Biz üç dost yola çıktık!

Bu sözün hikâyesi gariptir. Çarpıcıdır. Ders vericidir. Duygulandırıcıdır. Sarsıcıdır da. 

Kızına ziyaretine gitti. Kızı ona mükellef bir sofra hazırlamıştı. Çeşit çeşit yiyecekler. Kızarmış ekmek ve can çeken yemekler. Sofraya davet edildiğinde sofraya baktı ve şöyle dedi; kızım sen benim düşmanım mısın, dostum mu? Beni seviyor musun yoksa ateşe mi atıyorsun? Kızım otur! Sana bir şey anlatayım

***

Biz üç DOST yola çıktık. Ahdimiz vardı. Sözümüz vardı. Menzile varmak niyetindeydik. Birbirinden ayrılmamaya ahdetmiştik. 

BİRİNCİMİZ mütevazı bir hayat yaşadı. Dünya bütün gürültüsü ve yaldızıyla ona gelse de, o ihtiyacı kadarını aldı. Hiç aldanmadı. Bazen karnına açlıktan taş bağlar, bazen güzel yemek yerdi. Sabahlara kadar namaz kılardı. Ayaklarının altı şişerdi. Sonra bir gün arkadaşımız bizi bıraktı gitti. Boynumuz bükük kaldı. Kalbimiz bomboş oldu. Ufukta onu hep aradık. 

Ondan sonra İKİNCİMİZ geldi. Birinciye benzer yaşadı. Zayıf vücudunda, nahif duruşunda büyük bir devlet taşıyordu. O da mütevazı yaşadı. Elmacık kemikleri çıkık, zayıf ve vakur bu arkadaşımız dünyaya hiç aldanmadı. Hiç dalmadı. Hikmet dolu bir hayatı vardı. Uzun ağlar, çok ibadet yapardı. Birincimiz onu görmeden rahat etmezdi. Sadıktı. Duru bir insandı. 

Sonra bir gün o da bizi boynu bükük bırakıp gitti. Sonra kızım ben geldim. İşte buracıktayım. Senin yanındayım. Benim bir isteğim var. Öldüğüm gün, onların aldığından fazlasını almadan Rabbime – menzile varmış olayım. Dilerim ki mahşerde bana gel hadi, seni bekliyoruz desinler. 

Kızım ben; onların peşinden gitmeye çalışırken, onlara ulaşmaya çabalarken bak sen bana nasıl bir sofra hazırladın. 

Dostlarıma hazırlanmayan mükellef bir sofra. Korkarım ki buraya oturursam o dostlarımı hiç bulamam. Hiç yakalayamam. 

Hadi babasının kızı. Hadi kaldır ve Medineli komşulara dağıt bu yiyecekleri. Bana bir çorba bırak sadece.

***

Bu üç arkadaş sonra beş arkadaş oldular. Sonra ardından gelenler. Onlara uydular. Yüzbinler, milyonlar, milyarlar. 

Üç arkadaş birbirine hiç ters düşmedi. İhanet hiç düşlemedi. Birinin tuttuğunu ötekisi kaldırdı. Kıbleleri aynıydı, tekbirleri, namazları, kalpleri, endişeleri hep aynıydı. Üçü de menzile vardılar. Dosta gittiler.

 *Bu üç dostun birincisi: Hz. PEYGAMBER’di (s.a.v.). 

*İkincisi: Hz. EBU BEKİR’di (r.a.). 

*Üçüncüsü: ise Hz. ÖMER’di (r.a.). 

Hadise Hz. Ömer’in kızı Hz.Hafsa’yı ziyaretinde geçer. Hz.Hafsa (r.a.) peygamberimizin eşi, Hz.Ömer’in de kızıydı. Misafirliğe gelen babası Hz. Ömer’e güzel bir sofra hazırlamıştı. 

Sofranın güzelliğini görünce Hz. Ömer sitem etti. Resulullah’a (s.a.v.) böyle sofra kurmuyordunuz. Neden bana böyle bir sofra kuruyorsun. Biz üç arkadaş yola çıktık. Onların ikisi varacağına vardı. Bırak ben de onların arkasına takılayım. Beni onlardan koparma diyerek hangi yolun yolcusu olduğunu kızına bir daha hatırlattı.

***

Beraber yola çıkarken derdi; Allah olanlar, hedefi Allah olanlar yoldan geri kalmadılar.

Üç kişi iseler dördüncüleri Allah’tı. Beş kişi iseler altıncıları Allah’tı. Yol elbet zor ve çilelidir. Hesapta olmayan hesaplar vardır. Planlanmayan planlar vardır. Ama yola çıkanlar kalplerini yokladıklarında orada Yüce Allah’ı buluyorlarsa yol elbette onları menzile vardırır. Tek şartla. İlk günde yola çıktıkları gibi oldukça bu böyle olur. Yoksa ne yol kalır ne yolcu ve ne de dost.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: