Kategori arşivi: Güncel Haber

Yozgat’ta koca bir çınar ebediyete göçtü: Ünal Şaşmaz ağabey!

Birçok insanın imanını kurtulmasına vesile olan Yozgat eşraflarından ve Risale-i Nur’ların kadim talebelerinden Ünal Şaşmaz ağabey 8.02.2022 tarihinde kalp krizi geçirerek ahirete irtihal etmiştir.
Allah rahmet eylesin? ruhu şadolsun…

Ailesine ve tüm sevenlerine Cenab-ı Allah, sabır ihsan eylesin…inşallah

Not: Cenazesi 9.02.2022 çarşamba günü Yozgat Çapanoğlu camisinde öğle namazına müteakiben Çatak mezarlığına defin edilecektir .

Ruhu için el-fatiha

Vicdanlara sesleniş! Bir insan neden canına kıyar?

Vicdanlara Sesleniş !

Enes Kara’nın anne babasına, kardeşlerine ve bütün milletimize başsağlığı diliyorum, Rabbimiz sabr-ı cemil ihsan eylesin.

Mühim ve esas olan, ölümün yeri zamanı değil, ölüme gidiş sebebi ve keyfiyeti iken, ekser nazar perde arkasını göremediğinden, görünen kısmından da biraz bahsedelim inşallah.

Bir insanın dünyayı anlamlandıramayıp hayatına son vermesini işiten herkesin, müteessir olup “Bir gencin bu elim yolu tercih etmesi nedendir? Benim bu hadisede hissem nedir? Acaba elimden bir şey gelebilir miydi?” demesi gerekirken; bunun yerine, meseleye vâkıf olmadan birilerini suçlaması ve karalaması en hafif ifadeyle acizliktir.

Kendi istek ve kabiliyetlerinden farklı alana yönlendirilen, hayatın doğal seyri ve eğitim sistemindeki hatalarımızın getirdiği yükün altında yorulan bu gencin, makas değiştirmek yerine kolay ama mesuliyetli bir yolu, intiharı seçmesine sebep olan nedir? Bunun teşhis edilip bundan sonrası için tedbir alınması gerekiyor. Gençlerimizin çocukluk döneminde istidat ve kabiliyetlerini tespit edip severek ve isteyerek yapacakları mesleklere yönlendirmek çok önemlidir.

İstemediği işi ve mesleği yapan insanlar bir ömür verimsiz ve huzursuz olacaklardır. 

Bizde “Oğlum/kızım, büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna klasik cevabımız hep doktor, öğretmen, avukat, mühendis oldu. Sonra aferinler geldi ve diğer onca kıymetli meslek ıskartaya düştü. O çocuk mesela “Esnaf, balıkçı, çiftçi, sanatkâr olacağım.” dese iltifat göremezdi. Halbuki dünyanın en önemli çekirdek sektörleri ve lokomotifi bunlardır. 

Ülkemizde çok büyük bir kesim sevdiği ve istediği işi değil, statü ve para kazanacağı işi yapıyor. Çünkü hep böyle yönlendirildik. Halbuki kabiliyetlere ve isteğe göre insanlara, vatana faydalı olmak saikasıyla olsa, çok daha güzel ve şevkli olacaktı.

Her meslek, güzel bir niyet ile, kudsî ve değerlidir. 

Enes kardeşimiz, bir cemaate ait mekânda kaldığı ve bu dönemde intihar ettiği için bütün cemaat, dernek ve vakıflara dil uzatan heriflere cevap vermek israf olur mu diye tereddüt ederken, bilmediğinden ve samimi duygularla konuşanlar da olabileceğini düşünerek, birkaç kelam etmek isterim.

ENES’İN KALDIĞI YER

Videoda Enes’in de anlattığı gibi kaldığı yerde beş vakit namaz kılınıyor, kitap okunuyor, dersler okunuyor ve hafta sonu temizlik yapılıyor, oradan beklenen program da budur.  Ders çalışmak için de müsait ortam ve vakit var. Kalanlar bu sebeple kalır, anne babalar da bu yüzden evlatlarının orada kalmasını isterler.

