Kategori arşivi: Güncel Haber

Hür Adam (Son yazı)

Bu, Hür Adam filmiyle ilgili kaleme aldığım 5. yazı. İkisi Zaman’da, biri Aksiyon’da, biri de Zafer dergisinde yayımlanan bu yazılarda içerikten estetiğe, eleştiriden övgüye kadar her şey vardı neredeyse.

Esasen film hakkında söylenmedik hiçbir şey kalmadığını düşünüyorum. Ne ki filmin gişe rakamlarını son kontrol ettiğimde -şahsen- üzücü bulduğum bir rakamla karşılaştım. Vizyona girişinin 7. haftasında 950 bin civarında izleyici rakamına ulaşmış Hür Adam.

Bazı hayal kırıklıkları, beklentinin yüksekliği ile doğru orantılı oluyor. Belki de bu nedenle hiç de fena olmayan bu rakam beni üzdü. Gelin görün ki, bu durum hakkında son bir tahlil yapma zarureti de doğurdu. Hür Adam filmi yapımcısından senaristlerine, seyircisinden biz yazar-çizer takımına kadar birçok kesime bir şeyler de anlatmış olmalı.

Sanırım daha önce de belirttim, çok riskli bir alanda önemli bir sanat eseri vermeye çalışmış Mehmet Tanrısever. Cesareti ve fedakârlığından dolayı tebrik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tanrısever’i yakından tanıyan biri olarak, samimiyetinin boyutunu bildiğim için mevcut tablonun en çok da onu üzdüğünü tahmin edebiliyorum.

Ne var ki birtakım hakikatleri de hatırlatmak boynumuzun borcudur…

Böylesi zor bir konuda (hem biyografi, hem mühim bir din alimi hakkında) film çekmek eleştirilere baştan hazırlıklı olmak anlamına gelmeli. Ki filmin vizyonundan önce başlayan tartışmalar da bunu gösterdi zaten. Öyle enteresan bir durum ortaya çıktı ki, bazen film bırakılıp kahramanını eleştirmek adına eser yerden yere vuruldu. Bazen, kahramanından dolayı film göklere çıkarıldı. Filmi eleştirenler, sanki Bediüzzaman’ı eleştiriyormuş gibi kınandığı da oldu, Bediüzzaman’dan dolayı objektif kriterleri çöpe atıp, ‘bu filmi nasıl eleştirirsin’ diyenler de çıktı…

Şimdi, biraz daha sakin kafayla değerlendirmek mümkün sanırım… Hemen alt alta sıralayalım:

Mehmet Tanrısever, böylesi bir dönemde, büyük paralar harcayarak böylesi bir filme imza attığı için tebrik edilmeli. Tencere üretmek yerine sanat üretme çabası takdire şayandır.

Bir film değerlendirirken, dışarıya atıf yapılmaz, filmin içindeki argümanlar ile yaklaşılır esere. Dolayısıyla yönetmenin tavır ve davranışları, filmin değerini düşürüp yükseltmemeliydi.

Ancak filmin değerine etki etmeyen bu hal ve tavırlar, ne yazık ki filmin gişesine etki edebilir ve kanaatimce Hür Adam filminin 2 milyon izleyiciye ulaşmamasının nedenlerinden biri yönetmeninin medyadaki tavırlarıydı.

Öte yandan bir filmi değerlendirirken biraz insaf ölçülerine ve çekildiği ülkenin kriterlerine de dikkat etmek gerekir, diye düşünmekteyim. Kutsal Damacana, Recep İvedik gibi filmlerin rağbet gördüğü bir ülkede Hür Adam, ödüllük bir filmdir. Ancak böylesi iddialı bir filmi yaparken de azami dikkat ve samimiyet gerekir. ‘Ben çektim, izleyin kardeşim’ tavrı hoş olmadığı gibi, biyografik bir filmde kahramanınızla gerçek kimliğinizle karşılaşmayı bir sahne olarak koymanız doğru değildir.

Vaktiyle TGRT’nin çektirdiği ‘evliya’ filmleriyle kıyasladığımızda Hür Adam, bir başyapıttır. Ancak 3 saate yakın süresi, derli toplu bir öykü anlatmaması, kolaj gibi duran eklektik yapısı da filmin az izlenmesinin başlıca nedenlerindendir.

