Kategori arşivi: Röportajlar

ŞÚRÂ

ŞÚRÂ

Bir zat Zübeyir Ağabeye Nur’un meslek ve meşrebi hakkında sual soruyor.

Zübeyir Ağabey:“Üstadımız 6000 küsur sayfa külliyatta,3000 küsür sahifede: Peygamber (a.s.m)’ın:”Ben o Süfyan’ın zamanında gelseydim; en tenha bir yere çekilir, Kur’an’dan iman bürhanlarını istihrac eder,o Süfyana onunla mukabele ederdim.” beyanlarına binaen,garba nefyedildiğilde yirmi küsur senede Kur’anı’ın Anasır-ı Esasîyesi olan TEVHİD, NÜBÜVVET, HAŞİR, ADALET İLE İBADET’i, yani bizatihi imanın rükünleri ve Esasat-ı İslamiye üzerine 6000 sahife Risale-i Nur Külliyatını,bu son asrın en dehşetli dalaletine karşı, istibdad-ı mutlak altında,avn ve inayet-i İlahiye ile, çoğu elyazması 600 000 nüsha olarak neşrine muvaffak olmuşlardır.

3000 küsur sahife olan iman hakikatleri derslerini;Merhum Mustafa Sungur ağabeyimizin Üstadımıza ittiba’en talim ettikleri gibi,kitapları dağıtıp beraber okuyarak,aklımızı ikna ederken, kalp ve ruhlarımıza feyyaz nurlarını ders alarak iktisab ediyoruz.

Fakat,3000 sahifeye yakın Tarihçe ve lahikalarda Muazzez Hadim-i Kuran Üstadımızın bizatihi Kur’an’dan ahzettikleri imana hizmet meslek ve meşrebini ders verdikleri ve ferden ve Hizb-ül-Kur’an olarak imtisal ve ittiba etmemiz gereken o ameli hususları,o Kurani sıratı müstakimde Rıza-yı Bari’ dairesinde isabetle muvaffak olmamız için; Hz. Mehdi mektubunda beyan edilen Üçüncü Said tabir ettikleri tatbikat devresinde,emsalsiz bir ders ve terbiye ile beraber on sene kadar hizmetlerinde bulunan zatları,o kudsi Kur’ani tarzı en doğru ve hayattar olarak bize intikal ettiren o Nur Erkanlarını “Mutlak vekilimdirler.”diyerek tavzif etmişlerdir .

Ve şunu ehemmiyetle beyan buyuruyorlar:
“Onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor;ancak vazifeye,hizmete bakıp o noktada bakmalısınız.” buyuruyor.

Bu nokta çok ehemmiyetlidir.
Peygamber (a.s.m)İmam-ı Ali (r.a)’a:

“Ben Kur’an’ın’ın tenzili için harbettim; sen te’vili için habedeceksin.” buyurmuşlar.

Aziz Üstadımız şöyle buyuruyorlar:
“Benim mesleğim sahabe mesleğidir.
Risale-i Nur bizatihi Kur’an’ın malıdır.
Bu zamanda bir mu’cize-imaneviyesidir.
Ehil olanlara velayet-i kübra feyizlerini ifaza eder.”.

İşte bu kudsi Kur’an’i tarzın,kudsi Kur’ani keyfiyetin;değişmeden aynen muhafaza edilerek devamına medar olmak üzere,enson vasiyetlerinde:”Dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum.”diyerek bir ŞÚRÂ teşkil etmişlerdir;o kudsi emaneti o hey’ete tevdi etmişlerdir.

Zübeyir ağabey Üstadımızın bu azam ehemmiyetli tedbiri için,şöyle buyurdular:

“HZ .İSA (as)’IN DİNİ HAVARİLERİYLE YAYILDIĞI GİBİ; ÜSTADIMIZIN TARZI,DAVASI DA, HİZMETKARLARI VASITASIYLA İNTİŞAR EDECEKTİR. “

Merhum Zübeyir Ağabey(ra):
“Üstadımızın hizmeti zordur; Risale-i Nur’un hizmeti kolaydır.” buyurmuşlardır. Üstadımız hususi hizmetlerinde Zübeyir Ağabeyi ve Hüsnü Ağabeyi istihdam etmişlerdir.
VESSELAMÜ ALA MENİTTEBEAL HÜDA

Bir ehemm not:Merhum Bayram Ağabey(ra):”Son vasiyet yazılırken,
Zübeyir Ağabey ile ben Üstadımızın yanında olduğumuz için,bizi ismen
yazmadı.”buyurdular.

EYÜP EKMEKÇİ

www.NurNet.org

Risaleler nasıl okunmalı? Üstad’ın “…Gazete gibi okumayınız.” tavsiyesini nasıl anlamalıyız?

