Kategori arşivi: Seçtiklerimiz

Evlilik bir ibadettir !

Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.

Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın.

Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır. [1]

Malumdur ki insan sosyal bir varlık olması ve Adem (a.s.)‘dan bugüne ve bugünden berzah aleminin kapısı olan kabre kadar da böyle olacaktır. Cemiyetten istifa edip yerin altına hendek kazıp saklanmak imkanı da yoktur.

Cemiyetten/sosyal hayattan ayrılması söz konu olmayınca bu hayat içerisinde insan kendi efkar ve mizacına dair kimseler olup kendi hayatını ve efkarını daha rahat ve kendi alemine renk katması için kendisi kimseler arar.

Bu hali ile insanın ihtiyacını bu manada tatmin edecek en büyük şey ise ailesidir, aile hayatıdır. Nitekim “Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden,kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.”  [2]

Aile hayatı ise “İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.” [3]

İnsanı düşünecek olursak kim olursa olsun ne iş yaparsa yapsın kendi alemini paylaşacak birisini ister. Bu kimsenin de ömür boyu ve ahirette de devamlı olarak yanında olmasını ister bu her insanın düşüncesidir. Bu kimse ise insanın hayat arkadaşıdır. Çocuklarının anne/babasıdır.

Böyle bir vaziyette birisi elbette tefekkürünü, tezekkürünü, hayretini, şevklerini, neşesini, gamını, kederini hülasa her şeyi paylaşacağı her an yanında olmasını isteyecektir. Lakin ömür boyu söz konusu ise bu ancak ve ancak refika-i hayatıdır.

Bir insanın refika-i hayatı ise erkek olsun kadın olsun onun hayatının tamamını kapsayacak surette olmalıdır.

Erkek ve kadın arasında irtibatın sağlam olması ise çok ehemmiyetlidir. Bu irtibatı samimiyeti kıracak şeylerden de uzak durulması gerekmektedir. Bunu sadece sosyal medya olarak değerlendirmemek gerekir. Mesela birkaç şeyini söyleyecek olursak boşanan kimselerle çok zaman geçirmek, mahremiyete dikkat edilmeyen düğünler, gösteriş meraklısı kimseler ve onların ev ortamları. Bunların hepsi evliliği dinamitleyen sebeplerdir.

İnsan evine girdiği zaman sanki ilk günkü heyecanını hissedebilmesi çok ehemmiyetlidir. Sadece dünya hayatında bir yoldaş olarak bakılmamalı. İnsanın evlilik içinde ve o süreçte ev eşyası, takı tasarım, saz söz, davul zurna gibi şeylerle incitip gençleri evlendirmek yerine eşyaları evlendirmeyi tercih edilmesi ise bir faciadır.

Adeta bir saz söz, eşya, takı tasarım için nice aileler kurulmadan yıkılıyor. Hadisat-ı alem buna şahittir.

Erkek ve kadını birbirine zamklayan, tutkallayan ise arasında var olan ve olması gereken ahlaktır. Hassaten rezil ahlaktan uzak olmasıdır. Ve anlayışlı olmaktır. Unutulmamalıdır ki iki testi tokuşturulsa birisi muhakkak kırılır. Dik başlılık asla evlilikte tavsiye edilmemektedir. Aile hayatında ise bu felaket sinyalleridir.

Kadının ahlaklı olup saliha olması ise erkeği kendisine daha çok bağlayacaktır. Tesettürlü olan kimseye mesture, dindar olana mütedeyyin, iyi bir ahlaka sahip olup dikbaşlı olmayan kimseye saliha denir.

Sadece mesture ve mütedeyyin olan kimseler salih/saliha sayılmaz. Salih/salihlık ise karakterle mizaçla alakalı olan bir meseledir.

Aile içinde bir salih erkek veya saliha bir kız/kadın ise o aile içinde bir gül bahçesidir. Ama selahiyet söz konusu yoksa şatafatlarla evlenip kısa bir süre içerisinde iyi bir avukat yolu tutulur. Ve arşı titretecek bir şey olan boşanmak yolu açılır. Allah katında helal olan ama Allah’ımın sevmediği bir şeydir.

Bekarlara vesile olmak ve salih/saliha kimselerin evlilik hususunda ellerinden tutmak ise toplumsal bir vazifedir.

İnsanların önüne askerlik, iş, diploma gibi şeylerin çıkartılması ise toplumsal bir felakettir.