“Çektim, izleyin kardeşim” tavrı ne kadar yanlışsa, insaf ölçülerini bir kenara bırakıp filmi baştan mahkûm etmek de o kadar yanlıştır bence. Doğrusu ve yanlışlarıyla, iyi ve kötü yönleriyle bir sinema eseridir nihayetinde Hür Adam. Başka bir yürekli insan çıkıp daha iyisini çekene kadar da ‘en iyisidir’.

Keşke bu tür filmler onlarca çekilse de, biz karşılaştırma imkânı bulsak. Umarım bu Hür Adam, yeni bir dönemin başlangıcı olur.

M. Nedim HAZAR / Zaman Gazetesi

Kanada’da konferanslar zinciri

Alberta Üniversitesi-Ronning Din ve Toplum Hayatı Çalışmaları Merkezi, ECMC İslami Çalışmalar Kürsüsü ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın ortak sponsorluğunda ve King’s University College ve St. Mary’s University College’ın da ortaklığında “Sivil Hayata Manevi Bakışlar” konulu bir sempozyum gerçekleştirilecektir.

Said Nursi ve Risale-i Nur’un da bakış açılarının inceleneceği konferansın resmi web sitesindeki açıklama şöyle devam etmektedir:

Bu sempozyum, ilim adamlarının birbirleri ile dini ve teolojik olarak iletişim ve etkileşim içinde olmalarını sağlayacaktır. Bizim amacımız iki yönlüdür. Bunlar; her birimizin sivil hayat üzerine dini perspektiflere olan yaklaşımlarımıza sağladığımız katkıları, sorgulamaları ve sınırlamaları daha iyi anlamaya çalışmak ve bu yaklaşımlarımız üzerine, anlamlı bir muhavere çerçevesinde birbirimizle etkileşim içinde olmak olacaktır.

Aşağıda Başlıkları Verilen Her Bir Konuya Yarım Gün Sarf Edilecektir;

  • Her bir gelenek, özel alan, kamusal alan ve seküler alanı nasıl anlar?
  • Her bir geleneğin,  diğerlerinin oluşumuna can verici bir bakış açısıyla katkı sağlayacak ne gibi kaynakları bulunabilir?
  • Farklı gelenekler içindeki topluluklarda bulunan çatışmalara karşı her bir geleneğin kendi içinde tepki oluştumada izlediği yoldan, -somut ve güncel örnekler göz önünde bulundurularak- nasıl dersler çıkarılabilir?
  • Her bir geleneğin merkezinde bulunan manevi disiplinler, aktif vatandaşlık için nasıl bir inanan insan yetiştirir?

Sempozyum programı ve daha fazla bilgi için tıklayınız.

Kaynak: iikv.org

Yamanaka Said Nursi çıkarması istedi

Japonya’nın Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı Keisuke Yamanaka, Prof. Dr. Şerif Mardin’in kitabından tanıdığı Bediüzzaman’ın dünya çapında bir ilim adamı olduğunu ve görüşlerinin bütün dünyaya anlatılması gerektiğini söyledi.

İslâmla ilgili yanlış algıların ancak ve ancak cehaletten ileri gelebileceğini belirten Yamanaka, “Said Nursî’nin görüşlerinden ders alan insanlar doğru İslâmı insanlığa tanıtmalı” diye konuştu.

Japonya’nIn Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı Keisuke Yamanaka ile TBMM Eğitim Komisyonu Eski Başkanı Nurettin Tokdemir, temsilcimiz Mehmet Kara’nın da iştirak ettiği ve Kaya Grup Yönetim Kurulu Başkanı iş adamı Ali İhsan Kaya’nın evsahipliğinde gerçekleşen yemekli toplantıda bir araya geldi. Kaya Grup’un Ankara’daki merkezinde gerçekleşen buluşmaya Yeni Asya Gazetesi Yönetim Kurulu Üyesi Ali Vapur ve seçkin bir heyet de katıldı. Aynı zamanda Togo Fahri Büyükelçiliği görevini de yürüten iş adamı Ali İhsan Kaya, gazeteden gelen heyeti ve Japon Büyükelçiliği Müsteşarı Keisuke Yamanaka’yı ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Yenen yemeğin ardından bu seçkin heyet arasında çeşitli konularda fikir alış verişinde bulunuldu. Özellikle Japon-Türk dostluğuna vurgu yapılan sohbette, küreselleşmenin Japon kültürüne etkileri, Japonya’nın ikinci dünya savaşından sonraki gelişimi ve demokrasi süreçleri hakkında Japon Büyükelçiliği Müsteşarı Keisuke Yamanaka bilgi verdi. Daha önce Yeni Asya temsilciliğinde düzenlenen bir seminerde konuşma yapmış olan Yamanaka, burada Bediüzzaman Said Nursi’ye olan hayranlığından bahsetmişti.

