Bizim Münekkidler  ve Nesnel Eleştiri

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir sözü var, “edebiyatımız her zaman Abdülhak Hamid’i dönecektir” yollu bir söz. Neden acaba? Çünkü Hamid’in şiiri klasik şiirdir, moda bir şiir değildir. Her zaman altın değerinde bir şiirdir. Onun şiirinin modern sanat ve felsefe açısından yorumu gerekir ama bunu yapacak sanat ve felsefe kültürü gerekir. Edebiyat edebiyat bölümlerinde öyle kurudu ki, bedava sınavlar, bedava doçentlikler daha neler neler. Birgün ona bir şekilde neşter vurulursa nasıl menfaat ve bedavacılığın batağında Türk edebiyatının gittiği görülür. Türkiye zamanında denetimsizlik ve güvenliksiz bir toplum olduğu için, önce ihmal sonra canavar büyüyünce bakalım o mu seni öldürecek sen mi onu. Bugünki gibi.

abdulhak_hamid_tarhanBediüzzaman modadan uzak bir insan, fikirleri ve yaşayışı hiç moda ile alakadar değil. Moda fikirler üretmemiş, her zaman değerini koruyacak fikirler ortaya koymuş. Bediüzzaman’ın felsefe ve dini fikirleri ile Hamid’in eserleri transkirite edilirse ortaya büyük eser çıkar. Bediüzzaman eleştirilmesi zor bir insan, onu eleştirecek karihası olan kimseler yok. Onun ölüm fikrine geleneksel islam ölüm fikrinden başka ne tür yenilikler getirdiği bir doktora tezi değil birkaç tez olur. Özellikle Kaya Bey’in yaptığı Hamid ve Allah isimli kitabı çok önemli bir sanatlı imajlar ihtiva eden eser. Bediüzzaman ve Allah telakkisi ile Hamid’in Allah telakkisi karşılaştırılabilir. Önder Göçkün hocamın Namık Kemal ve İslamiyet isimli eseri de önemli bir eser. Ben Namık Kemal ile Bediüzzaman’ı transkirite ettim. Başta kimsenin aklı almadı, sonra bir nebze anlaşıldı.

Bediüzzaman‘ı eleştirmek için eksik olan onu tenkid edenlerin eleştirinin nasıl yapılacağını bilmemeleridir. Eleştiriyi bizim eslaf tarif ederken “bir edebi eserin nekayis ve mehasininin ortaya konmasından ortaya çıkan“ derler. Bu yollu tarifler vardır. Şimdi insanlar sevdikleri esere iki türlü yaklaşıyor; Ya sadece güzelliğini görüp onu göklere çıkarıyor, üstelik estetik kıstaslar ile değil tamamen empresyonist yani izlenimci bir kriterle eleştiriyorlar. Bana göre anam dünyanın en iyi insanıdır, bu izlenimci bir telakkidir.

İzlenimci telakki görecelidir, “bana göre, ben böyle düşünüyorum, veya en doğrusu budur” gibi kişisel yorumlar bu eleştirinin hareket noktasıdır. Ama Türkiye’de ve dünyada yapılan neredeyse bütün eleştirilerin büyük bir kısmı göreceli eleştiridir. Bunlar objektif olmadığı için ancak bir fikri tenkidsiz paylaşan insanlar arasında rağbet görür. Eleştiri çeşitleri içinde en mantıklısı nesnel eleştiridir.

“Eleştirmen, hangi sanat eserini eleştirecekse o sanat dalının gerektirdiği birikime sahip olmalıdır. Bu yüzden, eleştiri yazmak kolay bir iş değildir. Eleştirmen; bir eseri veya kişiyi şekil, ruh, konu ve anlatım bakımından inceler. Eleştirmen, eser hakkında okuyucuyu her yönden bilgilendirir. Hem okura hem de eserin yazarına kendini geliştirmesi için yol gösterir.”

Son zamanda birkaç profesör Bediüzzaman’ı bir iki cümle ile eleştiriyor. 130 kitap yazmış bir kişinin eserini bir kelime veya cümle ile eleştiremezsiniz. Bediüzzaman‘ın eserlerinin nekaisini yani eksiklerini ve mükemmelliklerini birlikte gözden geçirir, sonra mizanlı bir eleştiri örneği verebilirsiniz. Böyle bir şey yok, sadece Bediüzzaman’ın eserine ilgiyi kıskanıp onu toplum nazarında müttehem duruma getirmek için, iftiralara kapı açan yanıltıcı ve toplumu aldatıcı eleştiriler. Buna sokaktaki adama bile yakışmaz, nerede kaldı ki varlıklarını kendileri mi başkaları mı isbat etmiş kişilerin böyle nesnel olmayan göreceli eleştiriler yapması eleştirinin yüz karasıdır. Sadece karalamaktır. Bu şahıslar ayıp ediyor, yanlış bir şey varsa eserlerinden cümleler alarak ortaya nesnel eleştiri örnekleri çıkarmak lazım. Ama bu arkadaşlarda bu kariha ve karizma yok zannedersem. Karizma yoksa krizma çıkarmanın ne anlamı var.

Sayın Bilal bey, Michelet’i bilirsin, onun tarihsel eleştirinin damarı olan bir sözü var. “Bir sayfa bir sayfa göster” yollu sözü. Yani bir olay ve şahıs hakkında bir hüküm veriyorsan bir vesika göstermen gerekir, yoksa vesikasız konuşamaz özellikle tarihçiler. Yanlış söylemiyorum. Michelet olayları tarihi akışa yerleştirir. Bediüzzaman tarihi akışın zorunlu kıldığı bir kişidir. Yoksa ekmek su varken , ekmek su var diye bağırmanın gereği yok.

Batı felsefesi ve ilmi itikadları Namık Kemal’in tabiri ile nazar-ı şekk ü tedkik üzerine getirdi. Yani Bolşevizm ve ateizm itikadları şüpheye iten iddialar ortaya sürdü. Bu onsekizinci yüzyıldan itibaren batıda başladı. Marks, Paris’te Hz. İsa (as) hakkında bir kitabın çok satmasından rahatsız olur ve “biz bu dini öldürmedik mi” der gibi, insanların Allah’a olan itikadını sarsmak için Demokritos ve Epiküros’un felsefelerinde tabiat fikrini doktora tezi yapar. Niyeti  atomun kendi kendini yönettiği, dışardan bir tasarım ve ilmin yönetmediğini iddia etmektir.

Bu fikirler bize Baha Tevfik ve benzeri adamların taşımasıyla yirminci yüzyılda girdi, kısmen yayıldı. Şimdi bu ateist fikirlerin ülkemizi zehirlememesi için birilerinin eserler yazması gerekirdi. Bediüzzaman da Marks ve benzeri filozofların felsefi fikirlerini çürüten eserler yazdı. Yani bir tarihsel zorunluk olarak yazdı. Şimdi Bilal Bey ve arkadaşları olan zevat bu tarihsel zorunluklar ile ortaya çıkmış eserleri siz de tarihsel zorunlukları gözden geçirerek eleştirebilirsiniz. Niçe’nin Böyle Buyurdu Zerdüş’ündeki gibi kırık dökük fikirlerle toplumu zehirlemek bir profesöre yakışmaz.

Bediüzzaman genelikle tevhid konularında eserler yazmış, çünkü toplum bu konuları fennin ve felsefenin tesiri ile hafife alır ve inkar eder duruma gelmiş. O da bu eserleri ile yaralanmış müminlerin imanını ve münkirleri tedavi etmiş. HAŞİR RİSALESİ  öldükten sonra dirilme hakikatını bir laboratuvar gibi anlatır. Önce iddia ortaya koyar, sonra ona göre tabiattan gözlemler toplar, sonra iddia ile tabiat gözlemleri arasındaki bağlantıları verir. Sonunda öldükten sonra dirilmenin  zorunluğunu nesnel verilere göre izah eder.

Siz bence bu eserin topluma zarar mı kar mı verdiğini gözden geçirin. Yoksa böyle yazıldı, çizildi gibi gülünç şeyler ile ehli hakikatın nazarında dünya ahiret alay konusu olursunuz.

Abdullah Cevdet ahireti inkar eseri yazmak istemiş. O sıra Haşir Risalesi yayınlanmış ve okumuş. Demiş ki “Adam gözle görür gibi isbat etmiş.”