Bilemiyorum tenkid edenler, oralarda ne yapılmasını istiyorlar!

Vakıf ve dernek yurtlarında görevli olan gönüllüler, iyi niyetle, fedakârlıkla, sabırla gençleri muhafaza etmeye çalışıyorlar. Bununla beraber bu hadise gösterdi ki, yetişkin çocuğu için kalma talebinde bulunan aileye sorulması gereken ilk soru, “Çocuk kendisi kalmak istiyor mu?” olmalıdır. İstemiyorsa almamak, Anne babasının hatırı için kalmak istiyorsa bir-iki aylık süreyle misafir etmek, sonunda severek isteyerek kalıyorsa devam ettirmek, istemiyorsa kalmak istediği yere dualarla yolcu etmektir.

ENES’İN HALETİ RUHİYESİ

Enes, istemediği bir bölümde okuyor ve istemediği bir yerde kalıyor. Gelecekten gelen endişeler onun hayata tutunma sevinç ve azmini elinden almış.

Enes’in, aile bireyleriyle, üniversitedeki arkadaşlarıyla, aynı evi paylaştığı arkadaşlarıyla sağlıklı bir diyalog ve şeffaf bir paylaşımı yok, içine kapanmış bir genç. Telefon ve İnternet bağımlılığı var. Kendisini ateist olarak tanımlıyor. Dayanak noktası olan imanını inancını kaybetmiş. Bunların irdelenmesi gerekiyor. İntiharın en büyük sebebi bu halet-i ruhiyedir. 

Zira zorluklar ve sıkıntılar tek başına intihara sebep olsaydı, her insanın hayatında en az beş-on defa intihar etmesi gerekirdi.

ÇIKARILMASI GEREKEN DERS

Bir insan doğru ve yanlışı ayırabilecek yaşa geldiğinde ona kendi kararlarını verme hakkı verilmelidir. Zira doğrudan fayda görmesi de kendi hür iradesiyle tercih etmesine bağlıdır. Bizler rehber ve örnek olma vazifesini yapıp sonra yetişkin bir birey olduğunu kabul ederek kararı ona bırakmalıyız. Küçükken çocuklar tatlı bir sertlikle yönlendirilebilir. Zira çocuk doğru nedir, bilemeyebilir. Mesela okula gidip gitmemeyi çocuğa bıraksan çocuk gitmemeyi isteyebilir, bu doğru olmaz. Fakat çocukluk bitip, gençlik başladığında, çocukla istişare edip tercih yapma hakkı verilmelidir. Bir baba veya anne “Benim çocuğum büyüdüğünde de hata yapabilir.” diyebilir. Evet doğrudur; o da, biz de hata yapabiliriz. Ölçümüz sünnet-i seniyedir. Bizim anne baba olarak bir ömür vazifemiz devam eder ama sadece doğruları tebliğ eder, netice için Allah’a dua ederiz.

Cenab-ı Hak kuluna kitaplarla ve peygamberle Hakkı tebliğ ediyor, tercihi kuluna bırakıyor.

CEMAAT NEDİR?

“Cemaat yurdunda intihar etti. Buralar kapatılmalı!” diyenlere bir sorumuz olsa.

Kendi evinde intihar eden gençler; liselerde, üniversitelerde okurken veya görev yaparken intihar eden öğrenci ve öğretmenler, kendi başına sıkan iş adamları, intihar eden milletvekilleri, intihar eden psikiyatri profesörü, yolcularla beraber uçağı düşürerek intihar eden pilot, intihar eden asker ve polisler, düğününe iki gün kala veya düğününden iki gün sonra intihar eden damat ve gelinler, tatile gittiği tatil köyünde veya otelinde intihar edenler, İsviçre gibi bazı batı ülkelerinde ötanazi (resmi intihar izni) ile intihar edenler ile ilgili yorumunuzu ve tavsiyelerinizi çok merak ediyorum.

Dünyayı kapatmak isteyeceğinizi hiç sanmıyorum, çünkü onu çok seviyorsunuz ve şimdilik başka gidecek yerimiz de yok!

Cemaatlere veya bir cemaate mensup olana yabani bakan kardeşim! Sen de bir cemaate mensupsun. Bir maksat için bir araya gelmiş grup ve güruhlar da bir cemaattir. Sen de senin gibi düşünen ve yaşamak isteyenler cemaatine mensupsun.

İnananlar cemaati, inanmayanlar cemaati, sağcılar cemaati, solcular cemaati, ortacılar cemaatinden tut ta güvercin severler cemaatine kadar cemaatler var. Yani bir cemaate mensup olmayan yok. Dilediğiniz cemaate girebilir, dilediğiniz yere gidebilirsiniz. 

Bırakın en büyük meselesi, “Nereden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz, bu dünyada işiniz nedir?” suallerine doğru cevabı bulup, Allah’ın rızasını kazanarak, cehennemden kurtulup cenneti kazanmak isteyenler, diledikleri gibi bir araya gelsinler. Zaten siz istemeseniz de gelecekler vazifelerini yapacaklar.

Gelin samimiyseniz hep beraber bir insan neden canına kıyar bunun sebebini bulalım ve dünyamıza ve ebedi saadetimize zarar verecek bu fiilden kendimizi ve insanları koruyalım. 

Hayatı, dünyayı ve bütün güzellikleri Kur’an ve onun bu zamanın hastalıklarına şifa olan hakiki bir tefsiri Risale-i Nur’dan öğrenmiş bir birey olarak, doğruyu arayanları, okumaya ve düşünmeye davet ediyorum.

Hasan Said Yılmaz

Fransızca Lemalar Basıldı

Risale-i Nurun Sesi gürleşiyor. Sözler Neşriyat tarafından Lemalar eserinin Fransızca tercümesi basıldı.

Kitap hakkında;

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – LES ECLAIRS – LEMALAR – FRANSIZCA

CİLT      : VİNLEKS
EBAT    : ORTA BOY (16 x 22 cm)
KAĞIT  : IVORY (70 gr)
BASKI  : RENKLİ BASKI
SAYFA  : 639 SAYFA

 

Kitap Temini için tıklayınız

LEM’ALAR

  • Allah’ın varlığı, birliği ve isimlerinin bu âlemdeki tecellileri, atomdan galaksilere kadar herşey, O’nun eseri ve icadı olduğu.
  • Maddeperest olup akılları gözlerine inenleri susturan ve bir kıs­mını inşâallah imana getiren “Tabiat Risalesi”
  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yaşadığı hayat, gerçek saadetin ve insanca yaşamanın tek yolu olduğu.
  • Alevilik ve Şialık nedir? Temelde Ehl-i Sünnet ile aralarındaki mes’ele nedir? Hem çareleri nelerdir?
  • İktisadın ne kadar lüzumlu olduğu, israfın ne kadar zararlı olduğu.
  • Hastalara gerçek teselli veren devalar.
  • İhtiyarlığın hakiki mahiyeti ve imanlı ihtiyarlıktaki manevi sürur ve zevkler.
  • Tesettürün sebep ve hikmetleri.
  • İhlâs’ın nasıl kazanılacağı ve muhafazası.
  • Hangi lezzetler hakikidir, hangileri aldatıcı?

Lem’alar, hayatınıza huzur veren yeni manalar kazandıracaktır.

 

www.NurNet.org

Eyyâm-ı Bıyd Orucu’nun Hikmetleri

Soru: Her ayın 13-14-15’inde oruç tutma ile insanın biyolojik bağlantısı, kâinatın bağlantısı ve dinî bağlantısı nedir?

