Kategori arşivi: Kısa Video

kısa video

Allah Kur’an’da Niçin “BEN” Demiyor “BİZ” diyor? (Video)

Kur’an, baştan sona Allah’ın birliğini ders verirken, böyle bir soru ile meşgul olmak, niçin Allah “Ben” demiyor da, “Biz” diyor diye düşünmek gerçekten çok acayiptir.

Müslümanın her bir delil ile Kur’an’a karşı imanını ve itikadını kuvvetlendirmesi gerekirken, cevabı son derece basit olan sorularla Kur’an hakkında şüpheye düşmesi gerçekten anlaşılamayacak ve izah edilemeyecek bir durumdur.

Belki de bu basit soru bile, birçok kişinin aklını ve kalbini yaralamış, onu Kur’an hakkında tereddüde düşürmüştür. Bizler, akılları ve kalpleri şüphelerle ve vesveselerle yaralanmış olanlara bir merhem olabilmesi için bu eseri hazırladık.

Şimdi sorumuzun cevabına gelelim, niçin Allah “ben” demiyor da “biz” diyor. Dilerseniz cevabı maddeler halinde öğrenelim:

1- “Biz” tabiri meliklerin ve sultanların tabiridir. Onlar sözlerine ya da mektuplarına başlarken “Biz ki…” diyerek başlarlar.

Zira bu ifadede haşmet ve büyüklük vardır. Allah’ta ezel ve ebedin sultanı ve padişahıdır. Elbette haşmet ve büyüklük ifade eden “Biz” tabirini “Ben” tabirine tercih etmesi azametinin şanındandır.

2- Allah, Kur’an’ın indirilmesi gibi, meleklerinde içinde bulunduğu ve onların vasıta olduğu işlerde “Biz” der ki, bununla, zatı ile birlikte o icraatta vasıta olan meleğe de işaret edilmiş olur.

Mesela “Kur’an’ı biz indirdik” dediğinde “Biz” ifadesinin açılımıyla ayet şöyle anlaşılır: “Kur’an’ı ben, meleklerim vasıtasıyla habibime indirdim” Ya da “Biz gökten bir su indiriyoruz” denildiğinde, yağmur damlalarını indirmekle görevli olan meleğe de dikkat çekilmekte, melek de bu ifadeye dâhil olmaktadır.

Ancak bu meleklerin tesirde hiç bir müdahaleleri yoktur. Çünkü tesiri hakiki sahibi ancak Allah’tır.

3- Genelde yaratılışın anlatıldığı ayetlerde Allah “Ben” der. Mesela “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” ayetinde olduğu gibi.
Ancak yaratılışın anlatıldığı bazı ayetlerde de “Biz” tabiri geçer. Bununla kastedilen ise o anda meleklerin o yaratılışa şahit olduğu ve orada bulunduğudur. Bu ifadeyle Allah kendi sözüne melekleri şahit yapmaktadır.

Mesela “Biz yeri, göğü ve içindekilerini yarattık” denildiğinde, Allah’ın bu yaratmağı tek başına yaptığı ve bunları yaratırken meleklerin hazır ve şahit olduğu anlaşılır.

4- Allah bu ifadeyle bizlere de ders vermekte ve şöyle demektedir: “ ‘Ben’ yerine ‘Biz’ deyin, benlik yapmayın, kendinizi beğenmeyin, kibirden uzak durun, tevazu ile yükselin ve benlikten kurtulmakla insan-ı kâmil olun”

www.Seyrangah.tv

Nesh Nedir? Kur’an’da Nesh ve Neshin Hikmetleri Nelerdir? (Video)

Nesh Nedir? Kur’an’da Nesh

Bu mesele çok önemlidir. Zira Kur’an düşmanları, nesihten haberi olmayan Müslümanları hile ile aldatmaya çalışmakta ve onların imanını çalmak istemektedirler.

Mesela onlara demektedirler ki:

“İnandığın Kur’an’ın Bakara suresi 240. ayetinde eşleri ölen kadınların 1 sene iddet beklemeleri emredilirken, yine aynı surenin 234. ayetinde 4 ay 10 gün iddet beklemeleri emredilmiş, bunlardan hangisi doğru, birbirine zıt bu iki emrin aynı anda uygulanması mümkün değildir, o halde ayetlerde çelişki vardır.”