Bediüzzaman da “eğer ahiretin gelmesini baharın gelmesi gibi anlamak istersen Haşir risalesini oku, eğer inanmazsan gel parmağını gözüme sok” yolunda söz söylemiş. Birader siz akıllı adamlarsınız, bu insanı ne diye eleştirisiniz, bu işin içinde başka maksatlar var ama olsun.

Bir eleştirmen arada bir karmaşık sözler söyler. Asistanı der ki, “Efendim sizin o sözünüzün üzerine ortalık karıştı neden böyle bir şey yaptınız?” “Oğlum, önemli olan insanların benden bahsetmesidir, yanlış veya doğru, yanlış zaten yanlış ama doğrular benim eserlerime işlerlik kazandırır” demiş. Şimdi siz ve sizin gibi şahıslar sizin sözleriniz  Bediüzzaman’ı yeniden taze gündem konusu yapar, sağ olun var olun.

Sayın Ali Bardakoğlu Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış bir profesör. Olaya ilmi, tarihi ve felsefi açıdan bakmalı. Hıristiyanlık batı felsefesi ve bilimler yüzünden materyalistere karşı savaş verdi, nihilistleri tardetti. Klise Marks’ı hem üniversiteden attırdı hem de ona uluhiyete taarruz ettiğinden domuz dedi. Bunları John Belamy   Forster, Marks’ın Ekolojisi isimli kitabında anlatır etraflı olarak. Hristiyanlığlın o sapkın, -Bediüzzaman’ın tabiri ile- hasta akıl ile mücadelesi Hıristiyanlığa bir güç vermedi. Hatta bugün batı ülkelerinde nihilizm dinsizlik büyük boyutlara gelmiş durumda.

Bediüzzaman sizin yapmanız gerekeni yapıyor bu onun tabiri ile taun-ı manevi ile mücadele ediyor. Siz kalkıp onu nazarı ammede suçlayıcı duruma getirmeye çabalıyorsunuz. Hastalık bilmemek, okumamaktan kaynaklanıyor. Ebu Cehil’in safında yer almak desek insanların tüyleri diken diken olur. Peygamberin (asm) tevhid mücadelesinin karşısında olan bu adam gibi tevhid mücadelesini dünya çapında savunan bir büyük adamın karşısına geçmek Ebu Cehil’in safında yer almaktır.

İbni Sina “haşir bir nakli meseledir akıl bu yolda gidemez” demiş. Koca filozof haşir konusunda konuşamıyor, teslim-i silah ediyor. Marks da ondan mülhem daha ileri gidip “haşir akli bir mesele değildir” diyor.

Bediüzzaman’ın eserlerinde en önemli bahislerden biridir Haşir yani öldükten sonra dirilmek konusu. Siz bu konulara el atın haşir ile ilgili münhasıran bir kitap yazın. Bediüzzaman tutmuş modern bir anlatımla aklı haşri anlamakta zorlanan bir insanı muhatap alıp onunla diyaloglarla, öldükten sonra dirilmeye otuz üç basamaklı bir merdivenle anlatmış. Çocuk gibi aklı gelişmemiş bu şahsı konuştura konuştura, onunla konuşa konuşa sonunda onu itikadli hale getiriyor.

Anlamadığım nokta siz bu insana teşekkür etmeniz gerekirken insanlar onu tanımasınlar diye insanların aklının önüne kara bulutlar gibi dikiliyorsunuz. Din adamı böyle yapamaz, ruzı ceza var. “İnsan ipi boğazına takılıp istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır” diyor Bediüzzaman.

Nesnel eleştiriyi Kur’an-ı Kerim ta yedinci yüzyılda kullanıyor. Zorlama dayatma yapmıyor. Diyor “Eğer Kur’an’ın asılsız bir düzme kitap olduğunu iddia ediyorsanız, haydi ona bir benzer kitap yazın getirin, bir sure getirin, bir ayet getirin daha daha daha.” Yani demiyor ki kitap bu kitaptır, muarızları nesnel verilerle meydanı münakaşaya davet ediyor. Siz de muarızsanız meydanı münakaşaya böyle müphem bir kelime ile girip koca dağları bir sinek ile kapatmaya çalışıyorsunuz.