Yamanaka bu toplantıda da heyettekilere Bediüzzaman Said Nursî ve görüşleri hakkında çeşitli sorular yöneltti ve bilgi aldı. Said Nursî’yi, Prof. Dr. Şerif Mardin’in kitaplarından tanıdığını hatırlatan Yamanaka, Nursî’nin dünya çapında bir ilim adamı olduğunu ifade etti. Daha sonra sözü alan TBMM Eğitim Komisyonu Eski Başkanı Nurettin Tokdemir, bilhassa 11 Eylül sonrası dünya insanlarının kafasında oluşan “İslâm eşittir terör” algısının irdelenmesi gereken bir konu olduğunu belirterek, Bediüzzaman Said Nursî’nin cihad yaklaşımı ışığında bu yanlış algıya, Kur’ân’dan âyetler ve hadislerden örnekler vererek açıklık getirdi.

İslâm’ın “insan hayatına” verdiği önemi vurgulayan Tokdemir, Kur’ân-ı Kerim’deki, “Bir kişiyi öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” mânâsındaki âyeti de hatırlatarak İslâm ile terör ve masumların öldürülmesi gibi olguların asla yanyana getirilemeyeceğini ifade etti. Bunun üzerine söz alan Japon müsteşar Yamanaka, kendisinin bu konuda aynı görüşte olduğunu belirterek, bu gibi yanlış algıların ancak ve ancak cehaletten ileri gelebileceğini söyledi.

Yamanaka ayrıca, Bediüzzaman Said Nursî’nin bu çağa uygun görüşlerinden ders alan insanların bu ve bunun gibi doğru İslâm’ın hakikatlerini dünyaya anlatması gerektiğini de sözlerine ekledi. Daha sonra Bediüzzaman’ın “içtihad kapısı açık mıdır?” sorusuna verdiği cevabı bilhassa merak ettiğini ifade eden Yamanaka, bu hususta da Yeni Asya Yönetim Kurulu üyesi Ali Vapur’dan detaylı bilgi aldı. Bu tür fikir teatilerinin Yeni Asya heyeti ile Japon büyükelçiliği arasında devam ettirilmesi gerektiği konusundaki temennilerle birlikte toplantı sona erdi.

www.haber7.com

Vakit, Bediüzzaman’ı anlama ve helalleşme vaktidir!

“Hür Adam” filminden dolayı zaman zaman televizyonlarda tartışma konularına rastlıyoruz. Lehte-aleyhte konuşmalar yapılıyor. Lehteki konuşmaların bir çoğu yetersiz. Alayhte yapılan konuşmaların hepsi yanlış. Aleyhte konuşanların bir kısmı Bediüzzaman’ın cahili. Bediüzzaman’ı tanımıyorlar. Bir kısmı dünyevî menfaatlerini aşıp gerçeğe yanaşamıyorlar; korkuyorlar. Bir kısmı da düşman; kin kusuyorlar. Allah, Bediüzzaman’ın cahili olanlara, Bediüzaman’ın âlimi olmayı, üç kuruşluk dünya menfaatleri ellerinden gider diye korkanlara cesur ve samimi olmayı, kasıtlı olanlara da hidayete ermeyi nasip eylesin.

Bediüzzaman bu ülkenin bir gerçeği, aynı zamanda Müslüman camianın vazgeçilmez bir değeridir. Bediüzzaman, nuruyla asrını aydınlatan, başlattığı olumlu iman hareketiyle de çağını çalkalayan bir insandır. O, tam bir Kur’an hizmetkârı ve tam bir Hz. Muhammed (s.a.v) sevdalısıdır.

Onun tek derdi vardı. “Milletinin imanını selamette görmek.” Bunun için değil idam sehpaları, takipler, sürgünler, zindanlar, zehirler, hapisler, tecrid-i mutlaklar; kendi ifadesiyle cehennemin alevleri içinde yanmaya bile razıydı.

