Bu Günkü Siyasetçilere Hz. Ömer’den Güzel Örnekler!

Peygamber Efendimizin vefatından sonra İslâm toplumundaki birlik ve beraberliğin, sosyal adalet dengesinin, sağlam itikadı yapının bozulmaması için Müslümanlara öncülük edecek bir şahsa biat etme gereği üzerinde durulmuştur. Peygamberimizin naaşı defnedilmeden önce ensar ailesinden bazıları Hazrec Kabilesi reisi Sa’d b. Ubade’ye biat etmek istiyorlardı. Durumdan haberdar olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrah’la yapılan müzakereler sonucunda Hz. Ebu Bekir’e biat kararı veriliyor.1

Hz. Ebu Bekir’e biat etmesinin nedenleri Hz. Ebu Bekir’in İslâm toplumunun idari işlerindeki faaliyetleri düzenleyebilecek kabiliyete sahip olması, Kureyş’e mensup olması, yaşı, tecrübesi, ilk Müslümanlardan olması ve Hz. Peygamberin en yakın arkadaşı olmasıydı. Devlet başkanının bu ölçülere göre seçilmesi Dört Halife devrinin (632–661) ortak özelliği olmuştur.

Hz. Ebu Bekir kendisinden sonra Hz. Ömer’in halife olmasını vasiyet etmişti. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’in halife sıfatının ağırlığını kaldıracak kabiliyette olduğunu görmüş ve Hz. Ömer’in halifeliğini önermiştir.

Bu gün İslam’da din ve siyaset birliği gibi bazı yorum hataları yapılmaktadır. İlk İslam toplumlarında, idare dinin emirlerine bağlı olduğu için sanki din ile siyaset birbirine bağlı biliniyor. Oysa din ile siyaset birbirinden ayrıdır. Din kalbe; siyaset akla hitap eder. Ne var ki, din ile siyaset birbirinden ayrıda olsa hassasiyet noktasında birbirine yardımcı olması gerekir. Hz. Ömer’in bir yönetici olarak kendisi için uygun gördüğü sıfat “emir’ül-müminin” (inananların emiri-yöneticisi) dir. “Emr” dünyevi iş, güç anlamında kullanılmaktadır.

Hz. Ömer hem halife hem devlet yöneticisi olmakla beraber, yöneticilik sıfatı ve yönetimde ki adaleti günümüz siyasetçilere güzel bir örnektir.

Bediüzzaman Hazretleri de yönetimin (siyasetin) akla ve uzmanlığa dayalı dünyevi bir iş olduğunu belirtmektedir. Ona göre hamiyet ayrıdır, iş ayrıdır. Bir kalb ve vicdan İslam’ın faziletleriyle süslenmez ise ondan gerçek hamiyet, sadakat ve adalet beklenilmez. İş ve sanat ayrı bir uzmanlık olduğu için yönetim konusunda ehliyet ve marifete önem verilmelidir. Bediüzzaman’a göre, salahat ve marifetin bir arada olması arzu edilir bir şeydir, ancak bu ikisinin bir arada olması çok düşük bir ihtimal olduğu için yönetimde maharet, salahate tercih edilir. Fasık bir adam güzel çobanlık yapabilir, ayyaş bir adam ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir.2

Hazreti Ömer (ra) hem halife hem de devlet yöneticisi idi. Peygamberimizin,(a.s.m) “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.” hadi­sini devamlı hatırında tutardı. Bu maksatla, her günün akşa­mında kendi kendine, “Ey Ömer, bugün Allah için ne yaptın?” diye sorardı?

Ölümü her gün kendisine hatırlatacak birini vazifelendirmişti. Saçına beyaz kıllar düştükten sonra, vazifelendirdiği bu zata, “Artık sana ihtiyaç kalmadı.” di­yerek vazifesine son verdi.

Fırat Nehri kena­rında bir koyun kaybolsa, onun hesabını dahi Allah’ın kendinden soracağına inanıyordu.