Risaleler nasıl okunmalı? Üstad’ın “…Gazete gibi okumayınız.” tavsiyesini nasıl anlamalıyız?

Bilindiği gibi Nur Risaleleri ne sadece akla, ne de yalnız kalbe hitap etmeyip her ikisinin de hissesini verir. Bazı risaleler, Üstad’ın da ifadesiyle “akıldan ziyade kalbe nazırdır.” Bazıları da bunun aksi mahiyettedir.

“Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasıl ki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a’saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır.”(1)

Okumada esas olan ihlastır, ihlasla okunan bir dersten kalp mutlaka hissesini alır. Aklın hissesi ise o dersin anlaşılması nispetinde ziyadeleşir.

Nurlarda ele alınan konular büyük ekseriyetle marifetullahla ilgilidir; ibadetle ilgilidir; diğer iman hakikatleriyle ilgilidir. Marifetullahın sonu yoktur. Allah Resulünün (asv) mi’raçta rüyet ile taltif edildiği anda söylediği,

“Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni hakkıyla, tam bir marifet ile tanıyamadım.”

cümlesi, bu sahanın sonsuzluğunun en güzel ifadesidir. Bu hakikatin ışığında, Nur Risalelerini şevk ile, ihlasla, tefekkürle ve dakik bir nazarla okumak, üstünkörü geçmemek gerekir.

Üstad’ın önemli bir tavsiyesini de bu vesileyle hatırlayalım: “Gazete gibi okumamak.”

Bilindiği gibi, gazete okuyan kişi önce haber başlıklarına şöyle bir bakıp geçer, daha sonra önemli gördüğü haberlerin ayrıntılarına iner. Gazetenin tamamını okusa bile ertesi gün, aynı şeyleri değil farklı haberleri izler.

Gazeteyi okuduğumuzda ondaki her şeye vakıf oluruz. Onu tekrar okumamız gerekmez.

Nurlar ise öyle değildir. Her okudukça marifetimizde inkişaf olacak, ama biz Allah Resulünün (asv) o mübarek kelamını hatırlayarak, elde ettiğiniz marifetin yeterli olmadığını bilecek ve okumaya devam edeceğiz.

Üstadımız bir risalesinde, “her yerde bir küçük bir medrese-i Nuriye açılmasını” tavsiye ederken şu gerekçeyi de ekler:

“Çünkü herkes her meselesini anlamaz, fakat hissesiz de kalmaz.”(2)

Bundan da anlaşılacağı gibi, Nurları birlikte ve mütalaa ederek okuduğumuzda aklımızın hissesi daha da artacaktır.

Nurların okunmasında belli bir metot olmamakla birlikte, genelde kabul gören tarz, “sıra ile birkaç kez külliyatı devretmek, daha sonra her gün yine belli bir miktar sıra ile okumaya devam ederken, öte yandan konularda derinleşmeye çalışmaktır.”

Allah Resulünün (asv) şu hadis-i şerifi Nurların okunmasında da temel kaidedir:

“Amelin hayırlısı, az da olsa, devamlı olanıdır.”

Genel bir kaide olarak şunu söyleyebiliriz: Her kelime üzerinde fazlaca durmadan Külliyatı, “kendini kaptırarak ve hafif bir sesle” okumakta kalbin hissesi daha fazla olur. Kelimeler, cümleler üzerinde müzakereli olarak okunduğunda ise aklın hissesi daha fazla olur. Bize her ikisi de gerekli olduğundan “her iki tarzı da birlikte yürütmek en faydalısıdır.” kanaatindeyim.

Bir Nur talebesi, hem binlerce günahın insana hücum ettiği bu fitne asrında, bu marifetullah dersleriyle kendini korumak, hem bütün dünyada nurları okuyanlarla bir manevî rabıta kurmak, hem de neşrini bir dava olarak benimsediği bu hakikatlerin ulviyetini yeniden hatırlamak ve onları muhtaçlara ulaştırmak için, yeni bir şevk kazanmak üzere bu eserleri her fırsatta okur. Özellikle namazlardan sonra okunması bir âdet haline gelmiştir. İbadet ortamında, Rabbine ibadet ve dua ettikten sonra bu hakikatlerin birkaç dakika olsun okunması, sözünü ettiğimiz manaları daha da kuvvetlendirir.

Bu konuda az da olsa muhatap olduğumuz bir soru var: Nurları okumak mı daha önemlidir, yazmak mı?

Bir Nur talebesi için en önemli mesele nurlardaki hakikatlere güzel, parlak ve berrak bir ayna olmaktır. Tâ ki, bu hakikatlerin başka kişilere de ulaşmasında örnek ve rehber olabilsin. Üstadımızın,

“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler. Belki Küre-i Arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler.”(3)

ifadeleri çok önemlidir. Bu gayeye okuyarak da erilse, yazarak da kavuşulsa sonuç değişmez. Ancak şu var ki, nurları okumanın yasak olduğu, Üstatla temas edenlerin bile hapislere, sürgünlere sevk edildikleri o müthiş zamanda, en büyük hizmet nurları yazmak ve neşrine öylece çalışmak idi. Teksir makinesiyle çoğaltma dönemini, Üstadımız Risale-i Nur’un bayramı olarak ilan etmiş ve teksir makinesini binler kâlem ile neşir yapmaya benzetmişti. Bugün, Rabbimize hadsiz şükürler olsun, Nur Risaleleri her dilde rahatlıkla basılmakta ve muhtaçlara ulaştırılmaktadır. Artık yazma, o zulüm dönemindeki tarihî önemini kaybetmiştir. Ancak, Osmanlıca eserleri okuyabilenlerin, eserleri Osmanlıcasından okumaları, yazıya özel bir merakı olanların da yazmaları nurlardan istifadelerinin artmasına sebep olabilir. Bu özel bir durumdur, genel tarz, Nurları okumak, yaşamak ve neşrine çalışmaktır.

Şunu da önemle ifade etmek isterim: Hizmetimizin her sahasında meşveret ve şura esastır. Nurları okunma tarzının da yetkili kişilerden teşekkül edecek bir şurada enine boyuna tartışılmasının en verimli şekli ortaya koyacağına inanıyorum.

Dipnotlar:

(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.

(2) bk. Şualar, Yedinci Şua (Ayetü’l-Kübra)

(3) bk. Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı.

Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editör

 

www.NurNet.org

Bediüzzaman Hazretleri ve Receb-i Şerif Ayı

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

…çok mübarek ve çok sevablı ibadet ayları olan şuhur-u selâse gelecekler.

Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise,

Receb-i Şerifte yüzden geçer,

Şaban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade

ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar

ve cuma gecelerinde binlere

ve Leyle-i Kadir’de otuz bine çıkar.
(Şualar, 494)

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi’racınızı ve leyle-i beratınızı ve leyle-i kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve herbir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz. (Emirdağ Lahikası-2, 121)

***

Bütün ruh u canımızla Receb-i Şerifinizi ve şuhur-u selâsenizi tebrik edip Cenab-ı Erhamürrâhimînden niyaz ediyoruz ki, hakkınızda ve hakkımızda seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandırmağa bu üç mübarek ayı vesile eylesin, âmîn. (Emirdağ Lahikası-2, 63)

***

Kat’iyyen şekk ve şübhemiz kalmadı ki; bu hizmetimizin neticesi olan Risale-i Nur’un serbestiyetini değil yalnız biz ve bu Anadolu ve âlem-i İslâm alkışlıyor, takdir ediyor; belki kâinat memnun olup cevv-i sema, feza-yı âlem alkışlıyor ki; üç-dört ayda yağmura şiddet-i ihtiyaç varken gelmedi ve Denizli’de mahkemenin bilfiil teslimine karar vermesi, yine Leyle-i Mi’rac’da aynen Risale-i Nur’un bir rahmet olduğuna işareten Leyle-i Regaib’e tevafuk ederek kesretli melek-i ra’dın alkışlamasıyla ve rahmetin Emirdağı’nda gelmesi, o teslim kararına tevafuk etmesi ve bir hafta sonra demek Denizli’de vekillerin eliyle alınması hengâmlarında yine aynen Leyle-i Mi’rac’a ve Leyle-i Regaib’e tevafuk ederek aynen onlar gibi Cuma gecesinde kesretli rahmet ve yağmurun bu memlekette gelmesi o tevafuklarıyla kat’î kanaat verdi ki; Risale-i Nur’un müsaderesine ve hapsine dört zelzelelerin tevafuku Küre-i Arz’ca bir itiraz olduğu gibi, bu Emirdağı memleketinde dört ay zarfında yalnız üç cuma gecesinde -biri Leyle-i Regaib, biri Leyle-i Mi’rac, biri de Şaban-ı Muazzam’ın birinci cuma gecesinde- rahmetin kesretli gelmesi ve Risale-i Nur’un da serbestiyetinin üç devresine tam tamına tevafuk etmesi; küre-i havaiyenin bir tebriki, bir müjdesidir ve Risale-i Nur’un da manevî bir rahmet ve yağmur olduğuna kuvvetli bir işarettir. (Emirdağ Lahikası-1, 46)

***

Aziz kardeşlerim!

Size iki puslayı Leyle-i Regaib’den altı saat evvel yazdım. “Hizb-ün Nuriye” kâğıd ile teslimden sonra, kat’iyyen benim kanaatimde bir nevi mu’cize-i Ahmediye olarak, iki aydan beri mütemadiyen kuraklık ve yağmursuzluk, her tarafta daima namazlardan sonra pek çok duaların akîm kaldığı ve herkes me’yusiyetten derd-i maişet endişesiyle kalben ağlarken, birden Leyle-i Regaib -bütün ömrümde hiç mislini işitmediğim ve başkalar da işitmediği- üç saatte yüz defa, belki fazla tekrar ile melek-i ra’dın yüksek ve şiddetli tesbihatıyla öyle bir rahmet yağdı ki; en muannide dahi Leyle-i Regaib’in kudsiyetini ve Hazret-i Risalet’in bir derece, bir cihette âlem-i şehadete teşrifinin umum kâinatça ve bütün asırlarda nazar-ı ehemmiyette ve Rahmeten lil’âlemîn olduğunu isbat etti ve kâinat o geceyi alkışlıyor diye gösterdi.

Acaba, dualarımızda Isparta bu memleketle beraberdi, bu yağmurda hissesi var mı, merak ediyorum. Şimdiye kadar çok emarelerle Risale-i Nur bir vesile-i rahmet olmasından, bu rahmet îma eder ki; her halde ehemmiyetli bir fütuhatı perde altında vardır ve belki serbestiyetine bir işarettir. Hem burada “Lem’alar”ın verdiği iştiyak cihetiyle yazıcıların çoğalması, inşâallah bir nevi makbul dua hükmüne geçti. (Emirdağ Lahikası-1, 37)

***

Aziz ve sıddık kardeşlerim ve fedakâr ve sadık arkadaşlarım!

Evvelâ: Sizin, bu mübarek şuhur-u selâse ve içindeki kıymetdar leyali-i mübarekeleri tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, herbir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Regaib ve Leyle-i Kadir kıymetinde size sevab versin, âmîn. (Kastamonu Lahikası, 84)

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Seksen küsur sene bir ömr-ü manevîyi sizlere kazandıracak olan şuhur-u selâse-i mübarekeyi ve bilhâssa bu geceki Leyle-i Regaib’i tebrik ediyoruz. Sizin beraetiniz ve manen galebeniz, zalimleri şaşırttı. Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanane taarruzdan vazgeçip, dostane hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur’un hizmetinden geri bırakmak için, memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar. Burada o neviden çok vakıalar var. Bu taarruz bir cihette daha zararlı görünüyor.

Ben bu sene çok zaîf ve ihtiyar ve âciz bir halde bulunduğumdan, genç kardeşlerimden manevî muavenetlerini bu mübarek şuhur-u selâsede rica ediyorum. Herbirisine birer birer selâm ve dâreynde selâmetlerine dua ediyoruz. (Kastamonu Lahikası, 148)

***

Seksen küsur sene manevî ve bâki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan şuhur-u selâsenizi ve Leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum. İki-üç gün evvel, Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim, hak verdim. (Kastamonu Lahikası, 250)

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Receb-i Şerifinizi ve yarınki Leyle-i Regaibinizi ruh-u canımızla tebrik ederiz.

Sâniyen: Me’yus olmayınız, hem merak ve telaş etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye inşâallah imdadımıza yetişir. Bu üç aydan beri aleyhimizde ihzar edilen bomba patladı. Benim sobam ve Feyzilerin su bardağı ve Hüsrev’in iki su bardaklarının verdikleri haber doğru çıktı. Fakat dehşetli değil, hafif oldu. İnşâallah o ateş tamamen sönecek. Bütün hücumları, şahsımı çürütmek ve Nur’un fütuhatına bulantı vermektir.

Emirdağı’ndaki malûm münafıktan daha muzır ve gizli zındıkların elinde âlet bir adam ve bid’atkâr bir yarım hoca ile beraber bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalıştıkları darbe, yirmiden bire inmiş. İnşâallah o bir dahi, bizi mecruh ve yaralı etmeyecek ve düşündükleri ve kasdettikleri bizi birbirinden ve Nurlardan kaçırmak plânları dahi akîm kalacak. Bu mübarek ayların hürmetine ve pekçok sevab kazandırmalarına itimaden sabır ve tahammül içinde şükür ve tevekkül etmek ve مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ düsturuna teslim olmak elzemdir, vazifemizdir. (Şualar, 494)

***

…câmi’ dualarla dua etmek; hem hulûs ve huşu’ ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhâssa sabah namazından sonra; hem mevâki’-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum’ada, hususan saat-ı icabede; hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me’muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur.

Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir. (Mektubat, 279)

SAİD ÖZDEMİR AĞABEYİMİZDEN

“Bu gece, Allah indinde çok makbul bir gecedir. Bu gecede Resul-i Ekrem (A.S.M) çok büyük ni’metlere, feyizlere, tecelliyat-ı cemaliyeye ve kemaliyeye mazhar olmuşlardır. Mü’minlerde bu gecede Cenâb-ı Hakk’ın ikram ve ihsanat-ı ilâhiyesine, mârifet ve muhabbet nurlarına mazhar olacakları bir gecedir.

Bu geceyi uyku ile gafletle geçirmemek lazım. Bediüzzaman hazretleri bu gecelerde yanındaki talebelerini uyutmazdı. Bu gecenin gündüzünü oruçla gecesini de sabaha kadar Kur’anla, namazla, zikirle, Hizbu’l- Hakaik okumakla ihya etmek lazımdır.

Bu mübârek aylarda kalb ve ruhu harekete geçirmeli, çokca Kur’an-ı Kerim okumalı. Kur’an-ı Kerim’in bu aylarda her bir harfinin iki yüz, üç yüz ve binler sevabı var. Ne mutlu her gün cevşen, Delailinnur, Evrâd-ı kudsiyye, Münacatü’l-Kur’an, Tahmidiye okuyana.”

BAYRAM YÜKSEL AĞABEYİMİZDEN:

“Lahika mektubu neşrederdi

“Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri şuhur-u selase girdiğinde muhakkak lâhika neşreder, talebelerinin mübarek ay ve günlerini tebrik eder, vesile ile muharebeyi devam ettirirdi. Talebeleriyle devamlı irtibat halinde idi. Lâhika mektuplarından bir misal:

“Evvela; sizin mübarek şuhur-u selase ve içindeki kıymettar leyali-i mübarekelerinizi tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak her bir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Regaib, Leyle-i Kadir kıymetinde size sevap versin.

“Hem Leyle-i Beratınızı ve gelecek Ramazanınızı ve hem gelecek Leyle-i Kadri, hakkınızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i âmalinize böyle geçmesini Cenab-ı Haktan niyaz ediyoruz.

“Hem Leyle-i Miracınızı tebrik ve içinde ettiğiniz duaların makbuliyetini rahmet-i İlâhiyeden niyaz eder ve bu havaliden Mirac Gecesinden bir gün evvel, bir gün sonra müstesna rahmetin yağması işaret eder ki, umumî rahmet tecellî edecek inşaallah.’

“Aziz, sıddık kardeşlerim, “Mübarek Ramazan-ı Şerifinizi ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak Ramaz-ı Şerifin Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan hayırlı eylesin. Amin. Ve seksen sene bir ömr-ü makbul hakkınızda kabul eylesin.’

“Bu şekilde Regaib, Berat, Mirac Gecelerinde teksir lâhikası gönderirdi. Dolayısıyla çeşitli mevzularda, Risale-i Nur’un neşri, hizmeti ve faaliyeti ile ilgili müjdeli haberleri Nur Talebelerine gönderirdi.

Selam Ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Nurlu Mektub

Nurlu Mektub

Hüsnü Bayram Abi ile ilk vicahi görüşmemiz yirmi sene kadar öncesine dayanır. Risale-i Nur’u kendi rengine, kendi boyasına bulandırmadan saf ve duru haliyle adeta bir reşha gibi aksettirişine hayran olmuştum.

Sözü Bediüzzaman Hazretlerinin şahsına getirmiş, onun zühtünü, verasını, takvasını ve nasıl bir ahlak-ı hamideye sahip olduğunu uzun uzun anlatmıştı. Sohbetinin sonu hitamühül miskti.

Şöyle demişti: Üstadımız güzel koku sürmeyi ihmal etmez, sürekli kullanırdı. Fakat bunu da azami ihlas adına yapardı. Yani kendi teninin güzel kokusunu gizlemek için bu kokuları sürerdi.

Evet, sizler de o manevi kokunun ne olduğuna mutlaka aşinasınızdır. Dünyada benzerine rastlamanın mümkün olmadığı o güzel kokuyu, ya bir veli kulu ziyaretinizde, ya bir zikir halkasının nefes kesen rayihasında ya ihlas donanımlı bir Kur’an tilavetinde ya da berzaha göçmüş Allah dostlarının kabirlerinde selam almaya mukabil gelen ve adeta bütün mahiyetinize yayılan güzel kokularda duymuş, hissetmişsinizdir.

Allah’ın sevgili kullarındaki bu hal elbette onların Peygamber izinden gidişlerinin ve Peygamber Efendimizin varisi alimlerden oluşlarının da bir işaretidir. Nitekim Hz. Ayşe validemiz şöyle buyururlar: Allah Resulünün teni ve teri o kadar güzel kokardı ki, o terlediğinde biz hemen onun terini alır ve kokularımıza karıştırır yani tefarik yapardık.

Birkaç hafta önce nasip oldu, Hüsnü Bayram Abiyi ziyaret ettim. Risale-i Nur’u yine aynı saflığında, aynı duruluğunda aksettirdiğini görmek beni sonsuz sürura gark etti. Geçen yıllar, seneler onu asla aşındırmamış sadece hizmet aşkını, hizmet şevkini artırmıştı.   