O öyle bir Kur’an sevdalısı idi ki: “Kurân’ımız yer yüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem!” diyordu. O öyle bir Hz. Muhammed (s.a.v) sevdalısı idi ki, Onu “kâinatın ruhu”, Kur’an-ı Münezzeli de “dünyanın aklı” görüyordu. Kur’an, dünyadan gitse, dünyanın delirip çıldıracağına, Peygamber ve ahlakı kâinattan çekilse kâinatın vefat edeceğine inanıyordu.

ONUN DAVASI

Onun davası, kendisine çelme atan dar düşüncelerle uğraşacak kadar basit ve küçük değildi. O, kâinat çapında büyük bir davanın, İslam ve Kur’an davasının dellalı idi. Ki bu dava Allah’ın davası idi. Bu dava son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v) davası idi. Kendisi de son Peygamber’in varisi, vekili ve son asrın mebûsuydu. Bunun dışındaki görevler ona dar gelirdi. Onun içindir ki kendisine sus payı olarak teklif edilen milletvekilliği görevini, şark genel vaizliği görevini ve benzeri yüksek maaşlı görevleri kabul etmedi. Tanelerini “cumhuriyetçi” dediği karıncalara verdiği çorbasıyla yetindi, kimsenin minnetini çekmedi. Dine hizmetin karşılığında ne halktan ve ne de devletten bir şey almadı. Daru’l-Hikmet’in üyesi iken aldığı birkaç maaşı da yine millete harcadı.

Dinim beni, Müslüman olmayan birine saygı göstermekten men ediyor diyerek esirken Rus baş kumandanına ayağa kalkmaması, Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse, yoluna gitse halifedir; biz de onun emirlerine itaat ederiz. Peygambere tabi olmayıp zulüm edenler padişah da olsa haydutturlar!demesi, davasına sadakatinden ve görevinin büyüklüğünden kaynaklanıyordu.

O, İKTİDARI ELE GEÇİRME MÜCADELESİ VERMEDİ.

O, koltuk kapma ve iktidarı ele geçirme mücadelesi vermedi. Çünkü o biliyordu ki, dünyevî makamlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.O, insanları imansızlık ve dinsizlik azabından kurtarma mücadelesi verdi. O, bütün mesaisini imanları kurtarmaya hasretti.

İman insanı insan eder, belki de sultan eder.” “İman hem nurdur, hem kuvvettir; hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” “Dinsiz dünyada hayır yoktur.diyordu. Onun hedefinde dünyaya dini anlatmak ve imanın güzelliklerini sunmak vardı. Bunun için “ikna ve irşad” yolunu, “müsbet hareket” tarzını seçti. Silaha ve şiddete davet edenlere karşı çıktı. Kalemi eline aldı, düşündüklerini kitaplaştırdı. 6000 sayfalık Nur Külliyatını miras bıraktı.

Kimse onun ölmekle işinin bittiğini sanmasın. O hayatta iken bile “Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur, konuşan yalnız hakikattır.” diyor, kitaplarındaki ölmez hakikatı ve o hakikatın kaynağı olan Kur’an’ı hedef gösteriyordu. Kur’an var olduğu ve Onun tefsiri Risal-i Nur okunduğu müddetçe Bediüzzaman hep etkili olmaya ve olumlu inkılaplar yapmaya, dünyanın çehresini güzelleştirmeye devam edecektir.

Onun miras bıraktığı kitaplarda öyle bir cezbe ve cazibe var ki, onları okuyanlar ve anlayanlar hayran oluyor, bir daha da bırakamıyorlar.

Diyordu ki: Hayatınızın lezzetini ve zevkini istiyorsanız, hayatınızı imanla hayatlandırınız, Allah’ın emirleri olan farzlarla süsleyiniz, günahlardan uzak durmakla da koruyunuz.

Makam ve mevkide gözü yoktu. İktidar, makam ve mevkiler kimin olursa olsun, yeter ki iktidarda olanlar, bu milletin değerlerini incitmesin, iman esaslarını sarsmasın, ahlakını dejenere etmesin, yüzünü kıbleden çevirip Batı’ya ve Kuzeye dönmesin, diyordu.