Cevap: Eyyâm-ı bîyd orucu, çok yönlü ele alınması gereken bir hakikattir. Bu meseleye psikoloji, astronomi, fizyoloji, biyoloji, coğrafya, fıkıh, tasavvuf, ahlak gibi boyutlarla bakılabilir.

Astronomi, coğrafya, biyoloji, fizyoloji ve psikoloji bilimleri bağlamında meseleye bakılırsa: Yeryüzündeki hayat ve şartlar güneşle bağlantılı olduğu gibi ay ile de bağlıdır. Deniz kıyılarında meydana gelen med-cezir olayları ayın yakınlığı ile Allah’ın dünya üzerine koyduğu bir kanundur. Ay dünyaya yaklaştıkça, “cezir” (çekilme) olur; Ay uzaklaştıkça “med” (ilerleme) meydana gelir. Ayın dünyaya en yakın olduğu zamanlar ayın dolunay halinde gerçekleşir. Bu ise ay takvimi olan hicrî takvimde her ayın 13-14-15’ine bu tekabül eder. Bu med-cezir hadiseleri âfâki manada deniz, okyanus kıyılarında kendini net gösterir. Enfüsî manada insan bedeninde de etkisini gösterir. Çünkü insan vücudunun, çocuklukta %70-71’i, yetişkinlikte ise %60’ı, sudur. İnsanın kanı temelde suya dayanır. Bu noktada her ayın 13-14-15’inde insanın kanındaki çekilme ve dalgalanma zirveye varır. İnsanın kanındaki bu dalgalanma insanın psikolojisini etkiler. Bu durum ise insanı suça teşvik eden duygusal boyutları tetikler. Öfke ve şehvet gibi… Amerika’da yapılan bazı araştırmalar suç oranlarının ay takvimiyle bu günlerde zirve yaptığını göstermiştir. Tam bu noktada Hz. Peygamber’in o 3 gün art arda oruç tutulmasına yönelik tavsiyesi, tam manasıyla kasdî bir uygulama ve koruyucu bir hekimliktir. Bu noktada insan biyolojisi ile kâinat arasındaki ciddî bağlantı net olarak görünüyor.

Din felsefesi, fıkıh ve dinî yaşam bilimleri boyutuyla konuya bakılırsa: Ay ve insan psikolojisi ve neticede sosyal hayat problemleri arasındaki ilişki Kur’anda şöyle ifade edilir:

Felak suresi’nde “ve min şerri ğâsıkin iza vekab” âyeti bulunuyor. Bir gün dolunay zamanında veya ayın göründüğü başka bir vakitte Resulullah (ASM), Hz. Aişe’ye

-“Felak suresindeki ‘Ğâsık’ nedir, biliyor musun?” diye sorar. O da:

-Allah ve Resulü daha iyi bilir, der. Bunun üzerine Resulullah (ASM) parmağıyla ayı göstererek:

-“Ğâsık, odur” der.[1]

Felak suresini, bu hadisle beraber okuduğumuzda görüyoruz ki ayın şerri vardır ve insanı kötülüğe sevk eden güçlü bir bağlantısı bulunuyor. Resulullah ayın şerrinden korunma ve dolayısıyla İslamiyetin sosyal hayat düzenini koruma noktasında başta Ebu Hureyre (RA) olmak üzere bazı sahabelere her ayın 13-14-15’inde “Eyyâm-ı Bîyd” (Beyaz, parlak günler) adı altında oruç tutmalarını tavsiye eder. Onlar da bu tavsiyeye uyarak oruç tuttuklarını ifade ederler. Kendisi de bu oruca devam etmiştir. Eşi Hz. Hafsa bint-i Ömer (R.Anhuma) der ki:

“Dört şeyi Resûlüllah (asm) Efendimiz hemen hemen hiç terk etmedi diyebilirim: Âşûrâ orucu, Zilhicce’nin ilk on gününün orucu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir de sabah farzından önce iki rek’at namaz…”[2]

Arap dili ve edebiyatı noktasında eyyâm-ı bıyd tabirine bakılırsa: Arapça’da “eyyâm” özel günler için kullanılan bir tabirdir. Cahiliye döneminde eyyâm kelimesi, savaş, kıtlık ve benzeri önemli vak’aları ifadede kullanılmaktaydı. Bu yönden de bakılırsa, ayın 13-14-15’i o ay içindeki özel ve önemli günlerdir diye de anlaşılabilir. O günlerin gündüzünü oruçla değerlendirmek ve gecesini ise ilim, zikir ve ibadetle geçirmek dil felsefesi açısından da önem arz etmektedir.