Hz. Ömer (r.a.), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu.

Oğlu Abdullah, babasına:

“Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sa­na vereyim de, kendine güzel bir elbise yaptır.” demişti.

Hz. Ömer de oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırmıştı.

Birkaç gün sonra, üzerinde bu elbise olduğu hâlde bir konuşma yapmak için minbere çıkmıştı.

“Ey müminler! Beni dinleyin ve bana uyun.” der. arka saflarda biri itiraz eder.

“Ey müminlerin emîri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum! Çün­kü sen, Allah ve Resul’ünün yolundan gitmiyorsun!” dedi.

Halife bu büyük iddia karşısında sarsıldı:
“Neden?” diye sordu.
O zat sebebini şöyle izah etti:
“Ganimet taksiminde, bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği hâlde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptır­mışsın!”
Hz. Ömer, hesabını veremeyeceği bir iddiayla karşılaşmayı bekliyordu. Bu­nu duyun­ca rahatlamıştı. Cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah’a (r.a.) işaret etti. Hz. Abdullah da kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi.
Halk sevinçliydi. Gözler ikazda bulunan zata yönelmişti. O zat ayağa kalktı ve:

“Şimdi konuş, ey müminlerin emîri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.” dedi.

Bunun üzerine ellerini Rabb’ine açan adalet kutbu Halife Ömer şöyle dua et­ti:
“Ey Rabb’im! Sana sonsuz hamd ediyorum ki, beni, yapacağım hatalardan do­layı ikaz edecek bir ümmete halife etmişsin.”
Hz. Ömer, hilafeti zamanında sık sık Medine sokaklarında dolaşır, halkın du­rumunu kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini tespite çalışırdı.
Bir gece dolaşırken bir evden çocuk ağlamaları işitti. Hz. Ömer, çocukların niçin ağladığını sordu. Kadın, iki günden beri aç olduklarını, bundan dolayı ağladıklarını, onları avu­tup uyutmak için boş tencereyi karıştırıp durduğunu söyledi.
Hz. Ömer bu cevap üzerine irkildi.
“Biraz bekle, ben hemen ge­liyorum.” dedi.
Hemen koşup bir miktar un ve yağ sırtladı. Hizmetçisi de yanın­daydı. Torbayı taşımak için ısrar ettiyse de, Hz. Ömer:
“Kıyamet günü benim yükümü de taşıyacak mısın?” diyerek onun isteğini reddetti.
Hz. Ömer bir defasında birinin dilendiğini gördü. Yanına yaklaştı. Bu bir gayrimüslimdi. Niçin dilendiğini sordu. İhtiyar, cizye verdiğini, bu sebeple fa­kir düştüğünü, cizye verecek durumda olmadığını söyledi.
Adalet güneşi Hz. Ömer, onu yanına aldı, hazineden kendisine maaş bağladı. Sonra da şöyle dedi:

“Genç iken bunları çalıştırıp, yaşlandıkları zaman da sokağa atamayız.”

Ey siyasetçiler! İşte Salahatta bu, maharette bu, idare de budur… Devletine, milletine hayırlı iş ve hizmette bulunmak isteyenler, bu anlayışla halkın karşısına çıksın, ben de bir hizmetkârım, efkârını beyan etsin. Yoksa birbirlerini çekişmeyle, kusur aramayla, yalan ve iftiralarla reisliğe talip olunmaz. Bu millet kimin ne olduğunu, kamet-ı kıymetlerini çoktan anlamış, boş laflarla hülyalarla kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın, vesselam…

Rüstem Garzanlı/Diyarbekir

www.NurNet.org

1 Mart 2014

Sözcük:

Salahat: Dindarlık

Maharet: Uzmanlık

Fasık: Günahkâr

 

Alıntılar:

1-Taberi, 3, 206

2-Münazarat, y.a.neşr. s. 56