İşte onlar bu gibi hezeyanları gerçek gibi sunmakta ve Kur’an ilmine vakıf olmayan, değil Kur’an’da neshi bilmek, nesh kelimesini bile ilk defa duyan zavallı müslümanları aldatmaya çalışmaktadırlar.

Burada aldatmaya çalışan kişi kadar, bu meseleyi bilmeyen müslüman da mesuldür. Çünkü o, kitabını ve içindeki meseleleri öğrenmekle mükelleftir. Belki de bu vazifeyi yerine getirmediğinden ve kendi kitabına lakayt kaldığından, bir ceza olarak kalbi böyle şüphelerle boğuşur.

Eğer o, eşleri ölen kadınların iddet bekleme müddetinin İslam’ın başında bir sene olduğunu ve bu hükmün, daha sonra gelen ve bu sureyi 4 ay 10 gün olarak belirleyen ayetle hükümden düştüğünü ve hâli hazırda geçerli olan hükmün 4 ay 10 gün olduğunu bildiren ayet olduğunu bilseydi kalbi şüphelerle yaralanmayacaktı.

Biz bu bahiste bu meseleyi bütün detaylarıyla ve örnekleriyle işleyeceğiz. Bu sayede inşallah misyoner ve münafıkların bir hilesini daha neticesiz bırakmış olacağız:

Nesh; lügatte bir şeyi başkasıyla değiştirmek demektir. Istılahta ise; herhangi bir ibadete veya muameleye ait dini bir hükmün ve emrin yerine daha sonradan diğer bir hükmün ve emrin gelmesidir. Bu işe nesh, yeni gelen hükme nesih, hükmü kaldırılmış ayete de mensuh denilir ki artık onunla amel edilmez.

Nesih, temel inançlarda, haber ve kıssalarda olmaz. Sadece emir ve yasaklarda olur. Çünkü verilen bir haber, anlatılan bir kıssa ve temel inançların bahsedildiği ayetlerden bir ayetin hükmü kalksaydı, o zaman ayetlerde çelişki var sözünün belki bir manası olurdu ve bu yalan söylemek olurdu ki, Allah’ın yalan söylemesi düşünülemez.

İmam Kurtubi hazretleri bu bahiste şöyle der;

“Neshi delilleriyle birlikte bilmeye her ilim adamı mecburdur. Neshi yalnız beyinsiz ve cahiller reddeder. Kur’an’da ki hüküm ayetlerinden her hangi bir hükmün alınması ve helal ve haramın bilinmesi ancak neshi bilmek ile mümkündür. Bunu bilmeyenler, İslam âlimlerinin ittifakı ile neshin Kur’an’da var olduğu bilgisinden mahrumdurlar”

Kur’an’da neshin olduğu Bakara suresi 106. ayette şöyle ifade edilmektedir:

“Biz nesh ettiğimiz veya unutturduğumuz bir ayetin yerine ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz.”

Yine Nahl suresi 101. ayette şöyle buyrulmuştur:

“Biz bir ayeti diğer bir ayetin yerine getirdiğimiz vakit ki, Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir, dediler ki, sen ancak bir iftiracısın. Hayır! Onların pek çoğu bilmezler”

Neshin hikmetleri nelerdir?

Neshin birçok hikmeti vardır. Bu hikmetleri öğrendiğimizde, Kur’an’da nesh olmasının değil, belki olmamasının bir kusur olduğunu öğreneceğiz.

Ve neshi Kur’an’da bir kusur olarak göstermeye çalışanların hilelerini neticesiz bırakacağız.
Şimdi maddeler halinde neshin hikmetlerini inceleyelim:

1-) İslami hükümlerin insanlığın ihtiyaçlarını karşılamak için olduğu bilinir. Bu ihtiyaçlar ise zamanın ve mekânın değişmesiyle değişebilir. Mesela, bir hükme ihtiyaç olduğu zaman Allah ihtiyacın halli için bir hükmü emreder. Daha sonra bu ihtiyacın ortadan kalkmasıyla o hükmü de ortadan kaldırarak onun yerine kulları için daha menfaatli ve hayırlı bir hüküm gönderir. Bu, kullar için daha kolay ve daha uygundur.

