Kategori arşivi: Soru – Cevap

Sünnete Uymak Bize Ne Kazandırır?

Bid’aların yaygınlaştığı, ümmetin fesada gittiği zamanımızda sünnete tâbi olmak daha ehemmiyetlidir. Bu zamanda bir sünneti işlemek binlerce sevap kazandırabilmektedir. Efendimiz (asm) bir hadislerinde bu gerçeği şöyle ifade eder:

“Bid’at ve dalâletlerin her tarafı istilâ ettiği ve ümmetimin bozulduğu bir zamanda sünnetime sarılana yüz şehit sevabı vardır.”

Sünnete tâbi olmanın bu derece büyük sevap kazandırmasının sebebini şöyle izah edebiliriz:

Bir Müslümanın en yüksek gayesi, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Allah’ın rızasını kazanma yolları içerisinde en sağlamı, en makbulü ve en kısası, Resûlullahın (asm) gösterdiği ve takip ettiği yoldur. Resûlullah’ı (asm) sevmek ve ona tâbi olmak bizi Allah’ın rızâsına götürecek yegâne yoldur. Bu gerçek bizzat Rabbimiz tarafından şöyle ifâde edilir:

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”

Yüce Rabbimiz Nisa Sûresi’nin 69. âyetinde de kendisine hakkıyla iman etmeyi, her hususta Resûlullâh’ın (asm) hükmünü tam bir teslimiyetle kabul etme şartına bağlamıştır. Bu âyet-i kerîmede de meâlen şöyle buyurur:

“Her kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine pek büyük nimetler bağışladığı peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salih kimselerle beraberdir. Onlar ise ne güzel arkadaşlardır!”

Bununla ilgili olarak bir başka âyet-i kerimenin meali ise şöyledir:

“Sizden kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve güzel işler yaparsa, ona da mükâfatını iki kat veririz. Onun için biz Cennette pek güzel ve arkası kesilmeyecek bir rızık hazırlamışızdır.”

“Andolsun ki, Allah’ın rahmetini ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için, Allah’ın Resulünde size güzel bir nümûne vardır”

İşte bizler bu dehşetli zamanda kalemizi sünnet-i seniyye seçmeliyiz ki, bu zamanın gafletini püskürtebilelim. Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak isteyen bir kişi en başından itibaren binasını sağlam bir temel üzerine kurmalıdır. Kendisine Kur’ân’ı rehber edinmiş ve Peygamberimizin (asm) ahlâkını örnek almış bir kişi, doğru olan yola uymuş ve sağlam adımlarla bu yolda ilerleyen bir kişidir.

Risale-i Nur Enstitüsü

 

Fatih Sultan Mehmet Kimdir?

Fâtih Sultân Mehmed, 30 Mart 1432 tarihinde Edirne Sarayında Hüma Hâtun’dan dünyaya geldi. Annesi onun gerçek saltanatını görmeden 1449 yılında vefât eyledi. Bir görüşe göre 19 ve bir diğerine göre 21 yaşında babasının vefatı üzerine üçüncü defa saltanat koltuğuna oturdu ve sınırları Tuna’dan Kızılırmak’a kadar genişleyen Devletinin başşehri olarak İstanbul’u almak ve Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar olmak en büyük ideali idi.

İstanbul’u almak için Boğaz’a hâkim olmanın şart olduğunu bilen Sultân Mehmed, 1452’de Boğazkesen Hisârı dediği Rumelihisârını inşa ettirdi. Karşısında Yıldırım’ın inşa ettirdiği Anadoluhisârı yükseliyordu ve artık Osmanlının izni olmadan boğazı geçmek mümkün değildi. 1 Eylül 1452’de Edirne’ye dönen Sultân Mehmed, hemen kendisinin planlarını çizdiği topların dökümüne başladı. Deneyler yapıldı ve dünyanın harp aletleri alanında harikaları vücuda getirildi.

Planı sezen İmparator zor durumdaydı; zira Bizans ikiye ayrılmıştı. Avrupa, yardım için Katolik olmalarını istiyor ve Ortodokslar ise hayır diyordu. 12 Aralık 1452’de Ayasofya’da Katolik ayini yapılması, Sultân’ın işlerini kolaylaştırıyor ve Bizans Başbakanı Notaras, “Bizans’ta Latin şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim” diyordu.

Bizans’lılar parlayan ateşlerine ve Hz. Meryem’e güveniyorlardı. Ancak 1453 Şubatında Edirne’den yola çıkan toplar 5 Nisanda İstanbul önlerine geldi. 6 Nisan’da muhasara başladı. 53 gün süren muhasara sırasında Fâtih’in ordusu, tarihe geçen kahramanlıklar yazdı. Bizans’ın Galata ile Sarayburnu arasına gerdiği zincirler, Osmanlı donanmasının karadan yürütülerek Haliç’e girmesiyle parçalanmıştı.

Muhasaranın 53. Günü Hz. Peygamber’in müjdelediği fetih 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti ve Osmanlı ordusu tekbir sesleriyle Topkapı ve Eğrikapı yönlerinden İstanbul’a girdi. Ayasofya’ya sığınan on binlerce insanın burnu bile kanamadı ve İslâm Hukukunun bu konudaki hükümleri aynen uygulandı ve herkese temel hak ve hürriyetleri tanındı.

Fâtih’in fetihten sonra yaptığı ilk iş, İstanbul’un maddi ve manevi imar edilmesidir. Bu işi tamamladıktan sonra Belgrad hariç bütün Balkanları Osmanlı Devleti’ne ilhak eyledi. Batıyı emniyete aldıktan sonra, kendisine pürüz çıkaran Karamanoğulları ve İsfendiyaroğulları Beyliklerini tamamen ortadan kaldırdı. Bu arada Bizans’ın artığı olan Trabzon’daki Pontus İmparatorluğu da 1461 yılında tamamen tasfiye edilmiş oldu. Komutanlarından Gedik Ahmed Paşa, Kırım’ı aldı.

Bütün bu fetihler, başta Abbasî Halifesi olmak üzere herkes tarafından takdir edilirken, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Fâtih’e kafa tutuyordu. Bunun üzerine Erzincan civarındaki Otlukbeli denilen yerde 1473 tarihinde bu sıkıntı da bertaraf edildi ve artık Osmanlı devleti Toroslara kadar genişledi. Fâtih Sultân Mehmed, yeni bir harbin hazırlığında iken, 1481 yılında 51 yaşında Gebze’de vefat etti.

28 yıllık padişahlığı süresince 2 İmparatorluk, 14 devlet ve 200 şehir fethederek Fâtih ünvanını Hz. Peygamber’den alan Sultân Mehmed, devletin sınırlarını 2.214.000 km2’ye genişletmişti ki, bu 3 Türkiye Cumhuriyeti eder demektir. Balistikteki keşifleri, Matematik ilmindeki dehası, dinî ilimlerde büyük bir âlim olması, Arapça, Farsça, Yunanca, Sırpça, İtalyanca ve benzeri önemli dünya dillerinden dokuzuna vâkıf olması, onu Osmanlı tarihinin en büyük askeri, devlet adamı ve âlimi olduğunu, düşmana ve dosta söyletmiştir.

Ona bu büyük fetihte yardımcı olan devlet adamları arasında, Çandarlı Halil Paşa, Mahmûd Paşa, Rum Mehmed Paşa, İshak Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Zağanos Mehmed Paşa, Balaban Bey, Bali Bey ve benzeri çok sayıda devlet adamı ve komutanları saymak mümkün olduğu gibi, manevi komutanlar arasında ise, asrının büyük âlimlerinden ve maneviyât erenlerinden, Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Zeyrek, Akşemseddin, Hızır Bey, Hocazâde Efendi, Molla Vildân ve Molla Şeyh Vefâ ve benzeri zatları zikretmek icabeder.

ZEVCELERİ: 1- Gülbahar Hâtûn; II. Bâyezid ile Gevher Sultân’ın annesi. 2- Gülşah Hâtun; Karaman Oğullarından İbrahim Beğ’in kızıdır. 3- Sitti Mükrime Hâtun; Dülkadiroğlu Süleyman Bey’in kızıdır. 4- Çiçek Hâtun; Türkmen Beyi kızıdır. 5- Helene Hâtun; Mora Despotu Demetrus’un kızıdır. 6- Anna Hâtûn; Trabzon İmparatorunun kızıdır; evlilikleri kısa sürmüştür. 7- Alexias Hâtun; Bizans Prenseslerindendir. ÇOCUKLARI: 1- Şehzâde Sultân Mustafa Hân. 2- Gevher Sultân. 3- Şehzâde Cem Hân. 4- Şehzâde Bâyezid Hân. 5- İsmi bilinmeyen iki kızı.

www.osmanli.org.tr

Sünneti Terk Etmekle Ne Kaybederiz?

Sünnetin her meselesine uymak mümkün olmayabilir. Bediüzzaman’ın da ifâde ettiği gibi, sünnet-i seniyyenin herbir nev’îne tamamen bilfiil tâbi olmak, imanda kemâl mertebede bulunan evliya ve asfiya gibi kimselere ancak müyesser olur.

Sünnet-i seniyyenin terkinde günah olmamakla birlikte, büyük sevaptan mahrumiyet vardır. Peygamberimizin (asm) biz Müslümanlara iki büyük emânetinden biri olan sünnetin değiştirilmesi ise bid’attır, dalâlettir ve büyük hatâdır. Ehemmiyetsiz görülmesi, büyük bir kabahattir. Bediüzzaman, sünnetin ehemmiyetsiz görülmesini cinayet olarak vasıflandırır. Sünneti bile bile terk eden, Resûlullâh’ın (asm) şefaatinden mahrum kalır. Bu konu da Resûlullâh Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:

“…Kim benim sünnetimden (hayat tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir”

“Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar.”

Bu iki hadis sünnetin ehemmiyetini en veciz bir şekilde izah etmiş ve ehemmiyetini açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Sünnet-i seniyye’nin dayanak ve referans noktası olması bu yüzden önemlidir. Nasıl omurilik soğanı çıkarılan bir kuş dengesiz hareket ederse aynen öyle de sünnet-i seniyyeye halis bir şekilde yönelip yaşamaya çalışmayan, önemsemeyen insan da hayatında dengesiz yollara sapar.

Risale-i Nur Enstitüsü

Sünnete Neden Uymalıyız?

Efendimizin (asm) sözleriyle, hâliyle ve hareketleriyle hayatımızı anlamlandırmak bize insan-ı kâmil olma noktasında en mühim rehber olacaktır. Bediüzzaman Hazretleri sünnet-i seniyye’nin ehemmiyetine binaen şöyle demiştir:

“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibâdete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et.”

Said Nursî, bu veciz ifadede, eğer sünneti hayatımızda tam yaşarsak; bütün hayatımızı ibadete çevirebileceğimizi, yapacağımız her hareketin ibadet hükmüne geçebileceğini ve hayatımızdaki bütün olumsuzlukları hayra çevirebileceğimizi belirtmiştir.

Âlem-i ervahtan başlayıp, saadet-i ebediyeye uzanan beşer yolculuğunda en emin rehberimiz, o yolu en güzel şekilde tarif eden, tarif etmekle de kalmayıp kendisine uyanları, binler meşakkat ve imtihanlar içindeki o yoldan en selâmetli bir şekilde geçiren, Peygamber Efendimiz (asm) ve onun sünnetidir.

O yolda gidenler, asla şaşırmadıkları gibi, o rehbere uyanlar beşeriyetin en mümtaz şahısları olarak anılmışlar, arkalarından gelenlerin de saadet kapısından girmesine vesile olmuşlardır.

