaftan büyük tüccara kadar ticaretle meşgul olanlar, ekseriya her günlerinin akşamında o günkü ticaretlerinin günlük bilançolarını da çıkarmaya ve o günkü ticarî durumlarını öğrenmeye çalışırlar. Her insanın da, en büyük sermayeleri olan “ömür” sermayeleriyle yaptıkları “âhiret ticaretlerinin” bilançolarını günü gününe çıkarmaya; o günkü zararlarına sebep olan yanlış işlerini tesbit edip onlardan pişmanlık göstererek telafi etmeye, müteakip günlerde de aynı hataları yapmamaya çok ihtiyaçları vardır. Aksi halde, “en önemli ticaretleri” olan dünya hayatlarında “en büyük sermayeleri olan ömürlerini” kullanmakta “en büyük iflasla batmak” tehlikeleri vardır.

*  *  *

Sokaklarda topaçla oynayan çocuklar görmesek de, topacın şimşir ağacından yontulmuş koni şeklinde basit bir çocuk oyuncağı olmaktan ötede bize verebileceği çok basit ve kolay anlaşılır ibret derslerini birer emsal olarak hatırlayarak, gördüğümüz eşyaya, yaşadığımız hadiselere “hikmet” nazariyle bakmaya, onlardan Allah’a tahkikî bir şekilde iman etmek için ibret dersleri almaya, böylece Allah’ı ve âhireti “görür gibi” iman etmenin icab ettirdiği vazifeleri büyük bir şevk ve gayret ile yapmaya çalışabiliriz. Bunun neticesinde belki, dünyevî hırsların ve emellerin, yersiz korku ve vesveselerin köleliğine düşmeyebiliriz. Böylece, bize bu dünyada “en mühim imtihanın müddeti” olarak verilmiş ömrümüz, gündüzlerin ve gecelerin ard arda gelişlerinin sayıları kadar döne döne devrini tamamlayıp durunca da, kendimizi fayda vermeyecek bir “son pişmanlık” içinde bulmayabiliriz, İnşâAllah.