Fıkıh bilimi açısından eyyâm-ı bıyda bakılırsa: Hadislerde vurgulandığı ve âyette ifade edildiği üzere, 1 iyilik 10 olarak yazılır.[3] Her ay ortalama 30 gündür. Bu durumda her aydan 3 gün oruç tutan kişi, 30 gün tutmuş olarak sevap alır. Her ay bu orucu tutan kişi ömür boyu oruç tutmuş gibi olur. Bu konuda Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

“(Ramazan ayının dışında ) Oruç tutmak istediğin zaman, ayın 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tut.”[4]

“Kim her aydan üç gün oruç tutarsa ömür boyu oruç tutmuş gibi olur.”[5]

Coğrafya ve kozmografya bilimleri noktasından bakılırsa burada senenin 365 gün olduğuna da bir işaret bulunuyor. Çünkü Hz. Peygamber’in ifade ettiği üzere Ramazan Bayramı’nın 1. Günü ve Kurban Bayramı’nın 4 günü oruç tutmak haramdır.[6] Bu durumda oruç tutulabilen ve her aydan eyyam-ı bıyd orucu tutmakla oruç tutulmuş sayılan 360 güne, 5 gün de oruç tutulması haram olan günlerin sayısı eklenirse bir yılın 365 gün olduğu sonucu ortaya çıkar. Bu ise, coğrafya ve kozmografya bilimine dair dinin bir nüktesi olur.

Psikoloji, psikoterapi, nefis tezkiyesi ve ahlak bilimi noktasından bakılırsa: Her ay bu 3 gün art arda oruç tutmak, insanın kanındaki faaliyetlerden beslenen nefs-i emmarenin[7] tezkiyesine yol açtığı gibi duygusal dalgalanmaları yol açacağı taşkınlıkları da kırar. Orucun periyodik olarak sürekliliği nefis tezkiyesinin sürekliliğine yol açıp şahsa tezkiye şuuru ve otokontrol mantığı verir. Bu 3 gün her ay nefsin öfke ve şehvetinin depreştiği zaman dilimi olduğu, bunun ay tarafından tetiklendiği ve bu depreşmeyi durdurmak için oruç iklimine girmek gerektiğini algısı kökleşir ve kemikleşir. Çünkü oruç, nefis tezkiyesi; namaz, enaniyet terbiyesi; zekât ise, mal tezkiyesidir. Bu orucu 3 ay tutmayıp 3 ay art arda tutan kişi o günlerdeki kendi psikolojilerini ve sonralarını kayıt altına alsa farklarını kendinde gözlemleyebilir. Orucun nefis tezkiyesi yönünü ve şerden insanın uzaklaştırmasını fark edebilir. Bu çerçevede eyyâm-ı bıyd tam bir psikolojik gözlem aracı, psikoterapik bir faaliyet olmaktadır. Ayrıca insanın ahlakı, kendinde aklî-gadabî-şehevî kuvvetlerin dengeye getirilmesi ile tahakkuk ettiğinden, bu kuvvetler ise oruç ve namaz gibi ibadetlerle kendilerine karşı bilgi ve hikmetle yapılan mücadelelerle dengelendiğinden, insanın bu kuvvetlerinin ayın 13-14-15. günlerinde dalgalanması zirve yaptığından eyyâm-ı bıyd orucu ahlakın tahakkukunda kilit rol oynar. Ahlakın sabitleşmesi ile seciye (karakter ve duygusal dinginlik) meydana gelir. Ahlakı gerçek ahlak kılan ise sabitleşmesidir. Bu sabitleşme ise kuvvetlerle mücadelenin sürekliliğini gerektirir. Bu durumda her ay periyodik olarak yenilen eyyâm-ı bıyd orucu ömür boyu süren bir ahlakî tahakkuk ve seciye kazanım yolculuğunu insana yaptırır. Bu çerçevede dinin tavsiye ettiği bu oruç ahlak felsefesi açısından tam bir mucizedir.