Siz Bediüzzaman’ı eleştiriyorsanız. Haydi Ayet’ül Kübra gibi bir eser getirin. Michelet, ünlü tarihçinin bir kitabı var. Kurgusu Ayetül Kübraya benziyor. La bible de Humanite, insanlığın kitabı mukaddesi olarak telakki eder. İnsanlığın Allah’ı arayışının öyküsüdür. Buyurun bu kitap ile kurgusu ve tasarımı benzer olan Ayet ül Kübra’yı karşılaştırın. Ayet’ül Kübra da insanlığın Allah’ı aramasını anlatıyor. Siz değil Bediüzzaman’ı eleştirmek ondan özür dilemelisiniz. Dünyada yapmayın ama ahirette bu büyük azametli adamın tevhid mücadelesinin karşısında yer almak sizi çok kötü yerlere getirir, gayyalara iter. İşte bir tarihçi Michelet. Onu okuyun ve bakın Bediüzzaman’ın ne kadar büyük bir filozof, bir uluhiyet ve tevhid sultanı olduğunu görün. Ama nerde…

Ayet’ül Kübra nesnel bir risaledir. Koca eser Lailaheillallah’ı anlatır. ”Lailaheillallah bundaki hüccet ise matbu Ayet’ül Kübra risalesidir. Otuz üç basamaklı bir tevhid miracıdır bu eser. Kendisi eseri için ne diyor: “Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar Ayet’ül Kübra’ya müracaat etsinler.“ Sonra eserini tarif ediyor. Kerem’in büyük bir coğrafyada Aslı’yı araması gibi Allah’ı arıyor, kainattan halıkını soran seyyah. Sizin gibi insanların bu güneşe karşı göz kapaması ve karanlıkta kalmasına anlam veremiyorum. Bunun da Bediüzzaman’ın yeniden Türkiye’nin gündemine gelmesi için bir mekr-i Rabbani olduğunu düşünüyorum. Öyle de olacak.

“Evet Ayet’ül Kübra şuaı otuz üç icma-ı azimi ve hülli hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip her bir hüccet-i külliyede hadsiz bürhanlara işaret ederek başta semavat, yıldızlar kelimeleriyle arz hayvanat ve nebatat kelamları ve cümleleriyle, gitgide kainatın heyet-i mecmuası, müştemilat ve mevcudat ve hudus ve imkan ve tagayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vacib ül Vücud’un mevcdiyetini ve vahdaniyetini güneş zuhurunda  ve gündüz katiyetinde isbat ediyor.“ (Şualar, 527)

Tasavvufi değil bilimsel bir tevhid eseri. Bütün kainatı bilimlerin dili ile konuşturup Allah’ı anlatıyor, isbat ediyor. Bak bulutları anlatıyor, ilimle dini birleştirip tarihin en büyük ihtilafını dost yapıyor. Hocalarım yazık size neredesiniz gelin bu ifsad vadisinden çıkın. Maksadı hafiniz dalaletinizin nedeni olur size yazık olur.

“Zemin ile asuman ortasında muallakta durdurulan bulut gayet hakimane ve rahimane bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine ab-ı hayat getirir ve hararet yaşamak ateşinin şiddetini tadil eder ve ihtiyaca göre  her yerin imdadına yetişir.” (90)

“Sonra gözünü çeker  aklına  bakar, kendi kendine der ki atılmış pamuk gibi bu camid şuursuz bulut  elbette bizleri bilmez  ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez.” (91)

Şimdi şu satırlarda sizin kafanızda yorumladığınız “yazdırıldı” fiilinin menfi izleri var mı, bakın söyleyin. Bu fiili paranteze alın Risale-i Nurları okuyun, sizi doğrulayan cümleleri bulun onları tartışalım, olmaz mı. Ama beyhude. İddianıza uygun veriler ve malzemeler bulun nesnel eleştiri yapın sonra konuşun.

Bir tarih profesörü, bir ilahiyatçı nasıl nesnel olmayan iftiraları topluma yaymak için gayret eder? Hayret ne hayret. Michelet dünya tarihinde tarihçi olarak özel bir adam. Otuz sekiz yılını Historie de France’yi yazmak için sarfetmiş. Sizler de yazın, yüzyıllık  siyasi, dini, edebi, felsefe tarihi. Gelip Bediüzzaman gibi bir şahsa takılıp kalmak sizi ilim adamı yapmaz kusura bakmayın müfteri yapar.

Himmet Uç

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: