Bize televizyonun verebileceği zararlar

Kur’anın uslub ve ifadelerinde çok kere muayyen meseleleri muayyen isimleriyle değil, umumi ve külli  manada ve vasıflariyle ve hususiyetleriyle  bildirir.

Mesela günümüzün televizyonları, açık saçık kız ve kadınları ve sefahet alemlerini ve dine ve dindarlık hislerine zarar veren manzaraları göstermektedir. Halbuki bu vazıyet, Şeriatta kat’iyyetle haramdır ve şeriatın temel kitaplarında yazılıdır. Hem Şeriat zarar ve fayda, hayır ve şer hususlarında  ekseriyet itibariyle hükmeder.

İşte Bediüzzaman Hazretleri Televizyon gibi cihazların umuma şamil ifadelerle  haramiyetine şöyle dikkat çekip ikaz eder:

Dördüncü esas: Sanem-perestliği şiddetle Kur’an men ettiği gibi, sanem-perestliğin (putperestliğin) bir nevi olan suret-perestliği de men eder. Medeniyet ise,  suretperestliği kendi mehasininden (güzelliğinden) sayıp Kur’ana muaraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulmu mütehaccir (taşlanmiştir)  ki beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder.

Hem Kur’an merhameten kadınların hürmetini muhafaza için, kadın haya perdesini takmasını emreder, ehemmiyetsiz bir meta (mal) hükmüne geçmesinler.

Medeniyet ise, kadınları yuvalarından kaçırıp perdelerini yırtıp, beşeri (insanı) de baştan çıkarmıştır. Halbuki ȃile hayatı, kadın- erkek mütekabil (karşilıklı) hürmetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimi hürmeti ve muhabbeti izale edip ȃilevi hayatı zehirlemiştir. Hususan Suretperestlik,(resimlerle) ahlȃkı fena halde sartığı ve sukutu ruha (ruhun ölmesine) sebebiyet verdiği şununla anlaşılır. Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlȃkı tahrip eder (bozar). Öylede ölmüş kadınların suretlerine veya sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine (yani, hanımların resimlerine) hevesperverane  bakmak, derinden derine hissiyatı ulviyeyi insanıyeyi,( insanın manevi duygularını ) sarsar, tahrib eder (bozar) (S:410)

İşte zamanımızı külli ifsadatın (umumi bozmakların tesirli) bir vesilesi  televizyon ve emsali aletlerdir ki Bediüzzaman asrın imamı olarak meseleye şiddetle dikkati çeker.

Şu medeni beşerin hırçinlaşmiş ruhunda, şu suretler (resimler) denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin (gülümseyen cenazelerin) rolleri pek azimdir (büyüktür); Hem tesiri Müthiştir.(**)

Memnu (yasak) heykel suretler: Ya zulmu mütehaccir. (taşlanmış zulum), Ya mütecessid riya (vucut bulmuş gösteriş) ya müncemid hevestir (dondurulmuş hislerdir) Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahı. (pis ruhları.)

(**): Nasıl meyyite (ölü) bir karıya nefsanȋ nazarla bakmak nefsin dehşetli alçaklığını gösterir. Öyle de rahmete muhtaç bir biçare meyyitenin güzel tasvirine (güzel görünmesine) müştehiyane ( nefis iştahiyle) bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ı ulviyesini (ulvi hisleri) söndürür. (S: 727)

Yine Bediüzzaman  Hz. edebiyatın yani tesirli söz söyleme ve yazma üç sahası bulunduğunu ve menfi ve müspet müspet olarak iki kısma ayrıldığını ve bunların da neşriyat vasitasıyle geniş sahaya yayıldığını ve ulvi hislere tesir etmekten daha çok nefsini nefsani hisleri tahrik ettiğini ve dolayisiyle o neşriyat aletlerinin  haramiyetini yari manzum olarak diyor ki:

Kȃmilȋn insanların zevki maalȋsini hoşnut eden bir halet, çocukça bir hevese sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez, onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevki süfli, sefih, hem şehevi içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhȋyi bilmez. (Bu beyan zamanımıza çokça bakar. Çünki,  Avropayı taklid ederek getirilen ve muzik adı verilen gürültüler insanların kalplerini kendine çekerek maneviyattan uzaklaştırmıştır. Kur’an (17: 64) Ȃyetinde mealen ve asrımıza bakan vechile , anlatmak istediği zahir ve işari mana ki; insi münafikların şerrine karşı Müminleri ikaz etme sadedinde Allah, İnsi ve cinni şeytanlardan mürekkeb şer ceryanın mümessiline ve mümessillerine hitaben: İnsanlardan gücünün yettiği (yani avam ve gafil) kimseleri  sesinle yani şehevi çalgılarla ve sihirbaz aldatıcı ve yalan telkin ve propagandacilarla) oynat, kaydır, şaşırt (yolundan saptır) der…

Avrupadan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat romanvari nazarla, Kur’anda olan latif ulviyeti göremez hem tadamaz.

Kendindeki mihengi ona ayar edemez. (Hakikaten bu ifsat edilen insanların sahib oldukları hissiyat, maneviyata karşi yabanidir. ..  Edebiyatta üç meydanı cevelan vardır; o onlar içinde gezer haricine çıkamaz.

Ya aşkla hüsündür, ya hamaset ve şehamet, tasviri hakikat. İşte yabani edepse hamaset noktasında hakperestlikten uzak kalır.

Belki zalım nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla  kuvvetperestlik hissini  telkin eder. Hüsün ve aşk noktasında, aşki hakikiyi bilmez.

Şehvet-engiz bir zevki nefislere de tesir eder. Hakikatın açıklanması maddesinde, Kainatta san’at-ı İlahi suretinde bakmaz. Bir sıbga-i Rahmani noktasında görmez. Belki tabiat deyip geçer. Yanlış tasviratın dışına çıkamaz.

O tek bir ilacı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayat-ı meyyit. Bu sapık netice-i muzırrai gösterir. Halbuki  sefaheti öyleşevkedici gösterir ki, ağız suyu akıtır akıl hakim olamaz.

Bu gün çok kötü bir devirde yaşıyoruz hanım kızlar anne babalarından lazım olan terbiyeyi alamayıp açık saçıklıkta hırstiyan kızlarını çok geride bırakmışlar. Onların ya imanları yok ya çok zayıf. Zavallılar düşünemiyor ki: onları yakmak için önlerinde cehennem ateşi onları bekliyor.

Bakın Allah Kur’anı Kerimde ne buyuruyor:

Ey iman edenler!…. Peygemberin hanımlarına  herhangi bir şey soracağınız zaman, perde arkasından sorun! Öyle yapmanız hem sizin kalbiniz için hemde onların kalpleri için daha temizdir. İla ahır. Bakın peygamberimin hanımları Müslümanların anaları hükmünde olduğu halde, yani hiç bir Müslüman onlarla evlenmesi haram olduğu halde, onların yüzlerine bakmayı Allah yasaklıyor. (Ahzab: 53) 

Hulasai kelam! Cehennemi boylamamak için  insan öyle uyanık olacak ki her zaman Allahın varlığına inanarak, öleceğini aklından çıkarmamak lazım ki  günahlardan kurtulsun  ve Allahın emrettikleri salih amelleri yapabilsin .

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: