Kategori arşivi: Güncel Haber

Şu büyük inkılâbın temel taşları sağlam gerek

İstanbul’daki çok ehemmiyetli ve muvaffakıyetli hizmetinden, Türk Milletine pek ziyade menfaatler husûle geldiğini müşahede eden Ankara hükûmeti, Bediüzzaman’ın kıymet ve ehemmiyetini takdir ederek, Ankara’ya dâvet ederler.

M. Kemal Paşa, şifre ile dâvet etmiş ise de, cevaben, “Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum” demiştir. Üç defa şifre ile dâvet ediliyor. Eski Van Valisi, dostu mebus Tahsin Bey vasıtasıyla dâvet edildiği için, nihayet karar verir ve Ankara’ya gelir.

Ankara’da alkışlarla karşılanır; fakat, ümit ettiği muhiti bulamaz. Kendisi, Hacı Bayram civarında ikamet eder. Meclis-i Mebusan’da dîne karşı gördüğü lâkaydlık ve Garblılaşmak bahanesi altında Türk milletinin kudsî mefahir-i tarihiyesi olan şeair-i İslâmiyeden bir soğukluk gördüğü için, mebusların ibadete, bilhassa namaza müdavim olmalarının lüzûm ve ehemmiyetine dair bir beyannâme neşreder ve mebuslara dağıtır; Kâzım Karabekir Paşa da M. Kemal’e okur.
O beyannâme şudur:

Ey mücahidîn-i İslâm, ey ehl-i hâl ve akd!
Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.

1. Şu muzafferiyetteki harikulâde nîmet-i lâhiye bir şükran ister ki, devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet böyle şükür görmezse, gider. Madem ki Kur’ân’ı Allah’ın tevfîkıyla düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur’ân’ın en sarih ve en kat’î emri olan salât gibi ferâizi imtisâl etmeniz lâzımdır, ta onun feyzi, böyle harika sûretinde üstünüzde tevâlî ve devam etsin.

2. Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız; lâkin, o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeâir-i İslâmiyeyi iltizam ile olur: Zira, Müslümanlar İslâmiyet hasebiyle sizi severler.

3. Bu âlemde, evliyâullah hükmünde olan gazi ve şühedâlara kumandanlık ettiniz; Kur’ân’ın evâmir-i kat’iyesine imtisâl etmekle öteki âlemde de o nurânî güruha refik olmaya çalışmak, âl-i himmetlilerin şe’nidir: Yoksa, burada kumandan iken, orada bir neferden istimdâd-ı nur etmeye muztar kalacaksınız. Bu dünya-i deniye, şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, aklı başındaki insanları işbâ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun.

4. Bu millet-i İslâmın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hatta, umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: “Acaba namaz kılıyorlar mı?” derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir.
Bir zaman, Beytüşşebap aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum:
“Sebep nedir?”
Dediler ki:
“Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.

5. Enbiyânın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garbda gelmesi Kader-i Ezelî’nin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebaen mensura gider veya sathî kalır.

6. Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı İngiliz, dindeki kayıtsızlığ’ınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hatta diyebilirim ki, Yunan kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a’mâle tebdil etmeniz gerektir. Görülüyor ki, İttihatçıların o kadar azim sebatı ve fedakârlıklarıyla, hatta İslâmın şu intibahına da sebep oldukları halde, bir kısmı dinde laubalilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar, dindeki ihmallerini görmedikleri için, onlara takdir ve hürmet verdiler ve veriyorlar.

7. Âlem-i küfür, bütün vesâitiyle ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fünûnuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, âlem-i İslâma dinen galebe edemedi. Ve dahilî bütün firâk-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalîle-i muzırra sûretinde mahkûm kaldığı ve İslâmiyet, metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, laubaliyâne Avrupa medeniyet-i habîsesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akârâne, sînesinde yer tutamaz. Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvârî bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz, hem olmamış; olmuş ise, çabuk ölüp, sönmüş.

8. Zaaf-ı dîne sebep olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’ân’ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârâne müsbet bir iş görülmez. Menfice, tahripkârâne iş ise; bu kadar rahnelere maruz kalan İslâm, zaten muhtaç değildir.

9. Sizin muzafferiyetinizi ve hizmetinizi takdir eden ve sizi seven, cumhur-u mü’minîndir ve bilhassa tabaka-i avâmdır ki, sağlam Müslümanlardır; sizi ciddî sever ve tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisâl ile onlara ittisâl ve istinad etmeniz, maslahat-ı İslâm nâmına zarurîdir. Yoksa, İslâmiyetten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu frenk mukallitlerini avam-ı Müslimîne tercih etmek maslahat-ı İslâma münafi olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdat edecektir.

10. Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş mecnun bir cesur lâzım ki; o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmi dört saatten bir saati işgal eden namaz gibi zaruriyat-ı diniyenin imtisalinde yüzde doksan dokuz ihtimâl-i necat var; yalnız gaflet, tenbellik haysiyetiyle, bir ihtimal zarar-ı dünyevî olabilir: Halbuki, ferâizin terkinde, doksan dokuz ihtimâl-i zarar var. Yalnız, gaflete, dalâlete istinad eden tek bir ihtimal-i necat olabilir.

Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder? Bahusus, bu mücahidîn kumandanlar ve büyük meclis taklit edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek ikisi de zarardır. Demek, onlarda hukûkullah, hukûk-u ibadı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun eden ve hadsiz ihbârâtı ve delâili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez.

Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mana-i saltanatı deruhte etmiştir. Eğer, şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-i hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde laakal beş defa dîne muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan milletin hâcât-ı dîniyesini meclis tatmin etmezse, bilmecburiye, mânâ-i hilâfeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lâfza verecek ve o mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, meclis elinde bulunmayan ve meclis tarîkıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asaya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asa ise, “Allah’ın dînine ve Kur’ân’a hep birlikte sımsıkı sarılın.” (Âl-i İmran Sûresi: 103.) âyetine zıttır.

Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir ve tenfîz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezâifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pekçok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur; cemaatin ise gayr-i mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyle ise, zarurî vazifeniz, şeâiri ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir; zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşcî eder.

“Hasbünallah ve ni’me’l-vekil. / Allah bize yeter O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmran Sûresi: 173.)
“Ni’me’l-mevlâ ve ni’me’n-nasîr. / O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” (Enfal Sûresi: 40.) ***

Bu mebusana hitap, namaz kılanlara altmış mebus daha ilâve eder. Namazgâh olan küçücük odayı, büyük bir odaya tebdil ettirir. Bu parça, mebuslara ve umum kumandanlara ve ulemalara okutturulmakla, reisle şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verir.

Birgün divân-ı riyasette, elli-altmış mebus içinde, karşılıklı fikir teâtisinde, M. Kemal Paşa, “Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fıkirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz” der. Bu söz üzerine, Bediüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak, “Paşa, Paşa! İslâmiyette, îmandan sonra en yüksek hakîkat namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduddur” der. Fakat Paşa tarziye verir, ilişemez.

(Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-Mart 2006)

LÜGATÇE

ağleb: Çoğunluğu, galibi.
a’mâl: Ameller.
an’ane-i müstemirre: Devam ede gelen örf, âdet ve gelenekler.
cereyan-ı bid’atkârâne: Dinin aslında olmayan, sonradan ihdas edilen adetleri dine sokuşturmaya çalışarak, dine zarar verme hareketi.
cumhur-u mü’minîn: Mü’minlerin umumu.
delâil: Deliller.
desâtir: Düsturlar.
dünya-yı deniyye: Adi, kıymetsiz dünya.
ef’âl: Fiiller.
ehl-i hâl ü akd: Zor meseleleri halledip sonuca bağlayanlar.
evâmir-i kat’iye: Kesin emirler.
evâmir-i Kur’âniye: Kur’ân’ın emirleri.
ferâiz: Farzlar.
fırak-ı dâlle-i İslâmiye: İslâmdan sapmış gruplar.
fıtrat: Yaratılış.
frenk: Avrupalı.
fünun: Fenler.
gürûh-u mücâhidin: Mücahidler grubu.
hâcât-ı diniye: Dinî ihtiyaçlar.
hebâen: Boşu boşuna.
hukuk-u ibâd: Kul hakları.
hukukullah: Allah’ın hukuku.
hükema: Filozoflar
icmâ’: Fikir birliği.
idame: Devam etme, ettirme.
ihtimal-i helâket: Helâk olma ihtimali.
ihtimal-i necat: Kurtuluş ihtimali.
iltizam: Lüzumlu görme, kabul etme.
inkılâb-ı azîm: Büyük değişim.
inkılâbvâri: İnkılâba benzer değişim, inkilâb gibi.
inkıyad: Boyun eğme.
inşikak-ı âsâ: Birliğin bozulması, bölünme.
intibah: Uyanma.
istimdad-ı nur: Nur ve aydınlık için yardım isteme.
işbâ: Doyurma.
ittisal: Ulaşma, bitişme, birleşme.
kemmiye-i kalile-i muzırra: Az miktarda zarar veren.
lâakal: En azından.
lehviyat-ı medeniye: Medeniyetin gayrimeşrû eğlenceleri.
maslahat-ı İslâmiye: İslâmın faydası, menfaati.
meclis-i âli: Yüce meclis.
medeniyet-i habise: Pis medeniyet.
medeniyet-i sefihane: Sefahate düşkün medeniyet.
mücâhidîn-i İslâm: İslâm mücahidleri, İslâm için çalışanlar.
rahne: Gedik, yarık, yıkık ve bozuk yer.
sa’y: Çalışma, çaba.
safsata-i nefis: Nefsin saçmalaması, yalan ve uydurması.
salâbet: Sağlamlık, kuvvetli bağlılık.
salât: Namaz.
sırr-ı tevatür: Bir sözün nesilden nesile sözüne güvenilir büyük bir kalabalık tarafından nakledilmesi sırrı.
sülûk: Yol alma.
şahsiyet-i mâneviye: Manevî şahsiyet.
şeâir-i İslâmiye: İslâma ait semboller, simgeler.
tazammun: İçine alma.
tehâvün: Ehemmiyet vermemek, önemsememek.
tenfiz-i ahkâm-ı şer’iye: Dini hükümlerin yerine getirilmesi.
teşcî: Cesaretlendirme.
tevâlî: Sürüp gitme.
tevkif: Tutma, durdurma.
vesait: Vasıtalar.
vesvese-i şeytan: Şeytanın vesvesesi.
zaaf-ı din: Dinî zayıflık.

Haber Kaynağı: YeniAsya

Said Nursi-Mustafa Kemal Görüşmesi Mi? Günaydın!

Günaydın beyler!

Cumhuriyet tarihinin en önemli aktörlerinden birisi hiç şüphesiz Bediüzzaman Said Nursi’dir.  Onsuz anlatılan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hep eksik kaldığını ve kalacağını her vicdan sahibi bilmekteydi/bilmektedir. Ancak yıllardır Bediüzzaman gerçeğini anlatmak isteyen vicdanlara pranga, dillere ise kilit vuruldu. Bediüzzaman’ın vefatından sonra onun sesi ve soluğuna tahammül edemeyenler, “yeni nesillere anlatılmasın veya yanlış anlatılsın, çarpıtılsın” diye her vesileyi acımasızca kullandılar, onun üzerine kalınca bir çizgi çekerek yok saydılar.

Ancak “güneşi  balçıkla” sıvamanın imkansız olduğunu bilenler, “ya güneş tekrar doğarsa” endişesi ile her geçen gün kâbuslarla uyandılar. Ve nihayet hakikat çehresini bir kere daha gösterdi. Atılan balçıklar güneşin kavurucu sıcaklığı ile kurudu ve sonra param parça olup her tarafa dağıldı. Güneşe hasret gözler kamaşıp, nurlanırken, yarasalar sağa sola kaçıştılar. Kaçarken bile belki tekrar güneşi kapatırız ümidiyle ellerindeki son balçık parçalarını savurmayı ihmal etmediler/etmiyorlar.

“Hür Adam” filmiyle birlikte bir kez daha savrulan bu balçık kırıntılarıyla mide bulandırmanın gayretine girenlere söylenecek tek şey vardır:

“Boşuna uğraşmayın. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Sizin yatsı vaktiniz gelmiştir, biraz uyuyup dinlenseniz bu millete en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Yetmiş seneden beri “bir karşı bayıra gömdüğünüz bu yiğit”, istemeseniz de tekrar kalktı. Ama bu kez sadece Türkiye’nin huzuru için değil, bütün dünyanın saadet ve huzuru için kalkıyor. Mahkeme salonlarını inleterek; ‘Benim ölümüm başınıza bir bomba gibi patlayacak, bir ölsem bin dirilirim’ mesajı artık bütün haşmeti ile tecelli etmektedir.”

Savrulan balçık kırıntılarından bazıları da; “Yok Bediüzzaman T.B.M.M.’ye gelmemiş, Mustafa Kemal ile görüşmemiş, konuşma yapmamış vesaire…” diyor.

“Günaydın!..” demezler mi adama? Yeni mi uyandınız? Bu haberleri yeni mi duydunuz? Altmış-yetmiş sene önce yazılan ve kitaplarda, dergilerde çarşaf çarşaf yer alan bir iddiaya yeni mi cevap veriyorsunuz? Bediüzzaman bunları kitabına alırken, o dönem milletvekillerinin yüzde doksanı hayattadır. Hiç birisi çıkıp bu iddiayı inkar edememiş. Bediüzzaman’ı bir kaşık suda boğan sizin fikir babalarınız, gazeteleriniz, medyanız da bu iddiaya ses çıkarmamış. Sudan bahanelerle Bediüzzaman’ı hapis hapis süründürenler, acaba bu iddiaya niye sessiz kalmışlar? Halbuki bunu çürütmek gayet basitti. Birkaç milletvekilini şahit göstererek bu iddiayı yetmiş sene önce çürütebilirlerdi.

Kitaplarındaki en masum ifadeleri bile, akla hayale gelmez şekilde tevil ve tefsir ederek onu mahkûm etmek isteyen yüzlerce savcıdan, mahkemeden hiçbirisi Bediüzzaman’ın bu meclis iddiasına dokunmamıştır. “Dinden imandan bahsediyorsun, bir de yaşamadığın bir şeyi ne diye yazmışsın” diyememişler. Etrafındaki talebelerini ondan soğutmak ve uzaklaştırmak için onur kırıcı her türlü iftirayı reva görenler, bu iddiaya neden hiç temas etmediler? Ellerindeki bu hazır malzemeyi “mal bulmuş mağribi” gibi kullanabilirlerdi. Yoksa basiretleri mi kapanmıştı?

Beyler, Bediüzzaman artık tarih olmuştur, kaynak olmuştur. Nutuk’ta geçen her ifadeyi delilsiz kabul ettiğiniz gibi, Bediüzzaman’ın yazdıklarını da nutkunuz tutulmadan okuyup kabul etmek durumundasınız. “Saçlarım adedince başlarım olsa ve her gün birini kesseniz, yine doğruluktan vazgeçmem” diyen Bediüzzaman gibi bir zatı,  tezatlarla dolu kendi zemininize çekerek kendinizle karıştırmayın. Bediüzzaman hayatında tek bir yalana tenezzül etmemiştir. İzzetle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih eden Bediüzzaman ne diye yaşamadığı bir olayı yaşamış gibi yazsın? Kaldı ki, onlarca milletvekili de bu olayı doğrulamaktadır. Bediüzzaman’ın, “Herkes olaylara kendi gözlüğü ile bakar, gözlüğü beyazsa beyaz, siyahsa siyah görür” mealindeki sözünü, sizlerin sayesinde bir kez daha anlamış bulunmaktayız.

Ama biliyorum; yine onun ifadesi ile; “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir.” Gözlerinizin sağda solda belge aradığını hisseder gibiyim…

Buyurun size bizzat meclis ceridesinde geçen belge:

Ulemâdan Bediüzzaman Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşâmedi:

Reis:

“Efendim, Bitlis Mebusu Arif Bey’le rüfekasının takriri var.

“Riyaset-i Celileye,

“Vilâyat-ı Şarkiye ulemâ-yı benamından olup Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âli’yi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelerek samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoşâme­di edilmesini teklif ediyoruz.”

“Bitlis-Arif, Bitlis-Derviş, Muş-Kasım, Muş-(İlyas Sami), Siirt- Salih, Bitlis-Resul, Ergani-Hakkı”

(Alkışlar)

Rasih Efendi (Antalya): “Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini ken­dilerinden rica ederiz.”(1)

Yetmedi mi? Bir belge daha verelim. 23 Kasım 1922 tarihli “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesinde de Bediüzzaman’ın Meclise gelişi ilan edilmiş:

“Vilayet-i Şarkiyye ulema-ı beyamından olup Anadolu gazilerini ve meclis-i âliyi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelen ve samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşamedi edilmesi hakkındaki Bitlis Mebusu Arif Bey ve rüfekasının takriri alkışlar arasından kıraat edildi.”(2)

Şimdi inandınız mı, Bediüzzamanın meclisi teşfir ettiğine, Meclis kürsüsünde kısa bir konuşma ve dua yaptığına?

Peki bu sırada meclis başkanı kimdi? Meclise davet edilen ve kürsüde de konuşma yapan bir misafirin meclis başkanı ile görüşmemesi mümkün mü? Kaldı ki, Bediüzzaman’ı davet edenlerin başında Mustafa Kemal gelmektedir. Hem neden bu iki şahsın görüşmesinden bu kadar rahatsız oluyorsunuz? Görüşseler ne olur, görüşmeseler ne olur; nihayetinde ikisi de bu dünyadan göçüp gitmişler. Yoksa Bediüzzaman’ın Meclise gelmesi “ona artı değer kazandırır” diye rahatsız mı oluyoruz?

Beyler, Bediüzzaman kainat meclisinde her gün bütün varlığa hitap eden bir dava ve maneviyat adamıdır. Her dakika  milyonlarca insan onun hitaplarını okuyarak “sadakte” selamı ile onu hoşamedi ediyorlar.  Kaldı ki, şöhret O’nun için “aynı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar.” O’nun şöhrete ihtiyacı yoktur, hayattayken şöhretten fersah fersah uzak durmuştur.

Binlerce yerli ve yabancı devlet adamının çıktığı bir kürsüye, doksan tane talebesini Birinci Cihan Harbi’nde şehit vererek Ruslara esir düşen ve hayatı baştan sona bu ülkeye hizmetle geçen bir vatan evladının çıkması, sizi çok rahatsız ediyorsa, olmamış kabul edin ve rahatlamaya çalışın. Ne de olsa Türkiye’nin gerçeklerini yıllardır görmezden gelmeye alışıksınız. Bir kereciğine de bunu Bediüzzaman için yapın. Eminim ki bir süreliğine de olsa çok rahatlayacaksınızdır.

İçinde bulunduğunuz psikolojiyi çok iyi anlıyorum. İsterseniz size de bir örnekle anlatayım. Belki örnek hoşunuza gider. Ama örneğin Bediüzzaman’a ait olduğunu söylemeyeceğim!

Bir tavus kuşu düşünün. Yumurtasından çıkmış ve muhteşem kanatlarıyla gök yüzünde süzülen bir tavus kuşu. Onu gören kargalar çileden çıkarlar.  Karalama kampanyası başlatırlar. Yukarıya bakmak istemedikleri için, aşağı eğerler başlarını. O sırada tavus kuşunun içinden çıktığı yumurta kabukları nazarlarına ilişir. Aradıkları malzemeyi bulmuş gibi didik didik ederler bu kabukları. Kimisi “vay inceymiş kabuğu”, bir diğeri “vay süresini doldurmadan yumurtasından çıkmış”, bir başkası “vay kabuk çok az kırılmış” diyerek, saldırmaya başlarlar. Böylece, “işini bitirdik” diye yıllarca kendilerini avuturlar. Fakat tavus kuşunun her geçen gün kalplerde taht kurduğundan bihaberdirler.  Fark edince de ne yapacaklarını şaşırırlar ve eskisinden bin beter olurlar.

Nasıl;  yanılıyor muyum? “İçimizi okudunuz.” diyorsunuz değil mi? Karga ilavesi bana ait olsa da, örneğin aslının Bediüzzaman’a ait olduğunu söylemem de artık bir sakınca yoktur. Zira yazıyı okudunuz artık. Emin olun, bir batılı yazarın ismi ile Bediüzzaman’ın eserleri piyasaya sürülseydi,  yumurta kabuğu ile uğraşmaz, satır satır okurdunuz bu kitapları. Ama ne eylersin… Ah şu ön yargılar. Aynştayn (Einstein) kendi ön yargıları için “Atomu parçalamaktan daha zordur.” der. Bizim ön yargıları görseydi başka bir imkansızı örnek verirdi.  Çünkü nihayetinde atomun da parçalanması mümkün.

Benim bir önerim var; her sene bir günlük ön yargı tatili yapalım; ne dersiniz?  Ne olur bu teklifime ön yargı ile bakmayım, gayet samimiyim. Doğum gününde bir senenin muhasebesini yaptığımız gibi, ön yargı tatilinde de ne kadar ön yargılı davrandığımızın muhasebesini yapmış oluruz.

Bu yazının kaleme alındığı 2011 yılının ilk gününde, 2011’in ön yargının en az yaşanacağı bir yıl olmasını temenni ederim.

Bu temennimden de bir anlam çıkarana aşk olsun. “Amacınız,  bu öneri ile 2011 yılında ön yargıların önünü keserek, 2012 yılını da Bediüzzaman yılı yapmaktır” diyen biri çıksa hiç şaşırmam. Bu da benim ön yargım olsun!..

Ön yargısız nice yıllara…

Ferhat Aslan

www.RisaleHaber.com

DİPNOTLAR:

1-TBMM Zabit Ceridesi, 1. Celse, Cilt 24, 135. içtima, Perşembe, 9 Teşrin-i Sani (Kasım), 1338 (1922), 457; iktibas eden: Şahiner, Bilinmeyen Taraftarıyla, 259. Belgenin orjinali için:   http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=17692

2-Cemalettin Canlı, Yusuf Kenan Beysülen, “Zaman İçinde Bediüzzaman”, s:279, İletişim Yayınları.

Bediüzzaman Said Nursi – Mustafa Kemal Atatürk Görüşmesi

… Said Nursî’nin, Meclis’e sunduğu bu beyanname ve yaptığı şiddetli teşvik ve tavsiyeler oldukça etkili oldu ve 60’tan fazla mebus, düzenli olarak namaz kılmaya başladılar. Bu yoğun alakadan dolayı, mescit ola­rak kullanılan küçük odanın yerine, daha büyük bir oda kullanılmaya baş­landı. Mebuslar üzerinde ciddi tesir bırakan bu beyanname, Meclis Baş­kanı Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisini çekti. Bir gün, çok sayıda mebu­sun bulunduğu bir zeminde Said Nursî’ye olan kızgınlığını bağırarak şöy­le gösterdi:

Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fikirleri­nizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza da­ir şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz.

Said Nursî de, aynı şiddet ve kararlılıkla şu cevabı verdi:

Paşa! Paşa! İslâmiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.

Bu olay, biraz önce de belirttiğimiz gibi, birçok şahit önünde cereyan etti. (Mesela, Siverek mebusu Abdülgani Ensari gibi. bk. Badıllı, Nursî, 1:572.) Bu hadiseyi ve Bediüzzaman’ın Ankara günlerini pek çok şahit nakletmiştir. Ayrıca Bediüzzaman’ın eserlerinde de ana hatlarıyla yer almıştır. Bediüzzaman’ın ifadelerinin kitaplarında yer aldığı dönemde halen hayatta olan başta İsmet İnönü gibi pek çok mebus bu konular hakkında her hangi bir inkârda bulunmaması bu ifadelerin doğruluğu konusunda bir delil olarak sunulabilir.

Hatta o esnada hazır bulunan mebuslar, Said Nursî için endişeye ka­pılmışlardı. Bu sözlerinden dolayı canı yanabilirdi. Fakat Mustafa Kemal kızgınlığını bastırdı ve zımnen özür diledi. Çünkü iki gün sonra, maka­mında Said Nursî’yle iki saatlik bir görüşme yaptı.

İslâm düşmanları arasında ün kazanmak ümidiyle İslâm’a saldırma­nın ve onun şeâirini ortadan kaldırmaya çalışmanın millete, ülkeye ve İs­lâm dünyasına büyük zarar vereceği konusunda, Mustafa Kemal’i uyar­mak için bir fırsat yakalamıştı. Eğer bir inkılâp yapılacaksa, Kur’ân esas alınarak yapılmalıydı. Hırsını; makam ve şöhret arzusunu tatmin etmek için İslâm’a saldırarak, Türk ve İslâm düşmanlarının beğenisini kazanma­ya çalışmanın büyük bir yanlış olduğunu dile getirdi.

Mustafa Kemal, “bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiği hâl­de” bu sözlerinden dolayı, Said Nursî’ye, görünüşe bakılırsa kırılmamış­tı. Bilakis onu sakinleştirmeye ve nüfuzundan yararlanmak için onu ka­zanmaya çalıştı. Nursî’ye, Şeyh Senûsî’nin makamını, yani Doğu Anado­lu Genel Vaizliği’ni, 300 lira maaş, mebusluk ve Dârül-Hikmeti’1-İslâmiye’de sahip olduğu makamına denk bir makam, ayrıca bir köşk gibi cazip tekliflerde bulundu. Ancak Said Nursî bu tekliflerin hiçbirisini kabul etmedi. Bunun sebeplerini incelemeye geçmeden önce, Med­resetü’z-Zehrâ’nın inşaatıyla ilgili kanun teklifini imzalayan 167 mebus­tan birisinin de Mustafa Kemal olduğunu ifade edelim.

Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursi Entellektüel Biyografisi isimli eserinde istifade edilerek hazırlanmıştır.

Kaynak: SorularlaRisale.com

Yazarın Notu: Binlerce mahkemelerden geçen Tarihçe-i Hayattaki görüşme meselesi şayet yalan olsaydı o yazı ya kitaptan çıkarılırdı ya da kitap yasaklanırdı. Bu kadar beraat kararları bile bu görüşmenin yalan olmadığını tasdik etmez mi?

Said Nursi’yi yaşayan adam: Namazla hazırlandı

Said Nursi’nin hayatının anlatıldığı ‘Hür Adam’ filminin başrol oyuncusu Mürşit Ağa Bağ adeta “rolünü yaşayan adam” oldu.

Filmde canlandırdığı Said Nursi’ye fiziki olduğu kadar karakter olarak da benzemeye çalıştığını kaydeden Mürşit Ağa Bağ, “Fiziksel anlamda yaşadıklarını hissetmek için ben de yemek yemedim. Uzun süreler aç kaldım. Sabahlara kadar namaz kılarmış. Onu da yaptım.” dedi.

7 Ocak 2011’de gösterime girecek olan ve dün yapılan basın gösteriminden sonra Haber 7’ye konuşan Bağ, rolüne nasıl hazırlandığını anlattı. Ağa Bağ, Said Nursi hakkında düşüncelerini de açıkladı.

CANLANDIRMAK KOLAY OLMADI

Bediüzzaman Said Nursi gibi birisini canlandırmak kolay olmadı. Her rolü oynarım. Korkmam da. Eleştiriler her halükarda olacaktır. Ben elimden gelen her şeyi yaptım. Film dikkatle izlenirse ve genel anlamda hata aramak için didiklenmezse verdiği mesajlar doğru anlaşılır.

ÇOK ZEKİ BİR İNSAN

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bir kere çok zeki bir insan. Çileli bir hayatı var. Böyle bir şahsiyetin yaşamını perdeye yansıtmak da kolay değil. Hayatının belli bölümleri zaten ayrı ayrı film konusu.

KONSERVATUAR SINAVINDAN DAHA FAZLA HEYECANLANDIM

Ben de ilk defa toplu halde izledim. Kendimi çok önemli bir sınava girecekmiş gibi hissettim ve heyecanlandım. Konservatuar sınavı benim için çok önemliydi ve bu kadar heyecanlanmamıştım. Said Nursi’nin filmde de geçen, “Bir çınarın yaprakları gibi bir birimize kenetlenmeliyiz” mesajı iyi benimsenmeli, toplum olarak doğru anlaşılmalı.

ŞEYH SAİD AYRIMI YAPILIR

Bu filmi izleyenler en azından, Kürt isyanı olarak bilinen ayaklanmayı başlatan Şeyh Sait’le, Said Nursi’nin ayrı ayrı kişiler olduğunu öğrenecekler. Halan daha aynı insanlar olduğunu bilenler hatta gazetelerde yazıp çizenler var. Halk bu ayrımı bilsin yeter.

SABAHLARA KADAR NAMAZ KILDIM, AÇ KALDIM

Rolü aldıktan sonra hayatını inceledim ve kendisi gibi olmaya da çalıştım. Tanımaya çalıştım. Bol bol kitap okudum. Şeklen çok aradım, nasıl yürürdü. Nasıl elini koyardı. Bunları araştırdım. Sadece bir iki cümlesini duyabildiğimiz bir ses kaydı vardı. Ancak yakın çevresinin anlatımlarıyla hazırlandım. Fiziksel anlamda yaşadıklarını hissetmek için ben de yemek yemedim. Uzun süreler aç kaldım. Sabahlara kadar namaz kılarmış. Bunu da yaptım. Sabaha kadar oturup namaz kıldım. Güzel bir histi, güzel bir deneyimdi. Oyunculukta olması gereken de bu zaten. Oynayacağınız role hazırlanmanız gerekiyor. Said Nursi az yemek yemiş. Zaten kendisine fiziki olarak benzemek için zayıflamam gerekiyordu. Çekimler sürecinde 18 kilo verdim. Bu sürede nefsimi kontrol edebilmeyi de öğrendim. Böyle bir kazancım oldu.

ÇİZGİMİ DEĞİŞTİRMEM DOĞRU OLMAZ

Zaten bir çizgisi olan oyuncuyum. Bizim camianın genelinde olduğu gibi magazinsel bir yaşam tarzı ve gece hayatım yok. Said Nursi’yi canlandırdıktan sonra çizgimde değişiklik yapmak da doğru olmaz.

ALİ MURAT GÜVEN’DEN TAM NOT

Dün yapılan basın gösteriminden sonra film hakkındaki düşüncelerini açıklayan Yeni Şafak gazetesinin sinema eleştirmeni yazarı Ali Murat Güven,  özellikle Said Nursi’yi canlandıran Mürşit Ağa Bağ’ın oyunculuğuna dikkat çekmiş ve adeta rolüyle özdeşleştiğini kaydedettiği oyuncuyu basın mensuplarının önünde tebrik etmişti.

Haber 7

Hür Adam filmini Abdullah Yeğin ağabeyle izledik

Hür Adam filmini Abdullah Yeğin ağabeyle birlikte izledik

“Hür Adam Bediüzzaman Said Nursi” filminin senaryo yazarlarından biri de Ahmet Çetin beyefendidir. Ahmet Çetin kardeşimiz ile muarefemiz 80’li yıllar öncesine dayanır. İstikametini korumuş, hizmet anlayışından taviz vermeyen ve fakat kendini yenileyebilen, yani yeniliklere açık bir güzel kardeşim, dostumdur. Dört gün önce aradı ve “ağabey film bitti seni şu anda stüdyodan arıyorum. Mehmet bey de (yapımcı-yönetmen) seninle görüşmek istiyor buraya gelirsen hem Mehmet Bey ile görüşürsün hem de belki sana malzeme çıkar” dedi. “Tamam yarın seni alayım beraber gidelim” dedim. Kadıköy–Hadımköy arası yaklaşık 80-90 km’dir.

Ertesi gün Ahmet bey kardeşimi de alarak Hadımköy’e Mert Çelik fabrikasına doğru yöneldik. Saat 10.00 gibi Mert Çelik fabrikasına vardık. Daha önce de Mert Çelik fabrikası ile ilgili bilgi vermiştim. Yönetim bölümü, çok büyük bir alana kurulmuş devasa fabrika binanın hemen yanında. Fabrika bahçesine girdiğinizde adeta bir sarayın bahçesine girmiş gibi bir hisse kapılıyorsunuz, o kadar yeşil ve modern. Binaya girdiğinizde ise 7 yıldızlı bir otelin lobisinden daha temiz ve güzel bir lobinin içindesiniz. Mehmet Bey bizi kapıda karşılıyor. 4. Kattaki odasına birlikte çıkıyoruz.

Odasına girmemiz ile birlikte yoğun bir trafik başlıyor; reklam ajansları, gazetelerin reklam ve ilan müdürleri, yöneticiler ve departman müdürleri… Öğle namazını odasına serdiği kilimlerin üzerinde cemaatle kılıyoruz. Misafirlerle birlikte yenen öğle yemeğinden sonra trafik kaldığı yerden devam ediyor. Nasıl geçtiğini bilmiyorum ama ikindi namazı vaktinin girdiğini fark ediyoruz. İkindi namazından sonra bana Lem’alar’ı uzatıyorlar, misafirlerle birlikte bir ders yapıyoruz. Ve nihayet ben kazan kaldırma noktasına geliyorum. Aslında bir-iki saatlik bir zaman ayırmıştım fakat tam 5 saat dolmuştu. Ayağa kalkıyorum ve “evet Mehmet Bey bana müsaade” diyorum.
-Ya hocam otur yahu her gelene anlatıyorsunuz daha ne istiyorsunuz bundan daha iyi bir hizmet alanı mı var?
-Allah razı olsun da başka işlerim vardı ve bugünüm tamamen heba oldu.
-Bu nasıl heba yani bu kadar insana risaleler anlatılıyor bunu hizmet saymıyor musun hocam? Tamam, otur işimize bakalım.

Oturuyorum fakat değişen bir şey olmuyor. Nihayet tekrar “kalkacağım” deyince, sekreterine telefon bağlamamasını ve misafir almamasını söylüyor. Biz de sohbete başlıyoruz. Bu sohbet ayrıca yayınlanacak ve Risale Haber’in aziz okuyucularının takdirine sunulacaktır. Film henüz stüdyo aşamasında yani ham olduğu için izleyemiyorum fakat iki gün sonra izleme sözünü alarak saat 6 gibi ayrılıyorum.

Cumartesi günleri Abdullah Yeğin ağabeyin yanında umumi ders yapılıyor, dönüşümüzü yine Ahmet Çetin bey kardeşimle yaptığımız için, “bu akşam dersi Abdullah ağabeyin yanında dinleyelim” diye birlikte Vatan Caddesine doğru yöneliyoruz. Medreseye ulaştığımızda yatsı namazı kılınıyordu biz de iktida ettik. Namazdan sonra Abdullah ağabey bizim hal hatırımızı sordu. Sohbet esnasında filmden bahsettik ve salı günü filmi izleyeceğimi söyleyince Abdullah ağabey “ben de o filmi izlemek istiyorum bakalım bir kusuru var mı görmek istiyorum” dedi. Sohbetten sonra müsaade isteyip ayrıldık. Pazartesi günü Mehmet Beyi arayıp filmi izlemeye yalnız gelmeyeceğimi, Abdullah Yeğin Ağabeyle birlikte geleceğimi söyledim o da bu habere memnun olduğunu söyledi. Akşam Muhammed Nur Sungur’u aradım o da sevindi. Salı günü Said Özadalı Beyi de alarak, üç kişi Abdullah Yeğin Ağabeye gittik.