1950 yılında henüz 15 yaşında çiçeği burnunda bir delikanlı iken tanıdığı, rahle-i tedrisine oturduğu Üstadından o, tam on yıl ilim, irfan ve feyiz massetmiş, ömrü boyunca da sadakat ve vefasından zerrece taviz vermeden Üstadından gördüklerini, onunla yaşadıklarını talipleriyle paylaşmış durmuştur. Sadece aklıyla, kalbiyle, ruhuyla değil adeta bütün mahiyetiyle hizmet-i imaniye ve Kur’aniyeye kilitlenmiş bu mümtaz şahsiyet elan da irşat vazifesini külli ve umumi manada deruhte etmekle meşguldür.

Geçtiğimiz günlerde, Hüsnü Bayram Abi, basına da yansıyan şekliyle bir mektup neşretti. Önümüzdeki yerel seçimlerde niçin Ak Partinin ve Cumhur ittifakının desteklenmesi gerektiğini Risale-i Nur’a dayalı teorik ve Bediüzzaman Hazretlerinin icraatına dayalı pratikleri referans alarak değerlendiren, yorumlayan ve hükme bağlayan bu mektup, selim bir aklın, keskin bir ferasetin ve istikballe musafaha eden bir basiretin şekillenmiş yankısı mahiyetindeydi.

Mektup uzun. Ben, şahsı maneviyi temsilen yazıldığı için herhangi bir mektuptan daha öte mana ifade eden bu nurlu mektubun son bölümünü teberrüken sizlerle paylaşmak niyetindeyim:  

“Üstadımızın 1957 erken seçimlerinde hareket tarzını bizatihi şöyle gördük:

Ehl-i dalaletin komitelerinin bu zamanda Reis-i Cumhurumuz Recep Tayyib Erdoğan aleyhinde ittifak ettikleri gibi, 1957 seçimlerinde de Adnan Menderes’in aleyhinde ittifak etmişlerdi. Vatan, millet ve memleket aleyhinde tehlikeyi gören Üstadımız ile birlikte hayatında ilk defa rey kullanılacağı sandığa gitmiştik.

Aziz Üstadımız sandık başkanına “Bana Demokratların pusulasını ver evladım” dediler. Açıktan Demokrat Parti pusulasına parmak bastılar.

Şimdi de aynı hal daha dehşetli bir surette cereyan ediyor. Sadece dahilde değil hariçten de çok düşmanlar insanları aldatarak aziz vatanımızda istikrarı bozmak ve hükümeti zayıflatmak için her türlü bahaneyi istimal ediyorlar. Aynen öyle de bu seçimler her ne kadar mahalli seçimler olsa da, sonuçları itibariyle bütün memleketi ilgilendiren bir meseledir. Hükümetin meşruiyetine darbe vurmak ve asayişi bozup memlekette anarşi çıkarmak isteyenler, seçimlerde hükümet aleyhine çıkacak bir neticeyi; vatan, millet ve memleket aleyhine Allah muhafaza istimal edebilirler. Buna karşı aynen Üstadımız gibi bizler de vatan, millet ve İslamiyet namına Cumhurbaşkanımızın intihap ettiği adayları destekleyeceğiz.”

Latif ERDOĞAN

Kaynak: YeniAkit 

www.NurNet.Org

Risale-i Nur’dan ‘Bismillah’ dersini duyan iki yaşındaki Sofia’nın tepkisi

Esselamunaleyküm

Orta Amerikanın önemli ülkelerinden Guatemala’dan bütün abi ve kardeşlerimize selam ediyoruz. Evet daha yeni bir havadis mektubu yazmıştık. Fakat Hüsnü ağabey ile beraber olduğumuz Güney Amerika seyahati sonrası katıldıgımız Meksika – Guadalahara Kitap Fuarından müjdeli ve güzel haberler ve akabinde Guatemala ziyaretimizi de paylaşmak istedik.

Zira bu hizmetimizde bizim payımıza düşen buralarda bilfiil koşturmak olsa da, dualarını her zaman hissettiğimiz kıymetli ağabey ve kardeşlerimiz ile de manen beraber olduğumuzdan, bu havadisleri bilmeleri hakkı, bizim de bu güzel haberleri yazmamız boynumuzun borcudur diye telakki ediyoruz.

Nurları nasıl karşılayacaklarını merak ediyorduk

Uzun zamandır katılmayı arzu ettiğimiz, Dünyada ilk beşte, Güney Amerika’nın da en büyük kitap fuarı olan Meksika-Guadalahara’da bu sene yer bulmaya muvaffak olduk. Güney Amerika’da çok fuarlara katılmış, Latin halkının ilgi ve alakasını defaetle müşahade etmiştik.

