Çalınan Kumaş

Bir adam, en iyi kumaştan bir elbiselik almış. Şalvar ve cübbe diktirecekmiş. Tanıdıkları demiş ki: “Bu havalideki terziler senin kumaşını çalar ve elbisen daracık olur.” Adam, “Asla!” demiş: “ben başında durur biçtiririm; kimse bir şey çalamaz!

Adam kıymetli kumaşı almış, bir terziye gitmiş. Kumaşı masaya koymuş. “Ölçümü alıp, kumaşı biçiniz.” demiş. Terzi, “baş üstüne” deyip, işe koyulmuş. Bu arada müşterisini eğlendirmek için bir şeyler anlatmış. Adam başlamış gülmeye. Öyle gülmüş ki gözleri yaşarmış. Terzi bir parça kumaşı kesip, tezgahın altına atmış. Sonra bir fıkra daha anlatmış. Adam kasıklarını tuta tuta gülmüş. Terzi, bir parça daha kumaş kesip saklamış. Tekrar onu eğlendirecek bir şeyler anlatmış. Adam gülmekten yerlere yatacakmış.

Terzi ciddileşmiş ve demiş ki: “Be adam, o kadar güldün eğlendin ki, neredeyse bu kumaştan sana bir elbise çıkmayacak!

Adam o zaman gerçeği anlamış, “Öyle ya, ben kumaşı çaldırmamak için burada bulunuyorum. Amma gülmekten malıma sahip çıkamadım.” diye üzülmüş.

Bugün ne elbise, ne hırsız terzi var. Asırlar öncesine ait bir ibret levhası önümüze konmuş. Fakat şurası bir gerçek ki, her insan malına sahip çıkmak ister.

Parasını, kalemini, çantasını kaybetmek istemez. En ucuz, en kıymetsiz şeyleri kaybetmek istemeyen insan, ömür gibi çok kıymetli bir şeyini boşa harcar, kaybeder, bir bakıma çaldırır.

Mevlânâ diyor ki: “Senin ömrün bir kıymetli kumaş gibidir. Onu çaldırmak istemeyenler dahi, eğlencelere dalıp yine çaldırıyor. 80 sene yaşayan bir insan, son günlerinde, ‘eyvah! ömrüm kuş tüyü gibi uçup gitmiş!’ der.” Ölüm, bir istasyon, bir terminal, bir otogar… Bir yolculuk, bir ayrılık noktası. El sallayan, gözyaşı döken olabilir; kalanları bırak, giden nereye gidiyor?

Müslüman, İslamiyet’i yaşarsa, ömür kumaşının üzerini en iyi nakışlarla işlemiş olur. Kumaş değer kazanır. İslamiyet’e uygun olan her iş ibadet sayılır; sadece ahireti cennet olmaz, dünyası da cennet olur.

Gafletteki adam kozadaki ipek böceğine benzer. O kendi dünyasından memnundur. Kaynar suya atılacağını bilemez.

Mesela devekuşuna demişler ki, kuş isen uç! Hayır, demiş, ben deveyim. Deve isen yük taşı, demişler. Hayır, demiş, ben kuşum… İnsan da böylesine mazeretlerle yüklüdür. Her türlü ibadete bir mazeret uydurur. Devekuşu olur. Devekuşu, başını kuma sokuyor. Kendisi avcıyı görmüyor fakat avcı onun gövdesini görüyor ve onu avlıyor. Gafil insan da kafasını eğlenceler, menfaatler, zevkler alemine sokar; İslami gerçekleri görmez. Fakat Allah onu görüyor.

Her şeyin bozulduğu bir dünyada, şartlar Hicret’teki kadar ağır değildir. Kurtulmak isteyene yollar açıktır.

Hekimoğlu İsmail