Öğle namazından hemen sonra da Hadımköy’e Mert Çelik fabrikasına doğru yola çıktık. Mert Çelik fabrikasına vardığımızda kapıda Abdullah Yeğin ağabeyin geleceğini haber alıp oraya gelen değerli dostlar tarafından karşılandık. Moral Fm Genel koordinatörü değerli dost Haluk İmamoğlu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı onursal başkanı hem bilgi hem kültürüne meftun olduğum çok değerli Harun Tokak ve şimdiki başkanı beyefendi insan Mustafa Yeşil, Said Taktak, Ahmet Çetin ve bir haberci ekibi. Abdullah Ağabeye yapılan hoşemediden sonra fabrika içindeki cep sinemasına alındık en değme yerlerde bile bu kadar iyi döşenmiş iyi hazırlanmış bir sinemaya rastlamamıştım. Her neyse herkes yerini aldı ve filmin gösterimini beklemeye başladık. Başta söylemiştim ya henüz film ham, yapılacak çok şey vardı daha zor oldu ama 15-20 dakika sonra film başladı.

Bediüzzaman’ın henüz çocuk iken üzerinde taşıdığı hasletler harika konu edilmiş. İlme merakı, izzetli duruşu, vakur bakışları, kendinden emin ses tonu ile çok güzel işlenmiş. Kopan fırtınalarda ve gök gürültülerinden korkan annesine “korkma anne Said seninle beraberdir” sözü mükemmel bir atmosferin doğal neticesi gibi adeta izleyene kabul ettirilmiş. “Keçe Külahlılar”ın önünde şark cephesindeki cihada kalkması başta Abdullah Ağabey olmak üzere herkesi hıçkırıklara boğdu. Ruslara esir düşüşü, Nikola Nikoloviç ile aralarında geçen muhavere bizi adeta sinema perdesinin içine çekti. Rusya’dan Almanya üzeri dönüşü, Ankara’ya uğraması oradan Van’a geçişi kuvvetli bir anlatım ile gerçekleştirilmiş. Van’da kaldığı sürede Molla Said-i Meşhur’un Seyda’ya, yani eski Said’in yeni Said’e inkılabı, isyancılara karşı duruşu ve onları isyandan vazgeçirmesi, Türklerin ve Kürtlerin hakikatta kardeş oldukları ifadesi kuvvetli bir görsel şölen ile anlatılmış. Ankara’ya davet ve mecliste 1. Cumhurbaşkanı ile konuşması tarafsız bir nazarla işlenmeye çalışıldığı gerçeğini gösteriyor. Barla, Denizli, Emirdağ, Afyon tekrar Emirdağ sürgünleri. Yapılan zulüm ve işkenceler, buraya kadar ki anlatımlarımızdan filmin sadece sosyal meseleleri anlattığını kimse düşünmesin. Risale-i Nur’un telifinin ilk gününden son gününe kadar yani cephede Keçe Külahlılar’ın önünde savaşırken “Molla Habib yaz kardaşım” ile ilk başladığı günden risalelerin yayılması ve okunması ve hayatının son gününe kadar mükemmel.

Ben sinema eleştirmeni değilim, aslında sinemadan da pek anlamam ama Üstadımın hayatını birazcık biliyorum.
Film bitip de ışıklar yanınca Abdullah Yeğin ağabey o yaşlı gözleri ile gülmeye başladı herkes ona bakıyordu “maşallah çok güzel becermişsiniz, bu kadar güzel nasıl yaptınız?” dedi. Evet, herkes çok duyguluydu ve herkes çok memnundu, fakat Abdullah Yeğin ağabeyin bu kanaati herkes için çok önemliydi.

Bediüzzaman’ın filmi bugüne kalmamalıydı. Sorsanız onun için ölmeyi kabul eden onlarca milyoner var Türkiye’de ama hiç kimse filmini yapmaya cesaret etmedi, edemedi. Bu bir ilk, “bir deli adam” büyük bir cesaret, büyük bir asalet, büyük bir fedakârlık ve büyük bir vefakârlıkla söylediği “Üstadım”, “seviyorum”, “davam” gibi sözlerin arkasında durmuş hiçbir şeyden ve hiçbir kimseden korkmadan ve en önemlisi harcadığı parayı geri alamamaktan da korkmadan milyonlarca doları bu işe yatırmış. Sıfır hata mı? Elbette hayır. Ama bu bir ilk; bundan sonra yapacakların önünde bir örnek var, daha iyisini yapsınlar.

Bu filmi ilk olarak Risale Haber yazdı, gündeme Risale Haber getirdi. Şimdi Türkiye konuşuyor. Bu arada Risale Haber’in de etkisini okuyucuların takdirine sunuyorum.

Ben Mehmet Tanrısever’i can-ı gönülden tebrik ediyorum, dua ediyorum ve okuyucularımdan da ona dua etmesini diliyorum. Ayrıca Mehmet Tanrısever’den bir söz aldım; biliyorsunuz ki Mehmet beyin Feza Radyo ismiyle ticari bir amacı olmayan ve 24 saat Kur’an-ı Kerim meali okuyan bir radyosu var. Mehmet bey bana şu sözü verdi. “Eğer bu filmi beş milyon kişi izlerse 24 saat durmaksızın sadece Risale-i Nur okuyan bir radyo kurmaya söz veriyorum.” Ben Mehmet beyin sözünde durduğunu gördüm zaten bir örneğimiz de mevcut. Hiç reklam almadan 24 saat sadece Kur’an okuyan bir radyo var… Ha gayret inşallah 24 saat fasılasız Risale-i Nur okuyan radyo yakındır. Sağlık ve mutlulukla kalınız.

Abdurrahman IRAZ

www.risalehaber.com

Samanyolunda çıkan haber: