Kategori arşivi: Programlar

” İnsanı olma sanatıdır insanı anlamak ”

 

” İnsanı olma sanatıdır insanı anlamak ”

 

Acının yaşı olur mu?..

 

Her kim olursa olsun, kimse kimsenin acısını derdini sıkıntılarını küçümsemesin.

 

Yani, senin derdin ne ki, benim derdimin yanında. Senin ki de acımı benim acımın yanında demesin. Çünkü her insanı Allah gücünce göre taşıma kapasitesine göre sınav eder.

 

Sana çok ağır gelen acın bir başkasına hafif gelirken, bir diğerine çok daha ağır gelebilir.

 

 

Okuduğum birkaç yazıda dikkatimi çeken bir soruydu…

 

Acının yaşı olur mu?

 

Olmaz acının yaşı denilmişti tüm yorumlarda.

 

Tabi her insan kendi algısı bilgisi görüşüyle yorumluyor ki, yorumlarda haklılık payı olduğu aşikar bir gerçekti.

 

Konuyu kendi algı ve kavram çerçevemde ele aldığımda ise acının da yaşı olduğuna kanaat getirdim.

 

Evet doğru duydunuz her insanın biyolojik yaşı kaç olursa olsun acı yaşı daha çocuk yetişkin veya olgun değil ise bebektir yeni doğan kanaatimce. Burada sembolik bir rakam değil tabii anlatmak istediğim sadece mecazi kavramlardır…

 

Her insanın acı, sevgi, vicdan, merhamet dahi IQ (aykü) algı yaşının olduğu analizine varabilirsiniz, yaşam deneyimlerinizden. Acının yaşı da vardır dili de rengi de.

 

Acı yaşı yaşanılan acıya göre de farklılık gösterir, çünkü acının dili olayın sebebi nedeni ve sonucu ile de ölçülür…

 

Örneğin; Vatanı için kendini siper etmiş, davası uğruna dünyayı sevdiklerini elinin tersiyle iterek Şahadet şerbetini içmiş ve Allah’ın Sonsuz Rahmetinin koruması altına alınmış bir genç ile kendi nefsi uğruna hem dünyasını hem ahiretini dehşet bir karanlığa boğmuş intihar eden bir gencin ailesinin farklıdır acı dili.. Şehit annesi acısının yanında yüreğini Allah’ın Rahmetiyle ferahlatır evladının en güzel yerde olduğu düşüncesi duruşunu dik tutar ve inancına sarılarak avutur acısını.

 

Ya evladı intihar eden anne, kimselere yaşatmasın Allah’ım. Hangisine yansın nasıl avunsun alev alev kavrulan ciğeri bir evlattır kaybettiği de bin acıya değer çektiği. Dünyasını kararttığına mı yansın ahiretini ateşe attığına mı elbet oda Allah’ın Rahmetinden ümidini kesmemeli ama onun acı yaşı çok daha büyüktür inanın.

 

Başka bir örnekle, anne babasını henüz hayatının ilk yıllarında, onlara en çok ihtiyacı olan bir dönemde kaybeden bir çocukla, hayatını dolu dolu yaşayan anne babasını kaybeden bir gencin veya yetişkinin acı dili de yaşı da illaki farklılık gösterir.

 

Hasbelkader bir yerde depremin en büyük şiddetini yaşamış yuvasını sevdiklerini kaybetmiş bir insan veya feci bir yangında tüm ailesini kaybeden ile hasta acılar içinde kavrulan bir insanın ölümün de acı dili yaşı yine faklıdır burada hastalık yaklaşan ölüme insanı hazırlar ama diğerinde anidir kayıplar örnekler saymakla bitmez hayat denen sınavda.

 

Acının yaşının aynılığı da vardır elbette.

 

Örneğin; henüz 20-25 yaşında aldatılan bir kadınla 50-55 yaşlarında aldatılan bir kadının veya erkeğin acı yaşı aynıdır çünkü insanın biyolojik yaşının yanı sıra deneyim yaşı daha önemlidir. Aynı şekilde bir iş yeri iflas eden her iki insanın yaşları farklı olsa da acı deneyim yaşları aynıdır. Ateş düştüğü yeri yakar misali yananı yanan anlar düşeni düşen, örnekler çoğalabilir…

 

Sevgi yaşımız var mı?

 

Olur mu demeyin sakın sevginin de yaşı oluyor işte!

 

Her insanın sevgi yaşı da vardır biyolojik yaşının yanı sıra. Yetişkindir bazı insanlar ama hiç çocukça sevilmemiş saçları okşanmamış ise başarıları onore edilmeden takdir edilmeden büyümüş ise nasıl olgun ya da büyük diyebiliriz bu insanın çocuk sevgi yaşına. Hayatının her anında her karşılaştığı yaşanmamışlık sahnesinde sevgisinin açlığı daha bir burkar içini. Evet, onun çocuk sevgisi küçüktür her ne kadar bunu yansıtmasa da. Her zaman örnekleri çoğaltmak kişinin yaşam deneyimiyle doğru orantılıdır.

 

Vicdan yaşımız ve Merhamet yaşımızda var mı?

 

Genelde vicdan ile merhamet doğru orantılı kardeştirler

 

Ve insanı insancıl yapan en samimi en duyarlı olgulardır

 

Vicdanı, merhameti olgunlaşmamış her insan, insanlığa tehdit, çevresine risk unsuru oluşturur çoğunlukla. Bireyin, büyüme sürecinde eğitilmeyen sabrı acıma duygusu en çokta verilmeyen sevgidir dahi vicdanın temel harcı. Hep bir gerçeğe sığınırız, “insan ne ile beslerse iç dünyasını o olur onunla şekillenir kişiliği” diye Tek çıkış yoldur çıkmazlarımıza ayna tutan bu görüş. Velhasıl her insanın vicdan merhamet yaşı da insana verilme yaşıyla doğru orantılıdır temennimiz çocuğa sevgi merhamet vicdan eğitimi yaşıyla doğru orantılı verilebilsin.

 

Ezcümle bir insan bir diğerini yargılamadan sorgulamadan dahi bir takım yakıştırmalar yapmadan önce empati kurmalı tanımalı ve anlamalı öncelikle. Kimse kimseyi tanımadan anlamadan yargılama küçümseme hakkına da sahip değildir hiçbir zaman.

 

Son olarak insanı anlamak, insanı okumak hem en zor hem de çok manidar bir ulvilik katar kişiliğe. İnsana insancıl değer katar anlamak anlaşılmak.

 

En güzeli de her koşulda ” insanı olma sanatıdır insanı anlamak ”

 

Vesselam ve dua ve muhabbet…  Saygılarımla…

“ON BİR  AYIN SULTANI RAMAZAN HOŞ GELDİN”

“ON BİR  AYIN SULTANI RAMAZAN HOŞ GELDİN”

Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri,orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. (Buhari, Savm, 2)

 

Hoş Geldin Gönlümüzün Nuru, Ruhumuzun Süruru Ramazan Hoş Geldin…

Ah nerede o eski ramazanlar nidalarını duymaya başlarız daha ilk günlerinde ramazanın,

Büyüklerimizden özellikle.

Oysa içinde bulunduğumuz ramazanları yaşatmak, yaşatmaya çalışmak dahi mana mana yaşanır kılmak ve bırakmaya çalışmak daha evla olmaz mıydı, gelecek nesiller adına…

Oruç; Rahmettir Cennet vesikadır, berekettir ömre, tertemiz sayfalar açmamıza vesile-i himmettir Rahmeti Sonsuz Rabbimiz den.

Kavuşma zamanıdır en Sevgiliye hasretle, vuslattır ayet ayet, secde secde arınmak şuuruyla Muştu dur oruç Kevser-i Firdevs-e ümmetçe, çokluğu paylaşmak adına yokluklardan, yoksunluklardan…

Günahları sevaplara,

sevapları iman-ı ihlasa,

ihlası ise nefislere devşirme vaktidir.

Katibe Meleklerinin amel defterlerine itina ile nakşedilen”

İnşallah Elhamdulillah Subhaallah…

Huzurdur sonra, libası ruhlara biçilen,

Felahı sükunetin koynu, sahurlardan iftarlara.

Tüm ruhumuzla tââf edilen hasadımız dır sonsuzluğa

İnşallah Ezanı Muhammedi ile nice iftarlara…

“Oruç, en çokta yetimin, kimsesizin, mazlumun sevindiği sevindirildiği ve bu kutsal vazifeden istifa edebilmenin en mübarek fırsatıdır Rahmandan kullarına”…

Ham-du Senalarla yine kavuşurken bir ramazana daha, Elhamdulillah diye başlar tatlı bir telaşe, pelesenk olmuştur, ah nerede o eski ramazanlar nidaları dillerimize…

Özlenen ramazandan ziyade, her geçen zamanla birlikte azalan, komşu, akraba, dost muhabbetleridir aslında. Çünkü en çok ramazan ayında bir araya gelirlerdi, yüz yüze diz dize ahvallerini paylaştıkları, hem hal oldukları, mis gibi çaylarını yudumlarken, faslı menkıbeler kıssalar anlatıkları. Adı üstünde bereket ayı olduğundan, dost muhabbetlerinde de gösteriyordu kendini, ramazanın bereketi.

Oruç ruhlara manevi bir değer kazandırdığı içindir ki, kalbi muhabbet bağlarını daha bir güçlendirir Elhamdulillah. Dolaylı yoldan fakiri fukarayı araştırır birlikte iftar yemekleri düzenlenir akabinde zekat fitre verilecek aileler belirlenirdi. Dini ve vicdani sorumluluğu yerine getirmekti hasıl olan ve insana mukaddes-i ulvi bir huzur bahşeder her zaman. Dahi yapılan hayır hasenatlar yüz yüze olduğundan, vicdana daha bir tesir ederdi. Özellikle çocukların görerek yaşayarak ve örnek alarak öğrenmesi, dini, vicdani, merhamet duygularının ve sorumluluklarının olgunlaşmasına vesile olurdu…

Hatırlanma hatırlatma ayıdır ramazan. Mesela, yaradılış gayemizi gözden geçirmek adına, dünyevi olanı uhrevi olandan arındırmak ve nefis muhasebesi yapmak.

Her ne kadar eleştirmeyi veya kusur görmeyi istemese de insan, ince eleyip sık dokuma müslüman. İbadet hassasiyeti gereklidir dinimizde, tabi ayıplamadan kusur aramadan dahi aşağılamadan. Hayrı şerden, kaderi nasipten ayırt edebilmeli mümin olan. Her adem; kendi nispetinde, iradesinde, beklentisi ve inanç seviyesine göre nasiplenecektir dinimizce. Rahmanın, kullarının arınması için bahşettiği Rahmet ve bereket aylarından…

Ve asıl hakikat Kaderi Mutlaktır, Cüz-i Kaderi Kullarına Lütfetmişti Yaradan. Dolayısıyla adem oğlu meşrebine göre seçecekti kaderini…

Diğer yandan ramazan ve bayram tatilerinil eğlence ayı gibi fırsata çeviren ve bu mübarek ayın

rahmetinden bereketinden bihaber tatil rezervasyonu telaşına düşen ihlas iman yoksunları da, dini ve manevi değerlerimize gölge düşürmeye devam edecektir dünya döndükçe.

Yukarıda da değindiğimiz gibi hayrın şerden şerrin hayırdan ayrılması ve kulluk sınavından geçtiğimizden dolayı, iyi de kötüde var olmaya devam edecektir, dünyanın miladı dolmadan…

İftar sofrası adı altında, daha çok oruçsuz iftarların ağırlandığı göz boyayıcı davetlerle, manevi değerlerimize gölge düşürenlerde olacaktır, ramazanı en ihlaslı manevi bir şekilde icra etmeye ve geçirmeye çalışanlarda hayat sınavında…

Velhasıl-ı kelâm yukarıda da değindiğimiz gibi ademoğlu kendi meşrebine göre yaşayıp sonunu belirleyecektir. İnşallah-u Rahman, bu manevi yolculuğu yüzümüzün dahi ruhumuzun akıyla kazanmayı nasip Kılsın İlahi Yaradan, cümle müminlere yürekten sonsuz aminlerle, vel dua vel muhabbet ile vesselam…

“Resulu Ekrem Efendimizin Duasi “

“Resulu Ekrem Efendimizin Duasi “

 

Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem’in hayatında duanın çok büyük bir yeri vardı. Zira “De ki, eğer dualarınız olmasaydı Rabbim size değer vermezdi.”(1) ve “Onlara de ki “Kullarım sana benden sordukları zaman Ben onlara çok yakınım. Dua ettiği zaman dua edenin çağrısına icabet ederim.”(2) ayetleri onun kalbine vahyedilmişti. O bu ayetlerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle hayatının her alanında, o alanın konumuna uygun ve o alana büyük bir mana yükleyen çok geniş kapsamlı dualar ederdi.

Evinden dışarıya çıkarken; Allah’ın adıyla (dışarıya çıkarım). Allaha tevekkül ettim (güvendim). Hiç bir kuvvet ve hareket Allah’ın izni olmadan gerçekleşemez. Allahım, (dışarıdaki hayatımda) dalâlete düşmekten (bir şeyin en mükemmel şekli varken onun bir düşüğünü yapmaktan) veya başkasının beni delâlete düşürmesinden sana sığınırım. Ayağımın (sırat-ı müstakimden) kaymasından veya bir başkasının benim ayağımı sırat-ı müstakimden kaydırmasından sana sığınırım. Bir kimseye zulmetmekten (haksızlık etmekten) veya bir başkasının bana haksızlık etmesinden sana sığınırım. Yapmam gereken bir işi unutmaktan, veya bir başkasının benim hakkımda yapması gereken bir işi unutmasından sana sığınırım.(3)

Yeni bir elbise giydiğinde o yeni giydiği elbisenin ismini zikrederek şöyle derdi; Allahım, hamd yalnızca sanadır. Bu elbiseyi sen bana giydirdin. Senden bu elbisenin hayrını ve yapılış maksadının hayrını isterim. Bu elbisenin şerrinden ve yapılış maksadının şerrinden sana sığınırım.(4)

Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem yemeği bitirdikten sonra, yatağa giderken, yataktan kalkarken, bir binite bindiği zaman, tuvalete girerken-çıkarken bir yere otururken-kalkarken, hatta zevcesi ile beraber olurken bile bu ve buna benzer bir çok dua etmiştir. Bu duaları inceleyen bir kimse Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellemin, hayata ne kadar büyük manalar yüklediğini, ne kadar zengin bir iç dünyaya ve ne kadar derin bir anlayışa sahip olduğu açıkça görür.(5) Meselâ bir meclisten kalkarken devamlı yaptığı şu dua ne kadar mühim ve ne kadar anlamlıdır. “Allahım senin korkundan bize günah işlememize engel olan bir pay ver. Sana itaattan bizi cennete götüren bir parça ver. Dünya musibetlerini bize hafifleten yakini bir iman ver. Allahım, bizi yaşattığın müddetçe kulaklarımızdan, gözlerimizden ve kuvvetimizden faydalandır. Ölümümüze kadar onları devamlı kıl. Bize zulmedenlerden öcümüzü sen al. Bize düşamanlık edenlere karşı bize yardım et. Bizi dinimizde musibete uğratma. dünyayı en büyük düşüncemiz ve gayemiz; ilmimizin de ulaştığı son nokta yapma. Bize merhamet etmeyenleri üzerimize yönetici ve otorite tayin etme.(6)

Senin korkundan bize günah işlememize engel olan bir pay ver; Allahın emir ve yasaklarını çiğnemek insanı hem dünyada hem de ahirette felaketlere sürükleyen büyük bir suçtur. Günahlar insanı dünyada korkunç zarara uğrattığı gibi ahirette de insanın ebedi hayatını mahveder. Bu günahlardan dolayıdır ki insan, bir kıvılcımı dünyayı kül eden cehennemi hak eder. Bu günahlardan dolayıdır ki, insan cenneti veya cennetin daha güzel yerlerini kaybeder. Bu günahlardan dolayıdır ki, insan iç dünyasını ve ruhunu tahrip ettiği için dünyada işlemediği suç, haksızlık ve zulüm kalmaz, böyle önemli ve hassas bir mesele karşısında beşerin efendisinin bizlere öğretmek için Rabbine yakarışı: Allahım, kalbime senin korkundan öyle bir pay ver ki, nefsim günah işlemeye yöneldiğinde o korku benimle günahın arasına girsin ve günah işlemekten uzak durayım. Temiz tertemiz bir insan olayım. Bembeyaz bir defter ve parlak bir yüz ile sana döneyim..

Sana itaatten, bizi cennete götüren bir parça ver; Kalbime sana itaat duygusunu yerleştir. Beni cennete ulaştıracak kadar sana itaat etmeyi bana nasip eyle.. O cennet ki, orada hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın duymadığı, hiç bir insanın aklına hayaline gelmeyen güzellikler, nimetler, zevkler ve tadlar var.. Zira O sevgili bir başka duasında Rabbine şöyle yakarıyordu “Ey kalpleri evirip çeviren Allahım benim kalbimi sana itaata çevir..”

Dünya müsibetlerini bize hafiflettirecek yakini bir iman ver; Yakîn, kesin bilgi demektir. Kuran-ı Kerim ölüme “yakîn” ismini vermektedir. Çünkü insan öldüğü zaman melekleri ve perde arkasındaki dünyayı gözüyle gördüğü için ahiret, cennet, cehennem, yaratıcı ve alemin hakikatı hususunda kesin bilgiye ulaşır. İşte dünyada, bu yakini bilgi ve imandan pay alan bir kimseyi, cenneti ve cehennemi görüyormuş gibi inanan bir kimseyi nakillerde perde arkası hakkında verilen haberlere yakinen bağlanan bir kimseyi, dünyanın hangi bir musibet ve belası üzebilir ki?!

Ey güzel peygamberim! Bize ne yüce bir anlayış, ne geniş bir ufuk, ne büyük bir talep öğretiyorsun!.. Allahım, perde arkası hakkında bana öyle bir iman ver ki, başıma dünyanın hangi musibet ve belası gelirse gelsin, o belalar bana bu imanla hafif gelsin, beni üzmesin..

Bu duayla Efendimiz aleyhissalat-i vesselam, Rabbinden, dünyanın sıkıntılarına karşı bir nevi ruhî donanım istemektedir. Zira bu gücün zayıflığından dolayıdır ki bir çok insan kendisine isabet eden bir bela, bir musibet karşısında ezilmekte, yıkılmakta ve ruhsal bunalımlara düşmektedir. O nedenledir ki bu dua, dünyanın her türlü acılarını, belalarını ve sıkıntılarını, çeşidi ve şiddeti ne olursa olsun, büyük bir müjdeye, kolaylığa ve rahatlığa çeviren engin bir muhtevaya sahiptir.

Allahım bizi yaşattığın müddetçe, kulaklarımızdan, gözlerimizden ve kuvvetimizden faydalandır; Bu da çok önemli ve büyük bir taleptir. Zira bir çok insan bazen gözünü kaybederek, bazen işitmesini yitirerek, bazen kendisine felç isabet ederek başkalarına muhtaç hale düşmektedir. Hele “yaşlandığımda eğer elden ayaktan düşersem ben ne yaparım?” sorusu hepimizin en büyük endişesidir. İşte günümüzde bir çok insanın kendisine sahip olamayacak duruma gelince en yakınlarının bile kendisini terkettiğini görünce bu cümlelerin ne büyük değer taşıdığını daha iyi anlıyoruz. Bize bu acıyı tattırma Allahım..

Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et; Haksızlıklar ve zulümler günden güne artmaktadır. İnsanlar, başkalarının haklarına ve hukukuna saygı göstermemektedir. Böyle olunca da hayatta bir çok haksızlıklar ortaya çıkmaktadır.

İşte böyle durumlarda Allah’ın yardımını talep etmek bizim için büyük bir teselli, huzur ve sevinç kaynağıdır. Zira bir başka hadis-i şerîfte sevgili peygamberimiz “Mazlumun bedduasından kork. Zira mazlumun bedduasıyla Allah arasında hiç bir engel yoktur.”(7) buyurmaktadır.

Bizi dinimizde Musibete uğratma; Musibet ve belamızı dinde verme. Namaz kılmamak, oruç tutmamak, günah işlemek, inancı bozuk olmak, Allah’a ve Rasulü’ne itaat etmemek vb. gibi şeyleri dinde musibete uğramaya misal verebiliriz. Dünya işlerinde musibet ve belaya uğrayan bir kimse, dünyanın en büyük acılarını çekse bile, ölüm ile bütün bu acılardan kurtulur ve ahirette mutlak mutluluğun kaynağına ulaşır. Oysa dinde musibet ve belaya uğrayan bir kimse bir yandan dünya hayatını mahvettiği gibi, öte yandan ahiret hayatını da zehir eder, işte bundan daha korkunç bir felaket olamaz!.. Dininde musibet ve belaya uğramayan ve dini hayatı düzgün olan bir kimse ise hem dünyasını hem de ebedi hayatını cennet eder. O nedenle bu dua son derece mühimdir.

Dünyayı en büyük düşüncemiz ve gayemiz yapma; En önem verdiğimiz, öncelikli meseleler arasına dünyayı yerleştirme. Günümüzde milyonlarca insanın en önem verdiği öncelikli meseleler arasında hep dünya gelmektedir. Dünyaya önem verip ahireti bir kenara atan bir kimse dünyayı doğru yorumlayamadığı için bir çok haksızlıklara sapar. Oysa ahireti unutmayan bir kimse ise dünyayı doğru yorumladığı için onu ebedî güzelliklere ulaşmaya bir vesîle yapar. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) dünya hayatını, bir yerden başka bir yere yolculuk yaparken bir ağacın gölgesi altında dinlenen, sonra kalkıp yoluna devam eden bir adamın ağacın gölgesi altındaki durumuna benzetmiştir. Akıllı bir insan ömür sermayesini ağacın gölgesinde harcayarak ebedi yolculuğunu perişan etmez.

Dünyayı ilmimizin ulaştığı son nokta yapma; Burada dünya ile kast olunan fizik âlemidir. Duyularla hissedilen madde alemi, şuhûd alemidir. Bir de fiziğin ötesinde, perdenin arkasında (metafizik) bir alem var.. Gayb alemi… İşte Efendimiz bu duayla şöyle demek istiyor. Ey Rabbimiz! Bizim ilmimizi bu fizik (şuhûd) alemiyle sınırlandırma.. Perdenin arkasındaki alemden de bize bilgiler ver.. İlmimiz maddeyi de aşıp madde ötesine taşsın..

Günümüzde bile pozitif bilimler dünya kadar bilimsellikle boğuşurken ondört asır önce çölün ortasında okuma yazma bilmeyen bir ümmi’nin fiziğin ötesine taşan bir ilmi Rabbinden talep etmesi ve “Allahım mevcudâtı hakikatine uygun olarak bize göster” diyerek yakarması derin bir anlayışı gösteren muazzam bir olaydır. İşte bu dualara icabet eden Rabbimiz Ona perdenin arkasından bir çok ilim vermiştir. Bu nedenle Efendimiz şöyle diyordu; “Hiç şüphesiz ki ben sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Sema çatırdadı. Çatırdamakta da haklı, zira semada dört parmak miktarı boş hiçbir yer yok ki bir melek alnını oraya koyup Allaha secde etmiş olmasın. Allah’a yemin ederim ki şayet siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız. Yataklarda kadınlardan lezzet almaz, dağlara çıkıp Allah’ın yardımını isterdiniz.(8)”

Bize merhamet etmeyenleri üzerimize otorite yapma; Bize merahmet etmeyen bir yöneticiyi üzerimize musallat etme. Bize acımayan, şefkat ve nezaket ile yaklaşmayan kimseleri bizim üzerimize güç, kuvvet ve iktidar sahibi yapma.

Her insanın üzerinde bir otorite vardır. Bu otorite anne, baba, koca ve öğretmenden tutun da siyasi iktidara hatta uluslararası güç odaklarına kadar uzanabilir.

Bir işçinin veya memurun kendisine acımayan zalim bir patronun veya amirin altında ne sıkıntılar çektiğini müşahade ettiğimiz dünyamızda – zira bu durumdaki bir kimse ne işi bırakabiliyor ne de devam edebiliyor- halkına merhamet etmeyip sadece kendi çıkarları için çalışan yöneticilerin altında ızdırap çeken halkları gördüğümüz günümüzde ey yüce Peygamber! Senin öğrettiğin bu duanın ne demek olduğunu çok iyi anlıyoruz. En güzel selamlar senin üzerine olsun.

Rabbim Efendimiz’in (S.A.V) Dua’ları ile sana iltica ediyoruz. Rabbim Efendimiz (S.A.V)  duası ile onun ummetim kardeşlerim duasına nail olmayı nasip eylesin RABBİM AZZE VE CELLE…

HATİCE BAŞKAN

Dipnotlar:

1) Furkan: 77.

2)Bakara: 186.

3) Ebu Davud, Edeb 103, Tirmizi Daavat 34.

4) Ebu Dâvud, Libas 1, Tirmizi, Libas 28.

5) Maalesef günümüzde bir çok insan manasız ve anlamsız bir hayat yaşamakta, böylece duygu anlam ve his yoksulu bir nesil türemektedir.

6) Tirmizi, Daavât 80.

7) Buhari, Megazi 60, Müslim, İman 29.

8 ) Tirmizi, Züht 9

Sadakati Arttıran Ve Azaltan Durumlar

Sevmek, değer vermek, paylaşmak ve karşısındakine güven telkin etmek insanlar arasındaki bağları kuvvetlendirerek, sıcak ve yakın ilişkiler kurulmasını sağlar. Sevgi azlığı, muhatabına önem vermemek, benmerkezci olmak, yalan söylemek ve herhangi bir paylaşım olmaksızın yaşamak sadakati zayıflatır. Vericilik, iyilik yapma isteği duymak gibi durumlar ise bu değerin yaşanmasını kolaylaştırır.

Korku, insandaki sadakati azaltırken; güven, bu duygunun çoğalmasına vesile olur. Esasında sevgi ve güven duygularını arttıran faktörler bağlanmayı da arttırır. Sadakatin var olduğu ortamlarda insan arkasından hançerleneceğini düşünmez.

Bir değer olarak sadakatin etkisini kaybetmesine sebep olan durumlardan birisi, kişinin kötülük göreceği endişesidir. Bu endişeyi taşıyan insanlar, sadakat duygusuna diğerlerinden daha çok önem verirler. Çünkü kendilerini güven sorgulaması içinde hissederler. Bu kimseler etraflarında kendilerine sadık insanların olmasına dikkat eder ve bu kimseleri ölesiye korurlar.

SADAKATTE KARŞILIKLILIK İLKESİ

Temel bir değer olarak bağlılık, tek taraflı ilerleyemez; tek taraflı bağlılığın da uzun süre devam etmesi düşünülemez. Çünkü bir müddet sonra “bağlanan” tarafta duygusal örselenme oluşur.

İçinde başkaları da olduğu halde şoförün, araç yalnızca kendisine aitmiş ya da tek başına seyahat ediyormuş gibi davrandığı bir otomobil düşünün. Böylesi bir durumda, arabada bulunan diğer yolcular yok sayıldıklarını düşünürler ve güven duyguları zayıflar. Canlarını böyle bir kişiye emanet etmiş olmaktan endişe duyarlar. Fakat sadakatin tam olduğu noktada insanlar büyük adım atma cesaretini göstererek, ciddi riskler alabilirler.

Sadakat duygusunun olduğu yerde sıcak bir atmosfer oluşacağından, böyle bir ortamda çocuklar daha sağlıklı yetişir ve şiddet azalır. Sadakatin hissedildiği yerde güven oluşur; güvenli bir ortamda ise sorunları çözmek kolaylaşır, pürüzler azalır. Sadakat, doğru ve yerinde kullanıldığında mutlu kılan en önemli değerlerden biridir.

SADAKAT SORUMLULUK GEREKTİRİR

Sadakatte insanın kendine sorması gereken en önemli sorulardan biri, karşısındaki insanın hangi özelliğine sadık olduğudur. Örneğin, kişinin yanlış bir davranışına sadakat neyi gerektirir?
Hatalı olarak nitelendirilecek bir davranışı göz ardı etmek suretiyle sadakat göstermek doğru değildir. Gerçek sadakat, sevdiğimiz kişinin zarar göreceğini hissederek, yanlış yaptığı konuda uyarmayı gerektirir. Çünkü ilkeli sadakat anlayışında sorumluluk esastır. İlkesiz sadakatte ise “Sorma, Düşünme, İtaat et” uyarılarının hâkim olduğu bir anlayış vardır.

Sorup düşünerek itaat etmek sadakati kalıcı hale getirir. Sadakati bir bağ olarak düşünürsek, en kuvvetli iplerin binlerce ince ipin bir araya gelmesiyle oluştuğunu söylemek doğru olacaktır.

İHANET VE SADAKAT

Genelde sadakate en çok zara veren unsur, açık görüşlü ve dürüst olmamaktır. İnsan, dürüst olunan durumlarda sadakat sorgulamasına ihtiyaç hissetmez. Her şeyin konuşulduğu, hiçbir şeyin gizli kalmadığı durumlarda davranış kötü bile olsa niyet sorgulaması yapılmaz.

Karşımızdaki insan hata yapsa bile onun özünde iyi olduğunu bilmemiz hatasını görmezden gelmemizi sağlayabilir. Çünkü insanları değerlendirirken elimizde iki veri mevcuttur. Bunlardan biri davranışlar, diğeri ise niyetlerdir. Niyet, özellikle sadakatte son derece mühimdir. Scientifıc American Dergisi’nin Kasım 2006 sayısında yayımlanan “ayna nöron” çalışması, yemek yiyen beyin dalgalarıyla, yemek yemeye niyetlenen beyin dalgalarının aynı şekilde çalıştığını göstermiştir. Bu çalışma yemek yeme esnasında beyinde oluşan sinir faaliyetinin, düşünce anında ortaya çıktığını kanıtlamıştır. Bu durum esasında, beyinde bir şeye niyet etmenin onu yapmakla aynı olduğunu gösterir. Sadakat konusunda da durum aynıdır.

Kişi sadık olmaya niyetlendiğinde beyne o duruma uygun program yüklendiğinden, o alanla ilgili kısımlar aktif olarak çalışmaya başlar. Halk arasında “Niyetlerinize dikkat edin, amelleriniz olur” sözü bu durumu adeta doğrular. Eğer insan karşısındakine sadakatini ispat ederse, yanlış yaptığı takdirde onun bu yanlışları müsamaha ile karşılanır. Ancak bunu sağlamak için kişinin karşı tarafa güven vermesi gerekir.

Evlilikte insanların birbirlerine verdikleri söz, aslında sadakat sözüdür. Kişi, beyne bağlılık programı yüklendikten sonra sadakatsizlik gibi bir seçeneği düşünmez. Böyle bir düşüncesi olduğu an, bu düşüncesi davranışlara yansır.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın “Güzel İnsan Modeli” Kitabından Alınmıştır.

“Mutluluk “

Mutluluk Nerede?

 

Herkesin en büyük özlemi olan mutluluk acaba nerededir? Herkesin kendince bir anlam yüklediği ve hayallerini süslediği mutluluk neden birçoğu için sadece bir özlem olmaktan öte gidememektedir? Hiç şüphesiz değerli olan bir şeyin elde edilmesi zordur. İnsanlar, değerli bile olsa kolay kazandıkları şeylerin kıymetini bilemezler. Buna göre insanların çoğu, herkese kısmet olan bazı geçici mutlulukların farkında değildirler ve kalıcı mutluluğun ise adresi ya bilinememekte ya da yanlış yerlerde aranmaktadır.

Mutluluk, şu üç şeyin elde edilmesine bağlıdır: Kanaatkârlık, özgürlük ve güvenlik. Kanaatsizliğin zıddı olan ihtiras, insanın içini bir kurt gibi kemirir ve mutluluk için gerekli olan gönül genişliğini yok eder. Özgürlüğün zıddı olan esaret, mutluluğu keşfedecek olan aklı ve onu yaşayacak olan benliği tahrip eder. Güvenliğin zıddı olan korku, kaygı ve tehlikeler ise mutluluğun giriş kapısı olan aklı ve gerçekleşme alanı olan gönlü felç eder ve mutluluk duygusunun hissedilmesini imkânsız hale getirir.

 

Hayatta ihtiyaçların sınırı yoktur. Mutluluğu, çok mala sahip olmada arayanlar, akıl almaz bir yarışın içine girmektedirler. Arapça menşeli bir kelime olan fakir, ihtiyacı olan kimse anlamına gelir. Zengine ise ğani denilir. Buna göre bir milyon

TL’si olduğu halde bir milyon YTL’ye daha ihtiyacı olan kimse, bin TL ile yetinen kimseden daha fakirdir. Çünkü ilkinin hissettiği ihtiyaç daha fazladır ve kanaatkârlığın en büyük hazine ve mutluluk vesilesi olduğunun farkında değildir. Mutlu olmasını becerenler, malı mutluluk ortamına malzeme yaparlar, maldan mutluluk kotarmaya çalışanlar ise malın stres yapan ağırlığı sebebiyle o mala sahip olmanın vereceği geçici hazzı bile hissedemezler.

 

Bir zamanlar adamın biri birden bire gözlerini kaybeder. Hiçbir doktor onun gözlerine çare bulamaz. Erenlerden biri, “Hiç derdi olmayan birinin gömleğini gözüne sürersen gözlerin açılır.” şeklinde bir tavsiyede bulunur. Adam dertsiz birini aramaya başlar. Bir yerde hiçbir derdinin olmadığını söyleyen bir çobanın varlığından bahsedilir. Adam çobanı bulur ve bir derdi olup olmadığı sorar: Çoban, “Allah’a hamdolsun hiçbir derdim yok” deyince âmâ adam, “O halde şu gömleğini çıkar da gözlerime süreyim.” der. Çoban, “İyi de benim gömleğim yok ki” diye karşılık verir. Çoban üzerine giyecek bir gömlek bulamayacak kadar yoksuldur ama onun bu yoksulluğu huzur yoksunluğuna sebep değildir. Buna göre mutluluğun ilk şartı eldeki ile yetinmek, kanaatkâr olmak ve ardı arkası kesilmeyen ihtiraslardan sıyrılmaktır.

 

Özgürlük; insanın kendisi hakkında istediği kararı verebilmesi, iradesini istediği gibi kullanabilmesi ve faaliyetlerinde herhangi bir engelle karşılaşmaması şeklinde tarif edilebilir. Özgür insan, kişisel yeteneklerini geliştirebilir ve kendisini saygın bir birey olarak gerçekleştirebilir. Aklı ve fikri özgür bir insandan sağlıklı ve isabetli düşünceler ortaya çıkar. Ayrıca mutluluğun felsefesi, mutluluğa talip olanın dünya görüşünde merkezi bir yere sahip olmalıdır. Mutluluğun felsefesini şöyle özetleyebiliriz: “Hep güzel ve doğru olanın özlemini taşımak, gerekeni yapmak, işini sevmek, paylaşmasını bilmek ve özverili olmak.”

 

İnsanın aradığını bulabilmesi için öncelikle neyi, niçin istediğini bilmesi gerekir. Bu aranan mutluluk olunca aklın, önce mutluluğu doğru tanımlaması, kendi mahallinde araması, keşfetmesi ve onun gerçeğine talip olması gerekecektir. Birçok insana göre mutluluk Kafdağı’nın arkasındadır ve ona ulaşmak hayaldir. Mevlâna’nın şu hikâyesi, mutluluğun adresine işaret ediyor:

 

Bir zamanlar Bağdat’ta yaşayan biri bir rüya görür. Rüyasında kendisine Mısır’ın Kahire şehrinden bir adres verilir ve bu adresteki evin temelinde büyük bir hazinenin olduğu söylenir. Adam rüyaya aldırmaz ama aynı rüyayı iki kez daha görünce bunun bir işaret olabileceğini düşünerek yola koyulur. Kahire’de adresi bulur. Ne var ki adreste oturan vardır, burada altın olsa bile ev sahibi bunu sahiplenecektir. Bağdatlı birkaç gün Kahire’de bekledikten sonra boş dönmektense durumu haber vermesi halinde en azından ödül olarak bir miktar altının kendisine verilebileceğini düşünerek adreste oturan kişiye bu konuyu açmaya karar verir. Ev sahibi ile konuşur. Ev sahibi ise “Senin aklına şaşarım, bir rüyaya itibar edip ta Bağdat’tan kalkıp gelmişsin.” der ve ekler: “Ben de bir zamanlar Bağdat’ta şöyle bir adreste altın olduğunu hem de üç kez gördüm ama bir rüyaya itibar ederek ta Bağdat’a gitmeyi düşünmedim.” Mısırlının Bağdat’ta tarif ettiği adres, Bağdatlının kendi adresidir. Adam kendi evinin temelinde bir hazine olmadığından emindir fakat rüyaların benzeşmesi bir anda zihninde şimşeklerin çakmasına yol açar ve şöyle düşünür:

 

İnsanın rüyasında gördüğü ev kendi gönlüdür. Evet bu rüya ilâhî bir işarettir ama gördüğüm hazine içinde altınların değil mutluluğun bulunduğu bir hazinedir. Simyacı romanında da benzer bir olay hikâye edilmektedir ve muhtemelen Simyacı yazarı da Mevlâna’ya ait bu hikâyeden esinlenmiş olmalıdır.

 

Güvenlik; insanın can, mal, namus ve şerefinin güvende olması ve her türlü tehlikeden korunmasıdır. Güvenin olmadığı yerde korku ve endişe vardır. Yarınından emin olamayanlar ve kaos ortamında serseri bir kurşunun hedefi olabileceğini düşünenler nasıl mutlu olabilirler? Müslüman, elinden ve dilinden herkesin güvende olduğu kimse ise, Müslüman olmak, hem mümin hem de başkaları için bir mutluluk ve güven vesilesi olması icap eder.

 

Mutluluğun en yoğun yaşandığı yer olan ailede, her bireyin titizlikle üzerinde durması gereken nokta, güven ve sadakattir. Ayrıca şu üç şeyin insicamı ve birlikteliğiyle, isteyen ve becerebilen herkes mutlu olabilir:

 

  • İnanca uygun bir yaşam tarzı,

 

  • Kabiliyete uygun bir meslek,

 

  • Gönüle uygun bir eş.

 

W.Ellery Channing, mutlu bir hayat için şunları öngörür:

  • Ufak şeylerden zevk alın,

 

  • Lüksü değil zarafeti gözetin,

 

  • Zenginlikten ziyade muhtaç olmamayı hedefleyen biri olun.

 

  • Saygı istemek yerine değerli olun.

 

  • Sessizce düşünüp dürüstçe konuşun.

 

  • Yıldızları, kuşları, bebekleri ve bilgeleri sessizce dinleyin.

 

İnsanların en önemli yanılgıları, mutluluğu olağanüstü olaylarda ve kimsede olmayan eşsiz değerlerde aramalarıdır. Oysa yolunda giden rutin işlerin her biri, kadir kıymet bilen birisi için birer mutluluk vesilesidir. Bir çocuğun, babacığım ya da anneciğim demesi, bir insanın ailesi ile birlikte yemek yemesi, bir esnafın akşam dükkânını az ya da çok kârla kapatması, bir işçi ya da memurun ay sonu maaşını alması belki sıradan bir olaydır ama mutluluklar da bu sıradan olayların ahenkli gelişiminden ve birikiminden doğar. Öte yandan yolunda gitmeyen bazı gelişmeler, zamanında önlem alınamaması halinde içinden çıkılmaz bir hal alabilir ve bütün neşemizi alt üst edebilir.

 

Mutluluk, kalbin bütün gam, keder, tasa ve kaygıdan kendini arındırması hali değildir. Faal bir akıl ve duyarlı bir kalp, çevresinde meydana gelen olumsuz gelişmelere bigane kalamaz. Duyarlı bir insan, çevresinde yaşanan acı ve ıstırapları yüreğinin ta derinliğinde hisseder. Bununla birlikte cari sıkıntıların üstesinden gelme yönünde sarf ettiği çaba ve elde ettiği olumlu neticeleri görerek de mutluluğa erer. Örneğin, bir yetimin gözyaşı bize hüzün verir ve yüreğimizi burkar ama bu arada elimizi şefkatle yetimin başına koyduğumuzda ve sıkıntısını bir süreliğine de olsa giderdiğimizde yetimin yüzünde oluşan gülümsemeyi görmek, herhalde mutluluğun en güzel örneklerinden biri olsa gerek.

 

Eğer mutluluk para ile satılan bir eşya olsaydı, zenginler ondan istedikleri kadar satın alırlar ve gönüllerince tüketirlerdi. Fakirler ise dünyanın en mutsuz insanları olurlardı. Oysa mutluluk, kıvrak bir zekâ ile keşfedilir, gönüllerde üretimini yapılarak çoğaltılır ve dostlarla paylaşılarak kalıcı ve bereketli hale getirilir. Mutluluk, tüketilen bir meta değil, üretilen insanî bir değerdir. Bu sebeple hiç kimse mutluluğu dışarıda aramamalı, başkasından beklememeli, onu kendi içinde üretmenin yollarını aramalıdır. Mutluluğun dilencisi olanlar, problemin kaynağı haline gelirler. Hiç şüphesiz mutluluk arayışında aklını ve gönlünü kullananlar, rüyasında hazine gören ve rüyasında gördüğü hazine ile zenginlik hayali kuran Bağdatlı’dan daha şanslı durumdadır.

hatice başkan