Usul-u fıkıh ilmi açısından bakılırsa: Hadislerde bildirildiği ve uyarıldığı üzere yalnızca Cuma, Cumartesi veya Pazar tutmak mekruhtur. Hz. Peygamber şöyle der: “Kimse Cuma günü oruç tutmasın. Ancak bir gün önceden veya sonradan oruç tutuyorsa bu takdirde Cuma günü de oruç tutabilir.”[8]

“Allah’ın farz kıldığı oruç dışında, sadece cumartesi günü oruç tutmayın. Eğer üzüm kabuğu ve ağaç dalından başka bir şey bulamazsanız bile o gün onları çiğneyerek oruç tutmadığınızı gösterin.”[9]

“Cumartesi ve pazar günleri müşriklerin bayram günleridir. Ben onlara muhalefet etmek isterim.”[10]

Cumartesi ve Pazar günleri orucunun bir hikmeti ise ehl-i kitaba muhalefettir. Tek Cumartesi orucu, Yahudilere benzemektir; Pazar orucu, Hıristiyanlara benzemektir. Cuma ise müminlerin bayramıdır. Bu 3 günden herhangi birini tutmak mekruhtur. Cumartesi-pazarı birleştirip tutmak ise müşriklere benzemektir. Bu da Allah resulü tarafından yasaklanmıştır. Fakat 3’ünü art arda tutmak dinen engel teşkil etmez. Bu çerçevede ayın 13-14-15’i hangi günlere gelirse gelsin nafile oruç tutmak caizdir. 13’ü cuma dahi olsa eyyâm-ı bıyd orucu tutulabilir. Ayrıca bir günlük orucun tesiri ile 3 gün art arda tutulan orucun şahıs üzerindeki etkisi arasında büyük fark olduğu tecrübelerle sabittir. Bu manada bir günlük orucun tesiri, 1 rakamı ile anlatılırsa 3 gün art arda oruç 111 etkisi uyandırır. Bu çerçevede eyyâm-ı bıyd orucu, orucun bağımlılık kırıcı yapısını ve ruhani etkisini gösteren bir paket programı ifade eder. Bu noktada hadis, sahih bir nafile oruç mantığını öğreterek fıkhî bir pencereyi de açar.