Ve bu mütehassıs bir doktorun tedavisinde hastalığın seyrine göre ilaçları değiştirmesine benzer. Evet, bütün peygamberler kalplerin doktoru ve insanların terbiye edicileri olarak gönderilmişlerdir. Her peygamberin şeriatı, içinde yaşadığı insanların ihtiyaçlarına uygun bir tarzda, tedricî olarak, Allah tarafından gönderilmiştir. Bir zaman hastanın tedavisi için verilen ilacın aynı hastaya bir müddet sonra verildiğinde onu hasta yapması gibi, bir zaman insanların menfaatine olan bir hükmün, bir zaman sonra onların zararına olması mümkündür. Ve böyle bir hükmü Allah’ın kaldırması hikmetinin ve merhametinin gereğidir.

2-) Allah, Arap kavmini 23 sene gibi kısa bir zamanda, yavaş yavaş terbiye etmiştir.
Bu terbiye, Kur’an’ı rehber edinmeyen başka kavimler için birkaç asırda bile mümkün olmazdı. Bu terbiyedeki başarının bir sırrı şudur ki: Allah onların kabiliyet ve güçlerine göre hükümler göndermiştir. Onların kabiliyet ve güçlerinin gelişmesi oranında Allah daha önceki hükmü kaldırarak başka bir hükmü getirmiştir.

Eğer Allah en başta, daha imanları kemal bulmadan onlara zor emirlerde bulunsaydı, onların buna güçleri yetmeyecek ve belki de iman devletinden mahrum kalacaklardı.

Şimdi düşünün! İçkinin sular gibi aktığı bir kavimde, içki bir anda yasaklansaydı, bu yasağa kaç kişi itaat edebilirdi?

Ve itaat edemeyenler, itaatsizliklerinin mahcubiyetiyle İslami terk etmezler miydi?

İşte bu sebepten içki 4 mertebede haram kılınmıştır. Yani ne zaman insanlık içkinin haram edilişi hükmüne boğun eğip, evlerindeki içkileri sokağa dökerek, sokakları adeta dereler hükmüne getirebilecek kemale ulaştılar, işte o zaman içki yasak edildi.

Bu, Allah’ın kavimler ve fertlerin terbiyesi için seçtiği yoldur. Hal böyleyken, değişen ve kemale ulaşan insan ve değişen kâinatta, Allah tarafından gönderilen bir hükmün diğer bir hükümle değiştirilmesi nasıl anlaşılamaz?

Demek nesh, Kur’an’ı gönderen Allah’ın en son hükmün daha mükemmel olacağını önceden bilmediğinden değildir. Allah, Müslümanları basamak basamak kemale ulaştırıyordu. O ağır emirler hemen gelseydi altından kalkamazlardı.

Namazın hicretten bir buçuk sene önce emredilmesi de buna delildir. Şimdi denilebilir mi ki: “Allah namazı niçin hemen emretmedi de bu kadar bekledi? Elbette denilemez. Zira O ezeli ilim sahibi zatın sonra emretmesi hikmetinin gereğidir.

3-) Şimdi bir sigara tiryakisini misal olarak ele alalım: Adeta nikotin deposu olmuş adama diyorsunuz ki;

“Vücuduna zararlı olan bu sigarayı terk et, çünkü senin sigara içmen yavaş yavaş bir intihardır. Sanki elindeki hançeri birden bire değil de yavaş yavaş sinene saplıyorsun.” Hatta bunu ona bir doktor vasıtasıyla anlattırsanız yine de sigarayı terk etmek için bir hayli tereddüt geçirecektir.

Bırakın onu, bildiği halde doktorun kendisi bile, küçücük bir alışkanlık olan sigaradan vazgeçemiyor. Birde alkolik bir kimseyi ele alınız. Şimdi bu kimseye birden “içkiyi bırak” demek, ona “fıtratını değiştir” demek gibi olacaktır.

Böylesine insanların kan ve damarlarına işlemiş adetleri ve kötü ahlakları birden kaldırmak mümkün değildir.

Ancak basamak basamak bir terbiye lazımdır ki, Kur’an’da nesihleriyle bunu yapmıştır. Bunun aksi, tıpkı atmosfer basıncı altında duran bir insanın birden yirmi bin fitlik bir yüksekliğe çıkması gibi bir şey olurdu ki, insan orada hemen ölüverir.

Soru: Hamd olsun, inandım ki, nesh haktır. Ve Kur’an’da olması hikmetin gereğidir. Ama aklımda hala bir soru var. O da halledilirse bütün bütün inanacağım ki, Kur’an Allah’ın ezeli kelamıdır. Sorum şudur:

Ayetin hükmü neshedildiğine göre, lafızlarının okunması yani Kur’an’da ayet olarak kalmasının hikmeti nedir? Hükmüyle beraber, kendisi de kaldırılsaydı olmaz mıydı?

Cevap: Bu soruya iki açıdan cevap verebiliriz:

1-) Kur’an-ı Kerim, ihtiva ettiği hükümlerin bilinip tatbik edilmesi için okunduğu gibi yalnız ibadet ve sevap kazanmak niyetiyle de okunabilir. Allah’ın kelamı olduğundan, hükmü kaldırılsa da, kelimeleri ibadet ve sevap kazanmak maksadıyla okunduğundan kendisi baki kalmıştır.

2-) Nesh ayetleri bazen bir önceki ayette bulunan ağır bir hükmü hafifletmek için gönderilmiştir. Kocası ölen kadının bir sene iddet beklemesinin, 4 ay 10 güne düşürülmesi gibi.
İşte ayetin kendisinin kaldırılmaması, daha önceki hükmün ağırlığını ve Allah’ın kullara vermiş olduğu hafifletme nimetini hatırlatmak içindir.

Seyrangah.TV

Kur’an’daki Tekrarlar Usanç Vermiyor mu? Hikmeti Nedir? (Video)

Kur’an ayetlerindeki tekrarlar usanç vermiyor mu bu tekrarların hikmeti nedir?

Arkadaş her parlayan şey ateş değildir. Evet, tekrar bazen usanç verir. Fakat umumi değildir. Her yere, her kelama ve her kitaba şamil değildir.

Usanç verdiği zannedilen pek çok tekrarlar, söz sanatı olan belagatçe güzel kabul edilir. Ve takdir edilir.

Evet, insanın yediği yemekler; biri gıda, diğeri meyve olmak üzere iki kısımdır.

Birinci kısım yani gıda olanı tekrar ettikçe memnuniyet verir, kat kat teşekküre sebep olur.

İkinci kısım olan meyve de ise tekrar usanç, değişiklik ise lezzet verir.

• Aynen bunun gibi sözler ve kelamlar da iki kısımdır.

Bir kısmı ruhlara gıda ve fikirlere kuvvet verici hakikatlerdir ki, tekrar ettikçe, güneşin ışığı gibi, ruhlara, fikirlere hayat verir. Meyveye benzeyen kısımda ise tekrar makbul değildir. Ve beğenilmez. Buna binaen; Kur’an tamamıyla kalplere gıda ve kuvvet olduğundan, tekrarı usanç değil, lezzet verdiği gibi, Kur’an ayetlerinden öyle bir kısmı vardır ki, o kuvvetin ruhu hükmünde olup, tekrar ettikçe daha ziyade parlar, hak ve hakikat nurlarını saçar, misk gibi karıştırıldıkça kokar.

• Ayrıca tekrar zannedilen ayetlerde, hakikatte tekrar yoktur. Zira o ayetler ayrı ayrı hikmetleri, nükteleri, gayeleri ifade ettiğinden, yalnız ibarece ve lafızca birbirine benzediklerinden tekrar zannedilmiştir. Hatta Musa (a.s.)’ın kıssasında çok meziyetler ve hikmetler vardır ki, her makamda o makama münasip bir yön ile zikredilmesi, belagatin ta kendisidir. Demek hangi surede tekrar varsa, o surenin ruhuyla münasip bir cihet bizzat kastedilmiştir.

•  Ayrıca Kur’an, hem bir zikir kitabı, hem bir dua kitabı, hem bir davet kitabıdır. Bu sebeple içindeki tekrar güzeldir hatta lazımdır. Zira zikrin gereği tekrar ile nurlanmak, duanın gereği ısrarla istemek, davetin gereği ise tekrar ile kuvvetlendirmek. O halde kusur zannedilen tekrar kusur olamaz.

• Bilakis böyle bir kitapta tekrar olmaması kusurdur. Çünkü zikir, dua ve davet tekrar ile güzeldir.

• Hem herkes her vakit bütün Kur’an’ı okumaya güç yetiremez fakat bir veya birkaç sureyi okumaya muvaffak olabilir. Onun için Kur’an’da ki tevhid, ahiret ibadet gibi en mühim maksatlar her bir surenin içine yerleştirilmiş böylece her bir sure bir küçük Kur’an hükmüne geçmiştir. Demek hiç kimseyi mahrum etmemek için bu maksatlar hemen her surede tekrar edilmiştir.

• Hem Kur’an tesis edicidir. Âlemi islamın temellerini ve bu dinin esaslarını içerir. Ve bu esasları beşerin toplumsal hayatına yerleştirip tesis etmeye çalışır. Öyle ise bu esasların tekrar ile zikredilmesi gerekir ta ki bu tekrar ile o hakikatler kalplerde kuvvet bulup perçinleşsin. O halde kusur zannedilen tekrar kusur değildir. Bilakis nerde tekrar var ise orada önemine binaen bir tekid var demektir.

• Hem Kur’an öyle büyük meselelerden ve ince hakikatlerden bahseder ki onu okuyup dinleyenlerin kalplerine yerleştirmek için çok defa farklı şekillerde tekrar gerekir.

Seyrangah.TV

Müteşabih Ayetler (Benzetmeler) Belagat Kaidelerine Zıt Değil midir? (Video)

Kur’an’da ki müteşâbihat, ayetler belagat kaidelerine zıt değil midir?

Müteşâbihat denildiğinde; Kur’an-ı Kerimin mecâzi manalara gelen ayetleri anlaşılır.

Başka bir ifadeyle; Kur’an-ı Kerimin yüksek ve derin hakikatlerinin anlaşılmasını kolaylaştırmak ve bu hakikatleri akıllara yakınlaştırmak için insanlarca bilinen üslup ile teşbihler, misaller ve benzetmeler ile hakikati tasvir etmektir. Müteşâbih ayetlerden bazıları şunlardır:

“Allah’ın eli onların eli üzerindedir.”

Bu ayette geçen “el” manasındaki “yed” kelimesi “Allah’ın yardımı” manasındadır. İnsanlar arasında yardım; el üstüne el koymakla ifade edildiğinden, ayette, onların alışık olduğu bir mecaz ile “Allah’ın yardımı” hakikati ifade edilmiştir.

Başka müteşâbih bir ayet:

“Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onun alnından tutmasın.”

Bu ayetteki “alnından tutma” hakikati de mecaz bir ifadedir. Bu ayetten anlaşılan asla Allah’ın maddî bir eli olduğu ve o el ile mahlûkların alnından tuttuğu değildir. Allah bunlardan münezzehtir. İnsanlar arasında “itaat ettirmek” alından tutmak ile ifade edildiğinden, Allah bu ayetinde her mahlûku emrine itaat ettirmesini ve hepsinin dizginlerinin kudret elinde olduğu hakikatini bir teşbih ve benzetme ile anlatmıştır.

Kur’an’da bu ayetler gibi birçok müteşâbih ayetler vardır. Allah Teâla bir çok hakikati mecaz yol ile, teşbihlerle anlatmıştır. Dilerseniz bunun sebeplerini ve niçin Kur’an’da müteşâbih ayetler olduğunu maddeler halinde inceleyelim:

Kur’an-ı Kerim tüm insanlığa inmiş onlara ilahi hakikatleri ders veren bir öğretmen gibidir. Ders halkasında oturanlar ise tüm insanlardır.

Malumdur ki bir öğretmen anlatacağı dersi sınıftaki anlayış seviyesi en düşük olan öğrencilerinde anlayacağı tarzda anlatmalıdır. Yoksa sadece zeki öğrencilerin anlayacağı şekilde anlatsa o zaman diğer öğrenciler o bilgilerden mahrum olacaktır bu ise öğretmen için bir kusurdur.

Aynen öylede Kur’an’ın ders halkasında oturan insanların ilim seviyeleri ve anlayışları bir değildir. Madem Kur’an tüm insanlık için indirilmiştir o halde bütün insanların anlayacağı tarzda bir üslupla konuşması ve bazen de hakikatleri daha anlaşılır bir hale getirmek için misaller ve teşbihlerde bulunması zaruridir.

Nasıl ki Peygamberimiz (s.a.v.) mucizelerinden ve özelliklerinden başka, fiil ve halleri ve tavırlarında beşeriyette kalıp, beşer gibi ilâhi adetlere ve yaratılış kanunlarına boğun eğmiş ve itaat etmiş. O da soğuk çeker, elem çeker ve bunlar gibi.

Her bir hali ve tavrında harikulâde bir vaziyet verilmemiş. Tâ ki ümmetine halleriyle îmam olsun, tavırlarıyla rehber olsun, umum hareketleriyle ders versin.

Eğer her tavrında harikulâde olsa idi, bizzat her cihetçe imam olamazdı. Herkese mürşit olamazdı. Bütün halleriyle “Rahmeten lil-âlemîn” (âlemler için rahmet) olamazdı.

Aynen öyle de: Kur’an-ı Hakîm Ehl-i şuura imamdır, cin ve insanlara mürşittir, Ehl-i kemâle rehberdir, Ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise, insanların konuşmaları ve üslûbu tarzında olmak zarurî ve kat’îdir.

Çünkü cin ve insanlar münacatını ondan alıyor, duasını on-dan öğreniyor, meselelerini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşeretini ondan öğreniyor ve bunlar gibi. Herkes onu kaynak yapıyor. Öyle ise, eğer Hazret-i Musa (a.s.) Tur-i Sina’da işittiği Kelâmullah tarzında olsa idi, beşer bunu dinlemekte, işitmekte tahammül edemezdi ve kendine rehber yapamazdı.

Hazret-i Musa Aleyhisselâm gibi bir Ulül-azm bir peygamber, ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir.

İşte bu sebeplerden dolayı Kur’an, derin hakikatleri mecaz ifadeler ile bazen de misaller ve teşbihler ile anlatır.

Ancak bu ifadelerin hakikat ve gerçek olduğuna itikat etmemelidir ki, Allah’a cisim ve cihet isnadı gibi muhal şeylere sürüklenmesin. Ancak bu gibi ifadelere, hakikate geçmek için bir vesile nazarıyla bakılmalıdır.

Mesela, Cenab-ı Hakk’ın kâinatta olan tasarrufunun keyfiyeti, ancak bir sultanın, saltanatının tahtında yaptığı tasarrufla tasvir edilebilir.

Buna binaendir ki, “Rahman, arşa oturdu” buyrulmuş, Allah’ın kâinatta ki tasarrufu bir teşbih ile anlatılmıştır. İşte hissiyatı bu merkezde olan kimselere yapılan irşadlarda, avamın anlayışına riayet, hislerine hürmet etmek ve fikirlerine ve akıllarına göre yürümek lazımdır.

Nasıl ki, bir çocuk ile konuşan çocuklaşır ve çocuklar gibi çat-pat ederek konuşur ki, çocuk onu anlayabilsin. Aynen bunun gibi, Kur’an-ı Kerimin ince hakikatleri, insanların anlayışlarına göre anlatılmıştır. Bu anlatım, insanların zihinlerini hakikatten kaçırtmamak için ilâhi bir okşamadır.

Bunun için müteşâbihat denilen Kur’an-ı Kerim’in üslupları, hakikatlere geçmek için ve en derin incelikleri görmek için insanların gözüne bir dürbün veya numaralı bir gözlüktür.

Hem bu sırra binaendir ki, söz söyleme sanatının dâhileri, ince hakikatleri tasavvur ve dağınık manaları tasvir ve ifade için teşbih ve mecaza müracaat ediyorlar.

Seyrangah.TV

Kur’an, Neden Aciz Bir İnsanı Böyle Şiddetli Tehdit Eder? (Video)

Kur’an’ın, aciz insana karşı şiddetli şikayetleri, korkutmaları ve büyük tehdidinin hikmeti nedir?