SKOLASTİK BATAKLIĞINA SAPLANMIŞ BİR MEDRESE HOCASI DEĞİLDİ

Bediüzzaman,beni skolastik bataklığına saplanmış bir medrese hocası mı zannediyorlar? Ben modern çağın fen ve felsefesini tahsil ettim”, “eski hal, muhal, ya yeni hal, ya da izmihlal!diyor, her türlü gelişmeye, bilim ve teknolojiye açık bir şahsiyet olduğunu ilan ediyordu. Bediüzzaman da yenilenmeden yanaydı ama mukaddes değerlerden uzaklaşarak yenilenmeyi kabul etmiyordu.

O, medeniyet fenlerini aklın nuru, din ilimlerini de kalbin ışığı görüyordu. İkisinin harmanlanmasından hakikat tecelli eder, öğrencinin gayreti harekete geçer. Bunları birbirinden ayırırsanız, din ilimleriyle meşgul olanlarda taassup, fen ilimleriyle meşgul olanlarda da hile ve şüphe görülür.” diyordu. Bunu demekle kalmadı, etkili ve yetkililerden bu iki tür ilmin beraber okutulacağı okulların açılmasını istedi. Çünkü bir insan ancak, akıl-kalb, din-fen beraberliği ile kâmil insan olabilirdi.

O, dindar bir cumhuriyetten, dindar bir medeniyetten, dindar bir bilim zihniyetinden, dindar bir ahlaktan, dindar bir hayattan yanaydı. Bu haliyle o, kökü mazide olan bir ati idi. Bir ayağı dine bağlı, diğer ayağıyla dünyayı dolaşan bir seyyah, hür ve dindar bir cumhuriyetçi idi.

BEDİÜZZAMAN, SIRA DIŞI BİR İNSANDI.

Onu sıradan biri olarak görenler hep yanıldılar, yanılırlar. O sıra dışıdır. Giyimiyle, kuşamıyla, mücadelesiyle, duası, namazı, evrad u ezkârı, ilmi, orijinal fikirleri ve bıraktığı eserleri, mertliği ve yiğitliği ile sıra dışıdır.

Bir ara siyasete sıcak bakmasıyla, sonra da siyasetin şeytanı melek, meleği şeytan gösteren dejenerasyonunu görerek siyasetten çekilmesiyle sıra dışıdır.

Kurtuluş Savaş’ından önce Kuvay-ı Milliyeyi desteklemesiyle, Kurtuluş Savaş’ından sonra yanlışlar yapmaya hazırlanır gördüğü Ankara’yı, meclis reisini ve o devrin milletvekillerini uyarmasıyla sıra dışıdır.

Hayatının 30 yılını sürgünde, hapiste, zindanda ve tecrid-i mutlakta geçirmesine, defalarca öldürücü zehirle zehirlenmesine ve en ağır muamelelere maruz kalmasına rağmen şiddete  tenezzül etmemesiyle, hattâ şiddete çağıranlara: “Bin yıl İslamiyete hizmet etmiş bir milletin evlatlarına kılıç çekilmez, o yol yanlıştır.” diyerek şiddet yanlılarını uyarmasıyla sıra dışıdır. Kendisine en ağır ve haksız muameleleri reva görenlere hakkını helal etmesiyle sıra dışıdır.

Bir taraftan at üstünde Ruslara karşı vatan savunması yaparken, bir taraftan da tefsircilere örnek olacak İşârâtü’l-İ’caz adındaki tefsirini savaş hengamesinde kaleme almasıyla sıra dışıdır. Savaş sırasında Ermeni gibi gayr-i müslim çocukların öldürülmesine karşı çıkmasıyla sıra dışıdır.

“Düşüncelerini mutlaka İslam’ın temel eserlerine dayandırmasıyla, köklerine bağlı bir alim portresi çizmesiyle, yaşadığı dönemde modern bilimi dışlayan medrese eğitimini şiddetle eleştirmesiyle, dini ve modern bilimleri birlikte ele alan üniversite projesini dönemin sultanlarına taşımasıyla” sıra dışıdır.

Her Müslüman’ın her sıfat (ve eylemi) Müslüman olmadığı gibi; her kâfirin de her sıfat ve sanatı kâfir olmaz. Binaenaleyh, Müslüman bir sıfat ve sanat (kâfirin elinde de olsa) güzel bulup almak neden caiz olmasın? diyerek kâfirin elinden alınabilecek güzel şeyler olabileceği gibi; nefse ve şeytana uyan bir Müslüman’ın elinden de çirkin işler çıkacağına dikkat çekmesiyle sıra dışıdır.

Namüsait şartlar altında kitaplar kaleme alan, okuyucusunun kafasındaki bütün tereddüt ve şüpheleri gideren, tekrar tekrar okunmasına rağmen usandırmayan 6000 sayfalık  bir eser külliyatı ortaya koymasıyla sıra dışıdır.

Halk tabakalarının her kesiminden müntesiplerinin olmasıyla, Kur’an’ın etrafında en kalabalık cemaat oluşturmasıyla, en çok okunan ve dünya dillerine çevrilen kitaplar yazmasıyla, sıradan insanları aydın yapması ve alimleştirmesi, alimleri kendine hayran bırakmasıyla sıra dışıdır.

Asrımıza düşmüş bir sahabi tavrı ve duruşuyla, medenilere karşı seçmiş olduğu mücadele tarzı olarak “ikna” usulünü ve üslubunu seçmesiyle, Peygamberimizin ahlakına, çilesine, affına, gönülleri fethedişine ve başarısına benzer ahlakı, çilesi, affı, gönülleri feth edişi ve başarısıyla sıra dışıdır.

Böyle bir insan çok nadir yetişir. Böyle bir insanın bizim ülkemizden çıkması Allah’ın bir lutfu, belki de mazide İslamiyet’e hizmet etmiş bir milletin torunlarına Allah’ın bir mükâfatıdır. Bu nimet ve mükâfat küfre ve küfrana değil, şükre ve şükrana layıktır.

VAKİT, BEDİÜZZAMAN’LA HELALLEŞME VAKTİDİR

Efendiler! Kavga zamanı geçti. Şimdi Bediüzzaman’ı anlama, bu mazlum ve mağdur insandan özür dileme, onunla helalleşme dönemindeyiz. Allah’a şükür ve ona teşekkür borcumuz vardır.

Şimdi, onun eserlerini okuyarak imanı ve imanları kurtarma zamanıdır.

Şimdi, Peygamberi öldürmeye giden, gittiği yolda Kur’an’dan duyduğu ayetlerle kendisinin gezen bir ölü olduğunu anlayan, kılıcı kınına sokup Peygamber’in huzuruna çıkan, geçmişinden utanan, mazisine ağlayan, Efendiler Efendisi’nden özür dileyen ve Onun huzurunda dirilen, Ömer gibi olma zamanıdır. Yevmülfasl ve yevmülhak gelmeden, ölüm sekeratı uyandırmadan önce uyanma ve Bediüzzman’la helalleşme vaktidir.

Ölüm haberi gelmeden / Azrail hamle kılmadan

Can bedenden ayrılmadan /Gel gidelim Dost’a gönül.

“Hür Adam”da buluşma dileklerimle!…

Vehbi Karakaş
Kaynak: Risale Haber

Bediüzzaman’ın mektubunun anlamı

Türkiye hâlâ Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu muhakeme çerçevesini müzakere ediyor. Din-Devlet-Toplum ilişkilerindeki tartışma da bu eksende. 88 yıl sonra bile bu değerlendirmeler ihmal edilemez bir ehemmiyet taşıyor.

Bediüzzaman Said Nursi’nin “Duacınız Said-i Kürdi” imzasıyla 23 Kasım 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı ve “Çok mühim bir mektup” notu düşülerek Cumhurbaşkanlığı Arşivinde saklanan bir mektup, Güntay Şimşek tarafından Habertürk gazetesinde yayımlandı.

Bediüzzaman’ın mektubu, “Ey şanlı Gazi” hitabından sonra, temsili sorumluluğundan yola çıkarak, “İki cihanda mutluluk ve başarılarınızı can-ı gönülden dileyen bu fakirin, bir meselede 10 sözünü, tavsiyesini birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum” ifadesiyle başlıyor.

Mektubun hemen girişine, “İnessalate kanet alel mü’minine kitaben mevkuta – Şüphesiz namaz belli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır.” (Nisa Suresi , 103) ayeti konmuş.

Sonra 10 tavsiye geliyor. Mektubun özü, “namaz ve hayatın İslam ölçülerine göre tanzimi” etrafında şekillenmiş.

Mektuba bugünden baktığımızda, onda, bir İslam âliminin, bir devlet reisine -ki, o dönemde Mustafa Kemal Paşa, mutlak iktidar sahibi bir konumdadır – yönelik ikaz üslubunun  çerçevesini görmekteyiz. Mektup aynı zamanda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında devlet reisine İslam’la ilgili bir hatırlatmada bulunmanın yadırganmadığını ortaya koyması bakımından ilginçtir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin bu mektubundan bazı bölümleri sizlerle paylaşmak ve kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Şu hatırlatmaları yapıyor Bediüzzaman Hazretleri, Mustafa Kemal Paşa’ya:

1 ) Allah’ın verdiği olağanüstü bu başarılar, bir teşekkür ister ki sürekli olsun, artmaya devam etsin. Eğer nimet, şükür görmezse gider. Madem Allah’ın yardımıyla Kuran’ı düşmanın saldırılarından kurtardınız, Kuran’ın en açık ve kesin emri olan “namaz” gibi farzları yerine getirmeniz gerekir. Böylece namazın feyzi (ilmi, bolluğu, hazzı) şahane işleriniz için sürekli bir şekilde üstünüzde olsun ve devam etsin.

2 ) İslam dünyasını mutlu ettiniz, sevgilerini ve yakın ilgilerini kazandınız. Ancak o yakın ilgi, alaka ve sevginin devamlılığı, İslami yaşamın gereklerini yerine getirmekle olur. Çünkü Müslümanlar, İslamiyet adına sizi severler. Siz de İslami yaşantınızla ahretinizi güçlendirin ve İslamiyet’e bağlılığınızı ortaya koyunuz.

3 ) Başta yüce şahsiyetiniz olmak üzere siz ve silah arkadaşlarınız olan kahramanlar, bu dünyada Allah dostları (evliyaullah) hükmünde olan gazi ve şehitlere komutanlık ettiniz. Kuran’ın kesin emirlerini uygulamak ve uygulatmakla öteki âlemde de nurlu gruba önder olmaya çalışmak, sizin gibi büyük yardıma mazhar olanlara layıktır. Aksi takdirde burada kumandanken orada bir neferden yardım dilenme zorunda kalabilirsiniz.

4 ) Bu milletin Müslüman toplulukları, o kadar ki bir cemaat namazsız kalsa, sapkın günahkâr olsa bile yine de başlarındakini dini bütün görmek ister. Hatta bütün Kürdistan’da, görev verilen tüm memurlara yönelik ilk önce sorulan soru şudur: “Acaba namaz kılıyor mu?” Namaz kılan memura kesinlikle güvenirler, kılmayan memur da ne kadar başarılı ve etkili olsa bile onlara göre suçludur. Bir zamanlar “Beytüşşebap” aşiretlerinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebep nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya (hırsız, haydut) idiler.

5 ) …Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir. Doğu’yu uyandırdınız, hak ettiği yere getirdiniz, o halde tabiatına uygun davranınız. Aksi halde bütün emeğiniz ya boşa gider veya başarılarınız çok yüzeysel kalır.

6 ) …İttihatçılar o kadar harika, gayretli, istikrarlı olmalarına ve fedakârlık göstermelerine rağmen, hatta İslam’ın uyanışına sebep oldukları halde, dinde kısmen laubalilik tavrı gösterdikleri için içerideki millet onlardan nefret etti ve değersiz görüldüler.

7 ) ….İslâm âlemi içinde önemli ve devrim niteliğinde bir iş yapmak, ancak İslamiyet’in kurallarına teslimiyetle mümkün olabilir. Aksi olamaz ve olmamıştır. Olsa dahi kısa sürede sönüp gitmiştir.

8 ) ….Napolyon’a değil belki Selahaddin-i Eyyubi gibi İslâm kahramanlarına tabi olmanız gerekir.

9 ) Sizin bu başarınızı, yüce hizmetinizi takdir eden ve sizi canı gönülden sevenlerin çoğunluğu inananlardır ve özellikle halk tabakasıdır ki, bunlar da sağlam Müslüman’dırlar……. Siz dahi Kuran’ın emirlerini uygulayıp, onlara bağlanıp dayanmanız, İslam’ın yararı adına gereklidir. Yoksa İslamiyet’ten soyutlanmış olan bedbaht, milliyetsiz Avrupa düşkünü, Batı taklitçilerini Müslüman halka tercih etmek İslam’ın yararına aykırı olduğundan İslam âlemi bakışını başka tarafa çevirmeye ve başkasından yardım istemeye mecbur kalacaktır.

10 ) ….Bu büyük inkılabın temel taşlarının sağlam olması gerekir. Bilirsiniz ki ebedi düşmanlarınız ve hasımlarınız, İslâm’ın gerekliliklerini tahrip ediyorlar. Öyle ise mecburi göreviniz İslam’ın gerekliliklerini yaşatmak ve korumaktır. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığını gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bilakis cesaretlendirir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin mektubu “Hasbunallahu ve ni’me’lvekîl, ni’me’l-mevlâ ve ni’me’nnasîr – Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” (Al-i İmran Suresi, 173). O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır” (Enfal Suresi, 40)  ayetleri ile bitiyor. Mektubun altında  “Duacınız Said-i Kürdi” imzası var.

Neyi hatırlatıyor bir İslam âlimi, kudretli bir devlet yöneticisine, onları alt alta sıralamakta yarar görüyorum:

Namaza itina etmek. Muhakemesi şöyle: Madem Kur’an’ı saldırılardan kurtardınız, öyleyse onun üzerinde en hassas şekilde durduğu namaza da itina edin. Ki namazın bereketi üzerinize yağsın.

Müslümanca yaşamaya itina etmek. Muhakemesi şöyle: İslam dünyasını sevindirdiniz, onlar sizi İslam’a göre yaşadığınız için severler. Öyleyse hayatınızda İslami ölçülere riayet ediniz.

Kur’an ahkamına riayet etmek, ettirmek. Muhakemesi şöyle: Siz bu dünyada şehitlere gazilere komutanlık yaptınız. Kur’an ahkamına riayet etmezseniz, ahirette, erlerden yardım istemek zorunda kalabilirsiniz.

Kürtlere namazlı niyazlı yönetici göndermek. Muhakemesi şöyle: Kürtler, kendileri namaz kılmıyor, hatta sapkın ve günahkâr olsalar bile yöneticilerinin namaz kılmasını önemserler. Kürtlerle doğru iletişim kurmak için buna önem vermek gerekir. Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir.

İttihatçılara benzememek. Muhakeme şöyle: Onlar da büyük fedakârlık sahibi idiler, ancak dinde laubalilikleri sebebiyle halk onları sevmedi. Halk tarafından sevilmek istiyorsanız, dinde laubali olmayın.

İslam’dan yola çıkmak: Muhakeme şöyle: İslam dünyasında bir büyük hizmet üretmek istiyorsanız, İslam’dan yola çıkmalısınız. O zaman halk sizi destekler. Bu noktada, Napolyon gibi bir Batılı lideri örnek almak yerine, Selahaddin-i Eyyubi gibi bir İslam komutanını örnek almak gerekir.

Müslüman halka dayanmak. Muhakemesi şöyle: Sizi canı gönülden seven ve destekleyenler halk tabakasıdır, onlar da inançlı Müslümanlardır, bundan dolayı, siz de onların desteğini önemseyin, Avrupa düşkünü kesimlere yönelmeyin, öyle yaparsanız halk sizden soğur.

Sağlam bir inkılap için İslam gerekli. Muhakemesi şöyle: Büyük bir inkılap için sağlam temel taşlarına ihtiyaç vardır. Ebedi düşmanlarınız, İslâm’ın gerekliliklerini tahrip ediyorlar. Öyle ise sizin İslam’ın gereklerini yaşatmanız ve korumanız gerekir. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığını gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bilakis cesaretlendirir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Mustafa Kemal Paşa’ya ilettiği düşüncelerin kendi içinde bir mantığı var.

Bunlar, büyük ölçüde Müslümanlık coşkusunun iştirakiyle yürüyen Millî Mücadele sonrasında, Türkiye’nin yeni yol arayışında, büyük bir özgüven içinde ifade edilebilen düşünceler.

Türkiye hâlâ, bu eksende tartışmalar yaşıyor. Ve bir anlamda Bediüzzaman Hazretleri’nin ortaya koyduğu muhakeme çerçevesini müzakere ediyor. Din – Devlet – Toplum ilişkilerindeki tartışma da bu eksende, Kürt sorunu çerçevesindeki tartışma da bu eksende…

Doğrusu ben, aradan geçen 88 yıldan sonra bile, bu değerlendirmelerin ihmal edilemez bir ehemmiyet taşıdığı inancındayım.

Ahmet Taşgetiren

Kaynak: Aksiyon Dergisi