Herhangi bir vakfa derneğe cemiyete tarikata giden kimselere bu hususta vazife daha fazla düşmektedir. İffetli Müslümanların bir araya gelip aile kurmasına vesile olmalıdır. Vesile olmaktan kaçınmak ise ahlaki olarak çöküntü sebebidir. Sadece maneviyat verip ahlak verilmezse namaz kılıp ahlaksız kimseler türemesine sebeptir.

Namaz nasıl bir ibadetse o ibadet kadar ehemmiyetli olan bir şey hatta ibadet olan evliliktir. Bu sebeple dengini bulmuş iki kişinin evlenmesinden güzel bir şey yoktur.

Muhammed Numan özel


[1] İşarat-ül İ’caz ( 145 )

[2] İşarat-ül İ’caz ( 145 )

[3] Lem’alar ( 201 )

 

www.NurNet.Org

Yanlış bizdense ben bizden değilim

Cemiyet hayatına bakıldığında herkesin durduğu bir yer, bir çevre, bir konum, bir görünüm vardır.

Kimileri yanlış yerde yanlış işlerin içerisinde, kimileri doğru yerde doğru işlerle meşguldür.

Bir de doğru yerde yanlış işler yapanlar, yanlış yerde, ama doğru olanlar vardır ki bu durum sosyal problemlerin ve kafa karışıklıklarının en baş sebeplerindendir.

Kişinin sadece doğru tarafta yer alması yetmez. Doğru tarafın gerekleri olan doğru vasıflar ve işlerle mücehhez olunmadığı sürece vizyonu kirleten bir vebal taşınacaktır.

Doğru tarafta olmanın fanatikliği ve taassubuyla yanlış işler yapanlar, yanlış tarafa doğru insanları itmiş olacaklardır ki bu da başka bir vebaldir.

Bu yüzden bulunduğunuz tarafın doğru olması, her zaman sizin de iyi olduğunuzu göstermez veya yanlışın içinde olup iyi insanların olabileceği gerçeğini de setretmez.

Peki neden iyiler ve doğrular doğruların safında birleşemiyor. İşte bunun en büyük müsebbibi doğruda bulunanların doğru işler yapmamasıdır.

Doğruların ve iyilerin imtihanı zordur. Çünkü iyiliğe bağlı gelişen sıfatlar çoktur. Oysa kötülük ve yanlış kolaydır. Ayrıca doğru olmanın ve doğru safta kalmanın da bir bedeli vardır ve bu bedeli ödemeyi gerektirir.

Doğru tarafta olanların işleri ağırdır. Zira hem kendi saflarında bulunan çürüklerle, kötülerle mücadele etmesi gerekir, hem de yanlıştaki iyileri celp etmesi, çekmesi gerekir. Bunun için de doğru taraftakilerin her halleriyle doğru olmaları çok mühimdir.

Şu da var ki doğru yerin doğruluğu sadece kişinin kendi aklıyla anlayabileceği bir durum değildir. Çünkü ahir zaman gereği iyiler ve kötüler birbirine karışmıştır. Oysa siyah ve beyaz gibi birbirinden ayrı olması gerekir. Lâkin bugün pek çok şey grileşmiştir. Doğru safın doğru tesbiti ancak güçlü bir şahs-ı manevî ile mümkündür. Velev ki bu şahs-ı manevî havuzunun içerisine, yanlış düşse bile o büyük Kevser-i havuz kirleri temizleyecektir.

Doğru yerde yanlışların sayısı artmışsa bu daha da tehlikelidir. Zira buradaki doğru kendi tarafındakilerden bile yara alır ve sevilmez hale gelebilir.

Bazen doğru tarafta olmanın fanatikliğine kapılır insan. Hep doğrunun ve haklının kendi tarafında olduğunu düşünmek bir fanatizmdir. Duyguların hakim olduğu mantığın, esasların, hakikatlerin geri plana atıldığı durum her ne olursa olsun fanatizmdir.

Hasılı; yanlış yerde doğru insanların bulunmasının bir sebebi de doğru yerdeki yanlışlardır. Bu yüzden sadece doğru yerde olmak yeteli değildir. Taraf olmak, doğrusuyla yanlışıyla savunmak demek midir?  Yani yanlışa doğru mu demektir.  Elbette hayır. İşte sıkıntı buradan başlamaktadır. Doğru tektir. Hangi safta bulunursa bulunsun doğruların etrafında bir şahs-ı manevî oluşacaktır.

Yasemin YAŞAR

www.nurnet.org

Talikata Dair..

Risale-i Nur’da Talikata Dair..

Ta’likat Hakkında Bilgi verir misiniz?

Ta’likat namındaki te’lifatı, Mantık’ta bir şaheserdir.” (S: 762)

“Bilâhare Hazret-i Üstad (R.A.) -İşarat-ül İ’caz, Kızıl Îcaz, Hutbe-i Şamiye, Reçetet-ül Ulema ve Reçetet-ül Avam ve elyazı Ta’likatkitabları hariç- bütün Arabî risalelerini Mesnevî-i Nuriye şeklinde tasnif ettikleri zaman, çok kavî bir ihtimal ile bu eser Üstadımızın eline o sıra geçmemiş olsa gerektir.” (Basdıllı Ms: 339)

“Ve ilm-i mantıkta, İbn-i Sina’nın te’lifatından geçecek “Ta’likat” namında hârika bir risalesi var.” (B: 149)

Ta’likat” namında hârika bir risalesi var. İşkal-i mantıkıyeyi kıyas-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblağ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş. (T: 212 )

Ta’likat’tan

“Hem Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu’ Ta’likat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ülemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden, matbu’ “Kızıl Îcaz” namındaki risale-i mantıkıye Risale-i Nur’la bağlanmasına ve şakirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm.” (K: 140)

Ta’likat: Mantıkta bînazir bir eserdir, nazariyat-i mantıkiyeyi tatbikata takrib eder. (A.Bediyye: 691)

Son Şahitlerde ise;

Molla Habib ve Tâlikat
Evet, Molla Habib Milis Albayı Bediüzzaman’ın ilk nur kâtibiydi.

İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde ve Emirdağ mektuplarında sadece ismini okuyabildiğimiz böyle bir kahraman şehid, şefkat kahramanı bir annenin sevgili bir kuzusuydu muhakkak.

1970’li senelerde Nur araştırmasının sevdasıyla dolaşırken Balıkesir’in Biga ilçesinin Güvemalan köyüne uğrayarak Molla Süleyman ismindeki bir nur talebesiyle görüşmüştüm. Genç ve dinç gönüllü nur kâtibi Habib’in nereli olduğunu sorduğunda eliyle çok uzakları göstererek “tâ aksa-yı şark!” diyerek Nurların ilk kâtibi Molla Habib’in de Doğubayezitli olduğunu ifade etmişti.

Seneler çok çabuk geçiyordu. l99l yazında Bayram Yüksel Ağabeyin aydınlık gayret ve himmetleri bir hayırlı ışığın daha meydanları aydınlatmasını sağlıyordu.

Bir asra yaklaşan zamandan beri sadece Tâlikat şeklinde ismini okuyup, duyduğumuz bu müstesna Nur Külliyesi parçalarından bir parça nihayet gün ışığına çıktı. Daha önceleri “Talikat yok Irak’ın bir şehrinde, yok Suriye’de, yok İran’ın bir köyünde bir nüshası var” derken, bir eksik nüshası Ankara’da Said Özdemir’in arşivinden çıkarken, bundan bir yıl sonra da Bayram Yüksel ve Mustafa Sungur Ağabeylerin himmetleriyle meydana çıktı. Bunlardan da Risale-i Nur Mütercimi İhsan Kasım Ağabeye intikal eden Tâlikat oradan da İsmail Yazıcı’nın sanatkâr ellerine geliyordu.

Şehit Habib’in kâtibliğini yaptığı Tâlikat ismindeki mantık kitabını lügatler şöyle anlatmaktadır: “Bir eseri açıklamak üzere kenarına yazılan veya ayrıca eser olarak hazırlanan notlar. Bediüzzaman Hazretlerinin ilm-i mantık üzerine telif ettiği eserinin ismi.”

Nur Üstad Bediüzzaman’ın lahika mektuplarından mantık ilminin bir şaheseri olan Tâlikat’ın bahsi geçmektedir. Barla Lahikası’nda: “Risale-i Nurun tesvidinde çok hizmeti sebkat eden, temiz kalbli, ihlâslı güzel bir hâfız, müdakkik bir hoca olan Hâfız Halid’in” bir fıkrasında Tâlikat’tan bahis geçmektedir: “İlm-i mantıkta, İbn-i Sina’nın telifatından geçecek Tâlikat namında harika bir risalesi var. İşkâl-i mantıkıyeyi kıyâs-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblâğ edip, hiç bir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş…”

Kastamonu Lahikası’nda ise Tâlikat’ın bahsi şu şekilde geçmektedir:

“Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Talikat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı harikada mudakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden matbu Kızıl İ’caz nâmındaki risale-i mantıkıye, Risale-i Nurla bağlanmasına ve şakirdlerinin, âlimler kısmınınn nazarına göstermek lâyık gördüm; fakat çok derindir. Bu günlerde Feyzi’ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak…”

Muhtelif yıllarda Mehmed Feyzi Ağabeye Tâlikâtın Türkçe dersini kaleme alıp almadığını sorduğumda, “Hayır yazamadım, kaleme alamadım” diye cevap vermişti.

el yazma Emirdağ Lahikasından ( hususi arşivimden )

Abdülmecid Nursî’nin Tâlikat için yazdıkları

Bu eserin baş taraflarında Merhum Abdülmecid Nursî (Ünlükul)un el yazılarıyla hüzünlü satırları bulunmaktadır. Bu satırların içinde Nur Üstad Bediüzzaman’ın da kendi mübarek elleriyle yazdığı bir kaç satırı okumaktayız. Abdülmecid Ünlükul, Tâlikat’a yazdığı ön notlarında şunları ifade etmektedir:

(Ta’likat. Arabî müsveddelerden, bilâhere elle yazılmış bir nüsha fotokopisi. Aslı Bayram Yüksel Ağabey’de.)

Hazret-i Seyda!

Merhum ve şehid Molla Habib’in dest-i hattıyla Bürhan-ı Gelenbevî’yi okur iken yazdığı “Ta’likat” namıyla takriratınızı takdim etmekle ellerinizden öper, duanızı isterim.

Abdülmecid

         Ey bu ibret-âmiz evraka bakan zât!

Birinci Harb-i Umumî’den evvel Van vilayetinde Bediüzzaman talebelerine, hususan kardeşi ve Molla Habib’e ders verirken, İlm-i Mantık’a dair te’lif ettiği ve henüz ikmal edemediği iki aded eserlerinin müsveddeleridir. Zamanın selleri içinde her iki kardeş birbirinden ayrıldılar. En-nihayet Abdülmecid namındaki göçüp (küçüğü) Ürgüp Müftüsü olup, 1940 Ürgüp’e geldi. Bu müsveddeleri o zamanın yâdigarı olarak muhafaza etmekte idi. Fakat heyhat sümme heyhat, o da gitti, o da gitti, zaman da geçti gitti. Acaba bu müsveddeleri açıp okuyacak bir kimse olacak mı? Ve öyle bir zaman gelecek mi? Heyhat, heyhat!..

Tâ be-mahşer mihnet ü derd ü gamla gezerim

Bu bize bir çiledir, ey gül (gönül) kaderle çekerim.

Abdülmecid

Bu Ta’likat namındaki risale, Bediüzzaman Said-i Kürdî’nin Bürhan-ı Gelenbevî üzerine yazdığı haşiyelerdir. Bu risale yazan halka-i dersinde bulunan en sevdiği Habib namında bir talebesi Habib Bürhan-ı Gelenbevî okur iken Bediüzzaman’ın takrirlerini haşiye şeklinde yazar idi. Bu da 1329’da idi. Birinci Harb-i Umumî koptu. Bediüzzaman ile Habib vaiz sıfatıyla Van Fırkasıyla beraber Erzurum cephesine gittiler.

Bir sene sonra dönüp Van’a geldiler. Ermeniler tarafından Van alındı. Bizler de Gevaş Kazasına çekildik. Habib orada şehid oldu. Habib’in dest-i hattıyla ve Bediüzzaman’ın ifadesiyle yazılan şu risale, muhaceret esnasında memleketten memlekete, şehirden şehire çıkıp gezmek neticesinde 1940’ta Malatya’dan Ürgüp’e müftülük memuriyetiyle geldim. Bu risale perakende bir halde evrak ve kitablar içinde dağılmıştı. Topladım, cildlettirdim. Olur ki bir zaman gelip, ilmî ve dinî bir haşr ü neşr olur. Bu gibi risaleleri okuyacak insanlar meydana çıkar ki, o zaman bu risale ne gibi bir zekâ ve ne kadar yüksek bir fikirden çıktığı anlaşılır. Fakat heyhat, ne o zaman geldi ve ne o adamlar bulundu vesselâm.