“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız; bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin’” âyetinden de anlaşılacağı üzere, Allah’ı sevmenin alâmeti ve onu razı etmenin yolu sünnete tâbi olmaktan geçiyor. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki:

“Allah’ın Resûlünde sizin için kendisine uyulacak en güzel örnek ve nümûneler vardır.”

Cenâb-ı Hak bize uygun olacak ve kendisinin hoşnut olduğu tüm hâl ve hareketin Resûl-i Ekrem’de (asm) toplandığını ve Allah’ın sevgisini kazanmak için sünnete uymanın gerekliliğini vurgulamıştır.

Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hadise-i mu’cizeyi şakirtlerine ders verdiği vakit ağlardı ve derdi ki: “Ağaç, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma meyil ve iştiyak gösteriyor. Sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstehaksınız.”

Biz de deriz ki: Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir.

Efendimize (asm) cansız bir odunun bile bu derece meyil ve iştiyak göstermesi bizlere büyük dersler vermeli. Biz ki onun ümmeti olma şerefine nail olmuşuz, değerini bilip gerekli hassasiyeti göstermeliyiz.

Risale-i Nur Enstitüsü

Sünnet-i Seniyye Ne Demektir?

Sünnet, kelime itibari ile yol demektir. Istılâhta ise Peygamber Efendimizin (asm) yolu anlamına gelir. Hürmeten “Sünnet-i seniyye” (çok mühim ve kıymetli olan âlî yol) denilmiştir.

Sünnet-i seniyyenin menbâı üçtür: Akvâli, ef’âli ve ahvâlidir. Yani Peygamber Efendimizin (asm) sözleri, fiilleri ve hâli sünnet-i seniyyenin kaynağıdır. Bu üç menbadan gelen sünnet-i seniyye, hüküm itibari ile de farz, nafile ve âdât-ı hasene olarak yine üç kısma ayrılır.

Farz ve vacib olan kısmına uymakla bütün Müslümanlar mükelleftir. Zira, Peygamberimiz de (asm) Kur’ân’ın emir ve yasaklarına uymakla mükellef olduğu için hem farz ibadet, hem de sünnet olmuş oluyor. Meselâ, farz namazlar, namazların farz ve vacib rükünleri, namazda Fatiha’nın okunması, bayram namazı, kurban kesmek gibi ibâdât, sünnet-i seniyyenin farz ve vacib kısmındandır. Bunların ittibâında büyük sevaplar, terkinde ise, azap ve ceza vardır.

Nevâfil, yani nafile olan sünnetlerde ise; namazların sünneti, duha, teheccüd gibi namazlar, Ramazan ayı dışında tutulan oruçları vs. sayabiliriz. Bu kısım sünnetlere ehl-i iman emr-i istihbâbî (müstehab olması) cihetiyle yine mükelleftir. Terkinde ceza ve azap yoksa da; büyük kârından ve o sünnetin nurundan istifadesiz kalmak vardır.

Sünnet-i seniyye dünya ve ahiret saadetinin temel taşıdır. Kemâlât-ı insâniyenin madeni ve menbaıdır. Konuşma veya yürüme kabiliyetini annesinin yardımıyla öğrenen bir çocuk gibi, nihayetsiz istidat ve techizâtla donatılmış, binler hissiyat kendisine ihsan edilen insan, bu maddî ve manevî cihazatını keşf edip, Rabbinin rızası dairesinde hayra sevk etmeyi öğreten Peygamberimize (asm) tâbi olmakla mahlûkatın en eşrefi olarak ahsen-i takvim vaziyetini alır.

Peygamber Efendimizin (asm) beşere getirdiği hidayet müjdesini kabul edip sünnet-i seniyyesine ittibâ eden ümmetinin sünnet-i seniyeye ittibâ ve dîn-i İslâm’a bağlılık nispetinde ulaştığı medeniyet seviyesi ve saadet, her daim “dîn-i İslâm” ve “sünnet-i seniyyeden istifade” nimetleri için şükretmeye vesile olmuştur.

Risale-i Nur Enstitüsü