Sembolizm ve manevi ilimler noktasından bakılırsa: İnsan aklı bir ay gibidir. Kur’an ve vahiy ise bir güneş gibidir. Ayın kendine has ışığı yoktur. O, güneşten aldığı ışığı gösterir. Aynen bu ilişki gibi insanlar da bilgilerini, kâinattan veya doğrudan vahiyden alırlar. Akıl, bilgi üreten bir üreteç değil dıştan gelen bilgiyi işleyen, süzen ve ayrıştıran bir fabrikadır. Bu manada insanların akılları tam manasıyla bir ay gibidir. İnsan aklının bilgi kaynakları, yaşanan anda insanı çevreleyen âlemden “göz” ile alınan bilgiler; geçmiş zamandan nakledilen veya insanın bulunulan anda gözlemleyemediği olaylardan “kulağına” aktarılan haberler; kişini duygularıyla sezdiği veya “kalbine” doğan manalardır. Vahiy, kalbe doğan mana ve hakikatlerdir. Fenler ise, kevnî âyetlerden oluşan Kâinat Kitabı’ndan göze yansıyan ve kulağa gelen kanun ve hakikatlerdir. Bu manada ay ve insan aklı arasında tam bir örtüşme ve benzeşme vardır. Bu ilişki çerçevesinde bakılırsa aydaki ışığın sürekli değişimi gösteriyor ki, bir insan düzenli bir tefekkür yapsa, kâinat ve Kur’andan aldığı ve diğer insanlara yansıttığı ilim ve hikmet ışığı her ayın 13-14-15’inde tavan yapacak demektir. Yani insan zihninin her ay en keskin olduğu zaman dilimi, aynı zamanda öfke ve şehvet güçlerinin de tavan yaptığı dönemdir. Bu noktada din, insan aklı için bir fırsat olan bu günlerde öfke ve şehvetin dumanlarıyla onun bulanması ve kör olmasını engellemek için o günlerde oruç tutulmasını emretmesi muazzam bir keşif ve tavsiyedir. Eyyâm-ı bıyd orucu bu manada verimli sonuçlar doğurur. Bu çift taraflı mücadele her ay insana bir konuyu dolunay gibi parlak ve net bir ilim seviyesine ulaştırma imkanı verir. Bu noktada ayın 13-14-15. Günleri, tam manasıyla Risale-i Nur, Fütuhat-ı Mekkiyye ve benzerleri gibi tefekkür ederek okunacak kitapların okunacağı ve art arda toplu müzakere şeklinde incelenerek ders yapılacağı günlerdir.

[1] Tirmizî, Tefsir, Felak suresi.

[2] Ahmed bin Hanbel, Nesâi.

[3] En’am suresi, 160.

[4] Suyuti, el-Camiu’s-Sagir, 1/66 H. No: 892.

[5] Tirmizî, Savm, 54, III, 135.

[6] Buhârî, Savm, 66-67.

[7] Arapça’da nefis kelimesi, NFS kökünden gelmesiyle, kadınların doğum sonrası 40 gün süren kan gelmesi dönemine verilen “nifas” kavramıyla bağlantılıdır. Yani nefis, kandan meydana gelen, kandan beslenen canlı yapı demektir.

[8] Ebû Davud, ”Savm”, 50.

[9] Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Îbn Mâce, Ebû Dâvûd ve Hâkim.

[10] Neseî, Cum’a: 1.

Sünnet-i Seniyyenin Önemi-2

İkinci Mes’ele: Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Hakîm’de:   ferman eder. Rivayât-ı sahiha ile Hazret-i Âişe-i Sıddîka (R.A.) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tarif ettikleri zaman “Hulukuhu’l-Kur’ân” diye tarif ediyorlardı. Yâni: “Kur’ân’ın beyân ettiği mehâsin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Ve o mehâsini en ziyâde imtisal eden ve fıtraten o mehâsin üstünde yaratılan odur.”

İşte böyle bir zâtın ef’al, ahvâl, akvâl ve harekâtının herbirisi, nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona îman eden ve ümmetinden olan gafillerin, (sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divâneler de anlar.

Kalem suresindeki âyeti birkaç şekilde ele alabiliriz:

“ İnneke ” ifadesi gözle göründüğü üzere sen sabit bir ahlak üzeresin, anlamına gelir. İnne, işin hakikatli olduğunu bildirir. Yani Hz. Peygamber (ASM) ahlakın hakikatine ermiş, ahlak nasıl elde edilir bilen, buna göre ömür boyut köklü bir ahlak üzere yaşayan ve ilerleyen biri olarak göze görünüyor. Ahlkı, gözle görüldüğü için dost ve düşman herkes kabul etmek zorunda kalıyor.

“ Hulukin azîm” tabiri ahlakının kemikleşmiş, kırılmaz ve değişmez bir hal aldığına işaret ediyor. Azîm kelimesi, kemikli yapı anlamına da geliyor. Yani Hz. Peygamber (ASM) hem büyük, hem sınırları görülemeyen, hem kemikleşmiş bir ahlak sahibiydi.

“ Alâ ” tabiri Onun, ahlakı üzerinde hâkim olduğunu, ahlakının oturup seciye (karakter) haline geldiğini ifade eder. İnsan sayısız duyguların mahzenidir. Kalbin kendine has duyguları bulunuyor; ruhun kendine has duyguları mevcuttur. Kalbin duyguları fakr, sevgi ve merhamet merkezlidir. Buna mukabil ruhun duyguları acz, korku ve şefkat odaklıdır. Kalbin duygularının terbiye edilmesi, “ ahlak ” a yol açar. Ruhun duygularının terbiyesi ise “edeb”e… Ahlak, kalbin Esma-yı Hüsna’ya mazhar olmasıdır. Edeb ise, ruhun Esma-yı Hüsna’ya aynalık seviyesidir.

Kur’an, kâinattaki sünnetullahın tercümesidir. Yani fıtrat kanunlarının… Sünnet-i Seniyye bu manada kâinattaki sünnetullah kanunlarının yaşanılmış halidir. Yaşanan Kur’andır. Bu açıdan Hz. Peygamber (ASM) fıtrat düzeniyle barışık bir din getirdi; insanı fıtrat âlemiyle bütünleştirdi. Bu şekilde müminlerin hayatı, fıtrat âlemindeki İlâhî ahlakın tecellilerini, hilkatin güzelliklerini kendinde gösterecek bir şekle büründü. Ahsen-i Takvim meselesi bu noktayı anlatır. Kur’anın bildirdiği bütün hilkat ve ahlak güzelliklerini Hz. Peygamber (ASM) bizzat yaşadığı için Hz. Aişe-i Sıddîka (RA)“ Onun ahlakı Kur’andı ” diye meseleyi özetler.

Bu noktada İlâhî İradenin iki eseri olan Kâinât ve Kur’anın bütünlüğünü, Sünnet-i Seniyye ile Kur’an ilişkisinin kopmaz bağını anladığı halde sünneti değiştirmeye kalkan kişi, karşısında fıtrat kanunlarını ve Allah’ı bulur. Allah’ın dini bellidir. Fıtratta yeri olmayan bir şeyin dinde de yeri yoktur. O halde dini tağyir etmek, sünneti tağyir etmek, fıtrat düzenini bozmaya, Allah ile savaşmaya kalkışmaktır. Bu savaşın galibinin kim olacağını helak olmuş kavimler acı halleriyle bize gösteriyorlar.

Üçüncü Mes’ele: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hilkaten en mu’tedil bir vaziyette ve en mükemmel bir sûrette halkedildiğinden, harekât ve sekenatı, i’tidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi, kat’i bir sûrette gösterir ki: Her hareketinde istikamet ve i’tidal üzerine gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir. Evet, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akval ve ahvalinde istikamet, kat’i bir sûrette görünüyor. Meselâ: Kuvve-i akliyenin fesad ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbezeden müberra olarak, hadd-i vasat ve medâr-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi dâima hareket ettiği gibi; kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gazabiyenin medâr-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-ı kudsiye ile kuvve-i gazabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humûd ve fücurdan musaffa olarak, o kuvvenin medâr-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi dâima iffeti, âzamî ma’sûmiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir. Ve hâkezâ… Bütün Sünen-i Seniyyesinde, ahval-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer’iyyesinde, hadd-i istikameti ihtiyar edip zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinab etmiştir. Hatta tekellümünde ve ekl ü şürbünde, iktisadı rehber ve israftan kat’iyyen içtinab etmiştir. Bu hakîkatın tafsilâtına dâir binler cild kitab te’lif edilmiştir.   sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifa edip, kıssayı kısa keseriz.

Bu kısmın izahı mahiyetinde ve Üstad’ın Eski Said eserlerinden Şuaat-ı Marifetü’n-Nebi isimli eserinde yazdığı ahlaka dair nüktelerin şerhini de yapan “Evrensel Ahlak ve İnsan” isimli okuyuculara tavsiye edebilirim. https://www.academia.edu/38095325/Evrensel_Ahlak_ve_%C4%B0nsan