1951

Abdülmecid

***

Şu anda bir ağabey Talikat ve K. i’caz üzerine çalışmalar yapmakta bittiği zaman inşaallah kitabi olarak temin etmeniz mümkün olacak.

selam ve dua ile 

www.NurNet.Org

Her makamın bir ahlâkı vardır

Yükseklerin karı ve fırtınası ne kadar çetinse, yüksek makamların çilesi ve imtihanı da o kadar çetindir.

Fakat günümüzde maddî makam olarak yükseklere talip ruhların bir o kadar ham ruhlar olması makamlara yapılan en büyük haksızlık olsa gerektir.

Her makam ve işte, o makamın gerektirdiği âli himmetleri ve yüksek ahlâkı taşıyan insan bulmak bu zamanda çok zorlaşmıştır. Günümüzde çığ gibi büyüyen eğitim sistemine ve günlük ilişkilere bulaşan bir hastalık vardır. Bu daseküler ahlâk dayatmasıdır.

İnsanlar arası iletişim teknikleri, vizyon, ikna becerisi, etkileme san’atı, güzel konuşma san’atı, problem çözme yeteneği arttırımı… v.s gibi bir dizi göstermelik ahlâk ile göz boyayan, sahte ve derin yaraları iyileştirmeyen bir sürü teknikler, beceriler, eğitimler…

Gerçek ahlâkın lâfta kaldığı ve sadece imajdaki rötuştan ibaret olan, kıymetsiz kametler revaç bulmaktadır. Beşeriyet çarşısının revaçlı malı bugünlerde bu Avrupa kaynaklı sözüm ona gelişim teknikleridir.

Riyakârlığı ve enaniyeti pompalayan bu tekniklerin alt yapısında hep bir başkasına kendimi nasıl sevdirebilirim ve sevimli gösterebilirim kaygısı olup, bu durum aslında halkın rızası görünümünde firavunlaştırma operasyonlarından başka bir şey değildir.

Evet, bu teknikler riyakâr, dalkavuk, iki yüzlü insan tiplerini üretmekten başka bir işe yaramaz.

Bu yüzden en güzel iletişim tekniği iyi niyet ve sıdktır.  Sağlıklı iletişim doğru ve güvenilir bir kimse olmakla başlar.  Bu açıdan bakıldığında en iyi iletişimci peygamberlerdir. Zira onların en önemli ve öncelikli vasfı, sıdk ve emniyettir. Sonra tebliğ gelir.

İşte bugün algılarımızla okadar oynanmış ki, cemiyet hayatında, kişilerin iştigal ettikleri işe lâyık ahlâkı ve şahsiyeti göstermeyi bırakın bir erdem olarak görmeyi, politik olmayı, siyaset yapmayı, menfaat odaklı düşünmeyi, köprüyü geçinceye kadar… gibi su-i ahlâklar erdem kabul edilir olmuştur.

Bu yüzden de içtimaî hayatta güven kalmamış ve yüksek makamları, ham ruhlar,  pes ahlâklılar işgal etmeye başlamıştır.

Bu hastalık iman Ku’rân hizmeti yapanlara da bulaştığında, yani manevî makamların gerektirdiği yüksek ahlâklar yaşanmadığı taktirde daha da tehlikeli hale gelmekte, mukaddesata gölge düşmekte ve vizyon kirlenmektedir. Ehl-i dünyanın öğrettiği sahte iletişim, gelişim ve görünümlerle, sahte imajlarla hizmet etmek, hizmete taarruzdur.

Hasılı; hak hizmetlerinin vesilelerinin de hak olması şarttır. Süflî nefislere ulvî ruh kılıfı  giydirmek gibidir. Bu yüzden bütün ahlâk-ı âliyenin zembereği hükmünde olan sıdk ve doğruluğu hayatına yerleştiremeyenlerden her türlü kötü ahlâk sûdur edecektir.

Kişinin iştigal ettiği her ne ise bu maddî de olabilir manevî de o makama uygun ahlâk taşıması çok önemlidir. Bu günkü içtimaî hastalıkların pek çoğunun sebebi de bu yüksek ahlâkın yoksunluğudur.

Yasemin YAŞAR

www.NurNet.Org

Kariyer planlaması

Kariyer planlaması

Daha Risale Akademi’ye gitmeden bir heyecan aldı beni. Gece uyuyamadım nedendir bilinmez,  ya da şimdi bilmiyorum, sanki oraya gitmek benim için bir kavşakta durup gideceğim yönü seçmek anlamına geliyor.

Aslında bütün katılımcılar için özellikle de hocamızın söyleşilerine katılanlar için benzer bir durum geçerlidir diye düşünüyorum. Kendi tabiri ile ezber bozan, kendi isteğimiz ile edindiğimiz veya bize dayatılıp da hayır demeyi hiç düşünmediğimiz kalıplarımızı yıkan bu söyleşiler dinleyen herkeste ‘bir şeyler yapmalıyım, harekete geçmeliyim’ hissini uyandırıyor. Ders demiyorum söyleşi diyorum çünkü ‘bak bu doğrudur ha bunu al ve iyice belle ona göre bundan sonra dikkat et’ dayatmasını içermeyen, insanın iradesini elinden almadan ‘bak kardeş böyle böyle durumlar var artık sen bilirsin intihaptaki ihtiyar sendedir’ manasını taşıyan bir üslubu var. Dinleyici daha doğru bir ifadeyle katılımcılar artık benim için doğru olanı, fıtratıma uygun olanı yapmalıyım. Kendime ve insanlara fayda vermeyen ve fazlaca meşgul olduğum şeyleri terk edip fıtratıma uygun bir hedef belirlemeli ve bu hedeflere doğru yöntemleri kullanarak emin adımlarla yürümeliyim diyor. Yani ben öyle diyorum belki de fakat katılıcıların paylaşımları onların da bu hissi taşıdıklarını gösteriyor.

Elbette böyle bir yenilikle karşılaşmak insanı şaşırtıyor ben kendisini ikinci kez dinlediğim için daha gitmeden orada şaşıracak ve sarsılacağım diyerek gittim bu benim ilk katıldığım program olan ‘6. Araştırma ve makale oluşturma teknikleri’ndeki kadar fazla heyecanlanmamama yol açtı daha sakin dinleme fırsatı buldum. Başkasının bize dayatmadığı bir hayatı yaşamak, şeriat dairesinde olmak kaydı ile tamamen özgür olup özgür düşünmek mümkün olabilirmiş demek ki.

Biz ilkokuldan itibaren tektipleştirilmiş, ailede bizim sana çizdiğimiz yoldan başka yolun yoktur dayatmasına muhatap olmuş, aman ayıp olur aman seni dışlarlar safsatalarına saf saf inanmış kişiler yani kişiliğini bulmamışlar olarak (benden genç olan kardeşlerim müstesna) (yok benden gayrı herkes müstesna olsun) böyle bir özgürlük alanında ne yapacağımızı bilemiyoruz. Eh madem herkesi müstesna ettim artık ben diye devam edeyim. Evet akvaryum balığı okyanusta yaşamadığı gibi kimse tarafından özgür bırakılmamış ben şimdi ne yapacaktım kim olacaktım, şimdiye kadar yaptıklarımın ne kadarı benim idi? Ve ben şu an kendimi ne kadar özgürce ifade edebiliyordum? Ve ben eğer özgür hissedersem ne yapardım… soruları çoğaltmak mümkün cevaplar ise yoldalar henüz ben de biriyim benim da canım var benim de kendi tercihlerim var kısmını kabullenmekle meşgulüm.

Açıkçası bu özgürlük biraz da korkutucu gibi geliyor başlangıçta çünkü nefsim özgür olsa ne olur halim diyorum ama tamını koyduk ya baştan meşru dairede özgürlük, şeriatın koyduğu çizgiler içinde özgürlük. Yani yaptığının hesabını Allah’a verecek olduğumun bilinci ile, Ayine-i Samed olan kalbimdeki putları, ilahcıklarımı devre dışı bırakıp, Allah’dan gayrısının benim bu amelimi nasıl bulacağını düşünmeden ve insanlara kendimi beğendirmek cenderesine girmeden hareket etmek. Yazması bile bana keyif verdi yaşamayı da Rabbim nasib eder inşallah.

Kim ihlas ile yana yakara ne istemiş de Allah vermemiş ki elbet siz de hayatınızda buna çok tanık olmuşsunuzdur.
Allah hepimize böyle bir özgürlüğü nasib etsin inşallah ne zulmedelim ne de zulme uğrayalım. Kendimize de zulmeymeyelim inşallah. Böylelikle ahirette hesabımız da çetrefilli olmaz inşallah.
Bugünden benim payıma da bunlar düştü özgürlükle, fıtratla, kendisi ile tanışmak isteyen kardeşlerimizi Risale Akademi’ye davet ediyoruz.

 

Afife ARTIK

www.NurNet.Org