Fakat yaklaşık 130 milyon nüfusu ile bölgede İspanyolca konuşulan en kalabalık ülke olan Meksika fuarına ilk defa katılmamızdan dolayı nurları nasıl karşılayacaklarını merak ediyorduk.

Daha fuarın ilk günlerinden itibaren anladık ki, zaman ve mekan değişse de bu asrın insanının manevi yaraları değişmiyor, muhtaç oldukları Kur’ani devaları farkından olmadan aramaya devam ediyorlardı. Bulanlar adeta bağrına basıyor ve hemen bu nurlardan istifadeye başlıyordu.

Bu hakikatler o kadar tesirli ki insan okuyunca ağlamak istiyor

Mesela, fuarın ilk günlerinde iki genç Meksikalı ve annesi standımıza gelmişti. Anne, Küçük Sözler’in arka kapağındaki kısmı okumaya başladı;

“Ey nefsim! Deme: “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış; herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur.” Çünkü, ölüm değişmiyor; firak bekaya kalbolup, başkalaşmıyor. Acz-i beşeri, fakr-ı insani değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peyda ediyor.Hem deme: “Ben de herkes gibiyim.” Çünkü, herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.”

Sanki sadece stand değil, binlerce ziyaretçinin olduğu fuar bir anda boşalmış, abla orada tek başınaymış da sessizce bütün benliğiyle bu sözleri okuyordu. Gözleri doldu ağlamaklı oldu, belki de son cümleleri bitiremedi.

Ona sorduk, niye bu kadar duygulandınız? Dedi ki; “Bu hakikatler o kadar tesirli ki insan okuyunca ağlamak istiyor.”

Hamdolsun, önce küçük kitaplardan alan bu ablamız br kaç gün sonra tekrar gelip kalan büyük kitaplardan da aldı, Rabbim istifadesini artırsın, hidayet versin, amin…

Hem Kur’an’ını hem de nurları aldı

Daha bir yıl önce Müslüman olan başka bir Meksikalı kardeşimiz de Kur’an-ı Kerim almak için fuara geliyor. Meksika bölümünü tamamen tarıyor ama Kur’an bulamadığı için üzgün bir vaziyette evine dönüyor. Sonra kendi kendine diyor ki, “niye uluslararası bölüme bakmadım, yarın gidip oraya bakayım bulamazsam bile en azından gittim, aradım, bulamadım derim” diyor.

Ertesi gün geldiğinde ise hasbel kader bizim standımızı buluyor, Kur’an-ı Kerimi görüyor ve heyecanla Kur’an-ı Kerim istediğini söylüyor. Fakat elimizde kalan son Kur’an olduğundan, başkalarına da göstermek için kullandığımızı, bir çok isteyen olduğu halde veremediğimizi söyledik.

Bunu duyunca çok üzüldü. “Fakat madem sen Kur’an-ı Kerim’i bulmak için bu kadar çaba sarfettin, tekrar fuara geldin, biz inanıyoruz ki bu kitabın sahibi zaten sensin” deyince bu kardeşimiz gözyaşlarına hakim olamadı ve ağlamaya başladı.

Sonrasında standımızdaki Risale-i Nurdan İspanyolca vecizeleri okurken de gözyaşlarının aktığını görüyorduk. Kur’an-ı Kerim’i bulmak için standa gelen sonra da hem kendisini hem de bu asra bakan en güzel dersini bulan kardeşimiz fuarın son günü tekrar gelip hem Kur’an’ını hem de nurları aldı, Rabbim istifadesini artırsın, amin.

Dördüncü Söz’ü baştan sona kemal-i merakla dinleyen ilkokul talebeleri

Kuzey Amerika’dan fuara gelip risale alanlar, Guadalahara’dan uzak eyaletlerde yaşayan, tekrar bu kitapları nereden bulacağım deyip küçük bir valizi risalelerle doldurup gidenler, farklı üniversitelerden gelip, risalelerin çok etkileyici olduğunu söyleyip kendileri ve üniversiteleri için nurları alanlar, cebindeki son parayı risalelere vermekten çekinmeyen lise talebeleri, Küçük Sözler’den Dördüncü Söz’ü baştan sona kemal-i merakla dinleyen ilkokul talebeleri ve niceleri…

Bunlar ve bunun gibi daha onlarca hikaye aslında bize şunu söylettiriyordu; “Elhamdulillahi, iyi ki gelmişiz.”

Bediüzzaman sanki bu sözleri bizim için yazmış

Bu arada anlatmadan geçemeyeceğimiz, fuarın halka açık olmadığı, sadece profesyonellerin geldiği günlerdeki bir ziyaretçinin söyledikleri hakikaten çok kıymetliydi. Uzmanlık alanı İspanyolcaya çevrilen eserlerin editörlüğü ve tashihi olan bu ziyaretçimiz girişinde “La koleksiyon Risale-i Nur de Turkia” “Türkiye’den Risale-i Nur Külliyatı” yazan standımıza giriyor ve üç kitap seçip rasgele farklı yerlerden okuyor.

Biraz okuduktan sonra biz sormadığımız halde şu itirafta bulunuyor. “Ben bu kitapları aslında tenkit niyetiyle okudum ki  nerelerde nasıl hatalar var bulayım, size göstereyim. Fakat hiçbir hata bulamadım. Bence bu okuduğum tercüme maksadına tam ulaşmış, vermek istenilen mesajı açık, net ve direk olarak okuyucuya ulaştıran mükemmel bir çalışma.”

Hamdolsun, bu sözler hakikaten de bizim için bir şükür vesilesi idi. Çok insanlardan duyduğumuz “okuduğumuz bu Sözler bizim kalbimize ve ruhumuza ulaşıyor. Bediüzzaman sanki bu sözleri bizim için yazmış” sözleri risalelerdeki manevi tesirin –çok şükür– tercümelere de aynen geçtiğini gösterirken, bu editörün sözleri ile de dil bilgisi ve edebiyat açısından da harika bir tercüme olduğunu ve nurlara tam bir ayna olduğuna kanaatimiz bir kez daha perçinlendi. Elhamdulillahi haza min fadli Rabbi…

“Bismillah” bahsini okumaya başladık 2 yaşındaki Sofia gürültü yapmayı bıraktı

Kitap fuarımız çok güzel irtibatlar, ileriye matuf nice güzel hizmetlerin müjdecisi nevinden onlarca güzel hatıralarla zihnimizde kalacaktı. En son gün yeni Müslüman bir aileyi ziyaretimizde yaşananlar ise nurların kıymetini ve bu diyarlarda hizmete ne kadar ihtiaç olduğunu gösteriyordu.

Daha birkaç gün önce Müslüman olan bir aile bulunduğumuz yerden araba ile yarım saatten fazla uzaklıkta bir yerdelerdi. Aynı gün Guatemala’ya uçak olduğundan program biraz sıkışıktı. O yüzden bizzat gitmek yerine kitap göndermekle yetinelim derken vakit az da olsa bir anda gitmeye karar verdik.

Daha yeni Müslüman olan bu mütevazi ailenin Sofia isminde daha iki yaşına gelmemiş küçük bir kız evlatları vardı. Biz orada iken Sofia uzak duruyor, yaklaşmıyor gürültülü bir şekilde oyuncakları ile oynuyordu. Ne zaman ki Birinci Söz’den “Bismillah” bahsini okumaya başladık Sofia gürültü yapmayı ve oyuncaklarını bırakıp dizimizin dibine gelip sessizce sözleri dinliyor ve o minik elleri ile adeta nurların sayfalarını okşuyordu. Birinci Söz bitene kadar bu hal devam etti.

Evet “Risale-i Nur’un fıtri talebeleri masum çocuklar” idi. Üstadımızın tabiri ile, “Bu masumların akılları derketmiyor, fakat ruhları bir hiss-i kablel vuku ile hissediyor ki; Risale-i Nur’la bunlar hem imanlarını kurtaracak, hem vatanlarını, hem kendilerini, hem istikballerini dehşetli tehlikelerden muhafaza edecekleri için bu hakikati kalbleri hissetmiş.”

Bu masum Sofia belki ilklerdendi ama inşaallah daha nice Sofiaların, Mariaların, Lusiaların da küçük bir numunesi idi…Rabbim sayılarını artırsın, amin…

Rabbim layık ellere geçip, istifade etmelerini nasip etsin

Bu tatlı hatırarla yadedeceğimiz Guadalajara’yı geride bırakıp sıra Orta Amerika ülkelerin’den Guatemala’ya gelmişti. Daha önce İstanbul’da bir programda tanıştığımız İslam Kültür Merkezi başkanı bizi havaalanında karşıladı.

Burada hem farklı camilerde görev yapan Mısırlı hocalar ile tanışıp onlara Risale-i Nurların İspanyolca ve Arapça tercümelerinden hediye ettik hem de Guatemala ve Orta Amerika’nın diğer ülkelerinde kullanılmak üzere bin adet Küçük Sözler’den baskıya girdik. Rabbim layık ellere geçip, istifade etmelerini nasip etsin inşaallah, amin….

İnşaallah sözlerin baskısı biter bitmez yakın zamanda medrese-i nuriye açılan Kosta Rika’ya gidip hem medreseyi hem de oradaki Müslüman kardeşlerimizi ziyaret edeceğiz. Çıktığımız bu seyahetin külli hizmetlere vesile olması için dualarınızı bekliyor, vakti ve imkanı olan ağabeylerimizi tekrar Latin Amerika’ya davet ediyoruz, vesselam.

Kaynak: RisaleHaber 

 

www.NurNet.Org