Konferansı diğer yapılan konferanslardan ayıran özellik ise 2-3 tane talebe kardeşimizin düzenlemiş olmasaydı. Kısacası bu konferans bir “Boğaziçi Üniversitesi talebelerinin düzenlediği Bediüzzaman konferansıydı”.
Konferanstan iki hafta önce kardeşler oturup, kendi aralarında “İstanbul’da bir sürü etkinlik olacak, acaba hangilerine katılsak, tamda vizeler haftasına geliyor ama bir şekilde istifadede etmemiz lazım” diye kendi aralarında konuşurken, bir kardeş şakayla “Ya biz neden kendi konferansımızı düzenlemiyoruz ki!” der ama bu espiri mahiyetindeki söz bir anda hakikat olur ve kardeşler 2 hafta önce kafalarında oluşturdukları bu düşünceyi fiiliyata dökmek için harekete geçerler. Başka talebeler olsa “Ya vize haftasına geliyor, ders mi çalışalım yoksa konferans için hazırlıklar mı yapalım?” der ve vaz geçebilirlerdi. Bizim 2-3 boğaziçili kardeşimizse –ki zaten zeki çocuklardır ikisini bir arada götürebilirler- başlarlar faaliyete.
Konferans için birçok kişiye ulaşılır, konuşmacı olarak davet edilirler, son haftaya kaldığı için birçoğu müsait olmayacaktır tabi. Aynı zamanda sponsorda bulmak lazımdır, bu iş öyle bedavaya olmayacaktır. Hamidiye Vakfı’nın da desteğini arkalarına alarak Allah’ın izniyle bunların hepsinin üstesinden geleceklerdir.
Hazırlanan posterleri Boğaziçi Üniversite’sinin birçok yerine asacaklardır. Tabii bi takım kendini bilmezler bazı konferans posterlerini yırtsalar da okulda Üstad’ın konferans posterleri boy gösterip Boğaziçi adeta Üstad’ı vefat yıldönümünde selamlamış ve ona ilgi ve alakasını göstermiştir.
Biz ikindiden önce mekana vardığımızda, konferansı düzenleyenlerden biri olan Tugay kardeşimiz “Abi bugün bir sürü sınav vardı, yarında sınavlarımız var, inşallah sınav bahanesiyle konferansa talebe arkadaşlarımız gelmemezlik yapmaz, sizlerde dua edin sınavlarımızda konferansta iyi geçsin” sözleri birçok şeyi bizlere açıklıyordu. Konferansa sadece erkeklerin davet edilmesi ve sınav günlerine denk gelmesi bizi de korkutmuştu ama konferans başlayıp, sınavdan çıkan talebelerin salonu doldurması ve konuşmacıları büyük bir iştiyakla dinlemesi ise görülmeye değer bir hadiseydi.
Konferans Kur’an-ı Kerimden okunan güzel bir aşr-ı şerif ile başladı.
Konferans davetlileri arasında ilk konuşmayı Hamidiye Vakfı başkanı Cahit Cemal yaptı. Konuşmasına davete icabet edip gelen abilere teşekkürle başladıktan sonra “Risale-i Nur’da Tecdid” isimli gayet güzel bir konuşma yaptı.
Daha sonra 2. Konuşmacı olarak kürsüye Prof. Dr. Faris Kaya hocamız çıktı. Risale-i Nurlarla ilgili İikv’nin faaliyetlerini ve 95 yılından bu yana başlarından geçmiş olan nurlu hatıraları anlattı. Risale-i Nur’ların nasıl kalplere nüfuz ettiğini ve insanların alemini bir anda nasıl değiştirdiğini örneklerle izah etti. Bir iki hatırayı da biz nakledelim.
İran’da yapılan sempozyum sonrasında Mekke’de Seyyidler Cemaatinden bir alime sempozyumdan bahsedildikten sonra. “Siz nasıl böyle bir işe kalkışırsınız, bi kere onlar sünni bile değil şia’dırlar.” Sözleriyle sert çıkan âlime Faris hocamız 4. Lem’a’yı okur ve izah ettikten sonra o alim zat “Yo yo sizin bu yaptığınızı biz yapamazdık, siz bizden 300-400 ışık yılı İslamiyet’e hizmette ilerisiniz.” der ve yirmi civarı talebelerinin bulunduğu ortamda bu âlim şahıs sözlerine şöyle devam eder “Ben bugüne kadar hep ilim tahsilinde bulunmuşum, İslam’a hiç hizmet edememişim, bundan sonraki bütün mesaimi İslamiyet’e hizmete harcayacağım.” Bir profesör bunu söylerse gerisini siz tahmin edin.
Bir diğer hatıra; Rusya’da Türkçe bilmeyen bir zat’ın Risale-i Nur’ları Türkçesinden okuduğunu görünce sorar “Sen neden Türkçesinden okuyorsun, Rusça neden okumuyorsun?” “Tamam, ben Rusça okuyorum ama Türkçesinden aldığım lezzeti Rusçasından alamıyorum.” der o Rus zat cevap olarak.
3. olarak Kürsüye Ümit Şimşek hocamız gelecektir. Kendisi zaman kısıtlı olduğu için az konuşup öz konuşacaktır. “Görüyorsunuz, Risale-i Nur hizmetleri nereden gelip nereye gidiyor. Acaba bizler bu oynanan sahneler içerisinde hangi rollerde olacağız, bu güzel hadiselerin içerisinde bizlerde yer alabilecek miyiz? Bizim vazifemizde bu olmalı.” Manasında bir konuşma yaptı. Dünya Tiyatro’lar gününde bir nebzede olsa hayatımızı tiyatro sahnesine benzetip, tiyatroda doğru rolleri oynamamızı bizden istirham etti. En azından bizim anladığımız buydu.
Daha sonra kürsüye Mehmet Fırıncı Ağabey geçti. Üstadımızın arkada asılı duran Fatih camiinde çekilmiş fotoğrafını göstererek “Üstad hep böyle ciddi mi duruyor, diye bana soruyorlar. Aslında Üstadımızın ciddi bulunduğu haller vardı tabii ki ama bunun dışında latifede çokça yapmıştır.” Deyip hem ciddiyetiyle ilgili hem de yaptığı latifelerle ilgili birbirinden güzel hatıraları naklettikten sonra “Bana Risale-i Nur’ların sadeleştirmesiyle ilgili sorular soruyorlar. Ben sizin tabirinizle, fanatiğim ve Risale-i Nur’ların sadeleştirilmesine karşıyım.” dedi.
Son olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan hatta yüksek lisans yapan bir kardeşimiz çok kısa bir konuşma yaptı. “Bizler Üstadımızın kulluk cihetine de sımsıkı sarılıp, nafile namazlarımızı, teheccüdlerimizi, tesbihlerimizi, evrad ve ezkarlarımızı aynen Üstadımız gibi bırakmamalıyız, onun gibi itaat etmeliyiz.” Dedi.
Tugay kardeşimizin teşekkür konuşmasıyla konferans son buldu. Konferansın sunuculuğunu ise an itibariyle Moral fm’de sağlık programı yapan Cengiz Tan yapmıştı.
Akabinde akşam namazını kılmak üzere salonun üstündeki camiye geçip akşam namazını kıldık ve kardeşlerin daveti üzerine akşam yemeğini yemek için dersaneye geçtik. Akşam yemeği ve çaydan sonra dağıldık. Cenab-ı Hak yapmış oldukları hizmetleri kabul etsin inşallah.
Ruba Vakfı / NurNet.Org
Konferanstan çektiğimiz bazı fotoğraflar: