Biz neden Allah’a inanmak ve ibadet etmeğe ihtiyaç hissederiz?

                        Evet, şuurlu insan gözünü açıp bu âleme baktığı zaman her şeyde bir hikmet eseri görecektir. Yaratıkların hiç birinde tesadüf eserine rastlanmayacaktır. Atomlardan galaksilere kadar her şey Allah’ın yaratması ile vücut buldukları gibi, onların sevk ve idareleri de Allah’ın ilim kudret ve iradesi ile olduğunu şüphe götürmez bir hakikattir.

        

         Hepimizin annemiz babamız var. Fakat ne yazık ki, onlar vücudumuzun inşası hususunda kalp akıl şöyle dursun tek bir kılımızı bile yapmaktan acizdirler. Allah şu dünyayı helal nesil ile doldurmak için erkek ve dişiye ücret olarak birini diğerinin peşine koşturup  birleşme isteği vermiş. Onunla beraber dinimiz: Biz evlatlara, Allahın rızası içerisinde anne ve babaya itaati emretmiş. Yani bizim meydana gelmemiz hususunda anne ve babamız yalınız bir sebep oldukları halde, Allah onlara o kadar hürmet ve itaati biz onların evlatlarına emretmiş ise? Acaba bizi yoktan var eden Allaha ne kadar hürmet  ve ibadet etmemiz lazımdır siz düşünün?

Çünkü biz   vücudumuzun yapılmasındaki inceliklere bakıyoruz! Onun inşasında kullanılan tuğlalar hükmündeki  hücrelerinden tut ta hücrelerin elementleri olan proteinlerin, amino asitlerin, RNA, DNA  moleküllerin ve bunların temel taşları olan atomlarına kadar her şeyde  görülen nizam ve intizam, bize diyor ki bu insan ve kȃinatta var olan şey ancak her şey Allah’ın eseridir .

                   Başımızı kaldırıp fen gözlüğü ile feza âlemine bakalım! Dünyamızdan 1,300,000 defa daha büyük güneşi bir yere dayandırıp bir şeye bağlamadan boşlukta durduran, kendisine bağlı olan gezegenlerle birlikte herkül burcuna doğru hareket ettiren,  O Yüce Kuvvet sahibi olan Allah’tan başka kimin işi olabilir?

        

                   Milyarlarca galaksiye milyarlarca yıldızı yükleyen, birini diğerine çarptırmadan gezdiren, döndüren, götüren, getiren Yüce Allah’tan başka kim olabilir?

                   Bahsettiğim bütün bu nizam ve intizamlı vaziyetler, aklını yaratılış istikametinde kullanmak isteyenlere, uyanık olanlara, büyük dersler verir. Evet! Bunlar manevi duyguları dumura uğrayana ne verebilir ki?!! Bahsettiğim bütün bu işler kalp gözü görenedir, görene. Körene? Çünkü kâinatta mevcut bütün yaratıkların bir yaradılış hikmeti de , insanlara ders vermek içindir, Düşünmek içindir. Onların Sahibini bulmak içindir. Yerinde durmayıp ilerlemek içindir. Allaha itaat etme lüzumunu hissetmek içindir.

         

                   İnsanın asıl vazifesi Allah’a sığınıp ona yalvarmaktan ibarettir. Ona kendini sevdirmektir.  Ya Rab Kudretinle tanzim ettiğin vücudumuzun o incecik faaliyetlerini, ancak Sen takip ediyorsun. Bakıp gördüğümüz şeylerden ibret almak için Sen bize göz verdin. Okuyup ders almamız için çiçeği, ağacı, ineği, sineği, ayı, güneşi, tesirli bir mektup olarak önümüze serdin.”Ferciil besara hel tera min futuur” (Haydi çevir gözü (nü), görebilir misin hiçbir çatlak, bir kusur?)  (Mülk 3) Ayeti ile bakmamızı ve ibret almamızı emrettin.

         Ya Rab! “Bize Hakkı hak olarak göster ki ona bağlanalım. Batılı batıl olarak göster ki ondan nefret edip kaçma ihtiyacını hissedelim.” Ta! İnsana layık işleri yapmaya çaba gösterelim. İmanımızı güçlendirmek için sebepleri arayıp bulmayı, şartlarına uymayı, Rabbim Rahmetinle kolaylaştır ki, helak olmayalım.

                   Elinde Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir kitapla, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Peygamberimizin (a.s.m ) ın buyruklarına hiç şüphe etmeden boyun eğip uyalım. Uymaya ihtiyaç duyalım.

        

         Bu nankör insan! Hayata gelmesi için ancak bir sebep olan anne babasını çok sever, mahalle muhtarını tanır, belediye başkanını tanır, çalıştığı işte ki patronun ismi sorulduğunda, hiç düşünmeden cevap verir. Başbakanı sorsan bakanların ismiyle söyler de, kendini yoktan var eden Allahın varlığını bilmezse, Onun varlığına inanmazsa? Allah’ın mucize olarak yarattığı mahlukatı tabiata veya tesadüfe havale ederse, Yirmi dört saatinden ten bir saatini namaz için ayırmazsa birkaç fakülte  bitirse de,  insanı insan yapan ilimlerden hiçbir şey öğrenmemiş demektir. Allah’ın yanında o bir zavallıdır. İlimden nasibini alamamış, hakikati görememiştir. Kendini iki hayatta mutlu edecek olan gerçek sebebi bulamamıştır. Ufak tefek ibadetleri yapmamak için nefis ve şeytanların desiselerine uyup inkara sapmıştır.

 İnsan abdest alıp namaz için kıbleye döndüğü zaman Allaha ihtiyaçlarının giderilmesi için yalvarır, her tarafını düşmanlar sardığı için onlarda kurtulmak için: Ondan medet diler. Yoksa Allahın değil namaza hiçbir şeye ihtiyacı yok.

                   İmansızlar ve gaflete saplananlar çok acınacak haldedirler. Çünkü önünde dimdik dikilen ölüm onu rahat bırakmaz, devamlı korkutur. İçinden ya Müslümanların dediği gibi, ölümden sonra tekrar dirilme olursa? Hayatın hesabını inceden inceye vermek gibi bir hadise karşımda durursa? İnkarcıları ve günahkarları yakmak için cehennem kurulursa? Halim ne olur derler ve rahat olamazlar?

                   İnkarcıların bu sorulardan kurtulma imkanı yoktur. Akıl ile inkar etmeye çalıştıkları şeyler vicdanlarını daima bir azap içinde bırakır.

                  

İmansızlık ilimden gelmeye, yirminci asırdan önce başlamış ve ilerlemeye devam eden büyük bir hastalık, bu idareden önce, okullarda körpe yavrulara lazım olan Allahını dinini değil maddiyyunluk-materyalizm ve tabiatçılık fikri, yalınız Komunizim ve sosyalizim le idare edilen devletlerde değil. 600 sene islama kanunlarını yaşıyan Türkiyemizde de, laik sistemle idare edilmiş ve eğitim sistemi, okulları etkisi altına almış. İnsanlara Allah’ı ve ahireti unutturmak için ve insanları cehennem yolcusu etmek için, hatta cehenneme bir odun yapmak için  çalıştılar, bir iki nesli imandan mahrum bıraktılar. Bu çocukların anne ve babaları da dinde cahil oldukları için zavallılar dinle ilgili meselelere cahil kalarak Allaha karşı ibadetlerini yerine getirmeye alışamadılar.

 Bu çocuklar bilhassa hanım kızlar mantıklarını kullanıp Allahın emirlerine uysalar hem kendilerini hem anne babalarını hem de yarın onlardan doğacak yavrularını da cehenneme birer odun parçası olmaktan kurtarmış olacaklar. Hatta onların Allahın dinine bağlı olmaları dindar bir erkekle evlenmek için bir sebeptir.  Evlenecekleri erkek dindar olmasada  dinine bağlı olması için o hanım kızın dindarlığı bir sebep olurlar, nişanlı iseler beylerine güzel örnek olurlar.

Çünkü ahirette cehennemlik olan bir kadına Allah tarafından ona karşı vazifesini yapmayan dört erkeği de sürükleyerek cehenneme götürebilmesi için kuvvet verecektir. Kim o erkekler sorusuna? Başta babasını, sonra ağabeyini, ondan sonra kocasını ondan sonra büyük oğlunu da cehenneme götürebilecektir. Yani oğlu bile annesine sakın anneciğim yapma açık saçık gezme Allaha karşı ibadetini yap demeğe hakkı var. Çünkü kadınlar yaradılış itibariyle aldanmaya müsait nazik bir varlıktırlar.             

                  

                   Fakat Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir nehâri (gündüzü) olduğu gibi, Allah Nurunu tamamlamak amacıyla, insanları inkârdan kurtarmak için,  Bediüzzaman gibi bir Zatı gönderdi. Onun yazdığı Risale-i Nur eserleri sayesinde, yalınız tahsilsizler değil, Profesörler de imanlarını kurtardılar. Dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Şimdi yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada ilim adamları bu eserler sayesinde sağlam bir inanca sahip oluyorlar. Allahımıza ne kadar şükretsek azdır Çünkü bu eserler bu güne kadar 54 dile tercüme edilmiş.

                   Evet! Ölümle idam edilme korkusundan kurtulup iman hakikatine kavuşmak için her insanı aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi her insan için geçerlidir. Müslüman dedelerin torunları olan bu müslümanlar diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalacağını unutmasın. Bu  gerçeği daha iyi anlayabilmek için bir hadise anlatacağım:

                   Hollandalı bir gencin eline İngilizce tercüme edilmiş Risale-i Nurlardan bazı eserler  geçmiş. Delikanlı kitapları okuyunca Müslüman olup adını değiştirerek Abdurrahman koymuş. O esnada üniversite öğrencisi olan Abdurrahman, dinin şartlarını yerine getirmeye karar vererek kendine “Ben bu kitapların orijinalini, yani kendi diliyle okumalıyım” diyerek Türkiye’ye gelmiş! Balıkesir’in Akhisar ilçesinde Türkçe ve Kur’an-ı Kerim öğrenmek için Kur’an kursuna kaydolmuş. Orada iki sene kalmış.

         Abdurrahman bir ara İstanbul’a geldiğinde, bir arkadaşı bizim evdeki dershaneye getirdi  kendisini gördüm! Abdurrahman ders esnasında bize çok iyi bir ders yaptıktan sonra, gençleri önüne alarak dedi ki “Kardeşler! Bakın şu Türkiye gençleri ne kadar vebal altındadır. Benim soyum dedelerim, annem, babam, arkadaşlarım gayri Müslim. Ben bütün bu engelleri aşarak  hak din olan İslamiyet ile şereflendim. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Müslüman olmam nerede! Türk gençleri, asırlarca İslama bayraktarlık yapan şehit dedelerin torunlarının, anneleri babaları ve bütün akrabaları Müslüman olduğu halde Müslümanlıktan uzak kalmalarının vebali nerede!

         Bu sözleri dinleyenlerde derin bir vicdan azabı bıraktı Abdurrahman Müslüman olduktan sonra hayatından bazı kesitleri anlattı: “Ben Müslüman olduğum zaman Müslümanlığın en büyük şartı namaz olduğunu öğrendim ve nerede olursam namazımı terk etmemeye karar verdim. O sırada üniversite öğrencisi idim. Okulda bir gün Rektörün önüne çıktım ona: Rektör bey bana bir namaz yeri göstereceksin dedim. Rektör sen buralı değil misin? Evet ama İslam dinini kabul ettim. Peki, şu oda benim odamdır; orada kılabilirsen kıl dedi. O iş halloldu.

                   Sonra abdest alma sıkıntısıyla karşılaştım. Yine Rektörün önüne çıktım, rektör bey ben namazdan önce el, yüz, ayak yıkayıp abdest almam icap ediyor. Bunun sıkıntısını çekiyorum. Bana yardımcı olabilir misin deyince? Kendi el yüz yıkadığı yerin anahtarını kopyalamam için bana verdi. O işte halloldu. Fakat kış günlerinde öğle namazıyla ikindi namazı biri diğerine yakın olduğu için okulda sıkışıyordum. Yine Rektörün makamına çıktım. Kendisine : Rektör bey namazlarımı daha rahat kılmak için günlük derslerimden 10 dk müsade kağıdı verir misin? Verdi ve rahatladım. Namaz vakti Profesörüme kağıdı göstererek, çıkıp namazımı rahat kılıyordum. Sonra Allah’ıma şükür haccımı da yaptım.!”

        

Evet! Benim Müslüman Türk kardeşim! Biz kurtuluşa ermemiz için, ilk önce bugünkü tarihi öğrenmek için takvime bir göz atalım ve kendimize bu tarihten itibaren geçmişteki olumsuz hayatı terk edip, beni hiçten yaratan Allah’ın emrine uymaya karar verdim demeliyiz. Sonra yolunu ehil kimselerden öğrenip İmanın şartlarını kuvvetleştirmek çaresine baş vuralım. Kainat kitabını okutan kitapları bulup okuyalım. Okuyalım ki mucize olarak yaratılan varlıkların arkasında ki büyük San’atkar olan Allah’ı aklımızla görelim.

Evet nesli İslamiyetten uzak olan Abdurrahman’ı kurtaran ve iman hakikatlarını en tesirli şekilde açıklayan Risale Nur eserlerine sarılalım. Dünyanın 54 diline tercüme edilip milyonların kana kana içtiği iman pınarı olan Risale-i Nur eserlerini vakit geçirmeden bizde içelim. İçelim ki cehennemde yanmak için bir odun parçası bizi yapmaya yarayan günahlardan kurtulalım. içtikçe değişelim. Karanlıktan kurtulmamız için, geleceğe ümitle bakmamız için, kalp gözümüzün görmesi için,  Risale-i Nurları okuyarak iman cevherini elde ederek Nurlanalım Nurlanakım Nurlanalım ki her gördüğümüz şeyden farklı mana çıkaralım.  

Abdülkadir Haktanır