İnsan acizdir gözle görülemeyen bir mikroba yenik düşecek kadar ve insan fakirdir elindeki sermayesi ise yalnız cüz’i bir ihtiyar ve zayıf bir irade. Hâlbuki ihtiyaçları ve arzuları sonsuza kadar uzanır. Böyle aciz, zayıf ve fakir olan insana karşı Kur’an’ın şiddetli şikâyetleri, büyük tehditleri ve müthiş korkutmalarının hikmetini anlamak için şu gelecek iki temsile bak:

Birinci temsil:

Mesela, şahane bir bağ var ki, nihayetsiz meyveler ve çiçekler içinde bulunuyor. O bağa bakmak için pek çok hizmetkârlar tayin edilmiş. Her birinin farklı vazifeleri var. Bir hizmetkârın vazifesi ise; yalnız o bağa yayılacak ve içilecek suyun kanalındaki deliğin kapağını açmaktır. Kapağı açmalı ki, oradan akan su ile bitkiler, ağaçlar ve bahçenin diğer sakinleri sulansın. Yoksa hepsi susuzluktan ölecek.

Şimdi bu hizmetkâr tembellik etse ve deliğin kapağını açmasa, o bağ da kurusa, acaba böyle bir durumda, o bahçenin diğer bütün hizmetkârlarının bu sersemden şikâyete hakları yok mudur? Elbette vardır. Zira suyu açmamakla bağı kuruttu, diğer hizmetkârların hizmetlerini ve bütün çalışmalarını neticesiz bıraktı. Ve zarar verdi.

İkinci temsil:

Mesela, padişaha ait büyük bir gemide, yüzlerce kişi çalışır. Her birinin farklı vazifeleri vardır. Bir adamın vazifesi ise sadece dümeni kırmaktır. Şimdi o dümenci adam, görünüşü küçük ancak neticesi çok büyük olan şu vazifeyi terk etse ve gemi bir kayaya çarparak devrilse ya da karaya otursa, gemideki diğer bütün vazifedarların hizmetlerinin neticelerine zarar verdiğinden hatta mahvettiğinden, bütün o vazifedarlar namına, gemi sahibi ondan şikayet etse, kusur sahibi dümenci diyebilir mi ki; “Ben âdi, basit bir adamım, ehemmiyetsiz ihmalimden dolayı şu şiddetli azara müstahak değilim.” Elbette diyemez. Zira o adam vazifesini yapmamakla geminin diğer çalışanlarının haklarını zayi etti. Tek bir ihmali ile hadsiz zararları netice verdi.

İşte dünya, temsildeki şahane bağ ve büyük bir gemi hükmündedir. Küfür ve dalalet, azgınlık ve isyan ise; başkasının hukukunu çiğneyen büyük bir cinayettir.

Zira bunların esası ve mayası inkârdır ve reddir. Terktir ve kabul etmemektir. Bu sebepten diğer mevcutların amellerinin neticelerine zarar verdiği gibi, ilahi isimlerin, güzel tecellilerine de perde çeker. Mahlûkatın kıymetlerini binden bire düşürür. Onların vazifelerini inkâr eder, tespihlerini manasızlıkla itham eder.

Mesela güneş, Allah’ın isimlerine bir aynadır.

Varlığı ile Allah’ın Hâlık, Mûcid isimlerine,

Işığıyla Allah’ın Nur ismine,

Büyüklüğü ile Allah’ın Azim, Kebir, Mütekebbir, Âli, Aziz gibi isimlerine,

Işığı ve ısısıyla Allah’ın Rahim, Kerim, Rahman isimlerine ve bunlar gibi her haliyle, Allah’ın diğer isim ve sıfatlarına ayna olmak vazifesiyle memurdur.

Hâlbuki inkâr ve gaflet ile Allah’ı tanımayanlar, güneşin, Allah’ın isimlerine yaptığı bu ayinedarlık vazifesini inkâr ile red ederler.

Elbette güneş, kendisini vazifesizlikle ve manasızlıkla itham edip, başıboş ve serseri zanneden kâfire karşı davacı olacaktır. Sultanı olan Allaha, onu şikâyet edecektir.

Hem “Eser kıymetini, sanatkârından alır” kaidesiyle, güneş, Allah’ın sanatı olmak cihetiyle kıymet kazanıp, antika bir eser hükmünde iken, inkâr gözüyle adi ve kıymetsiz bir ateş topu derecesine düşer. Elbette derecesini binden bire düşüren kâfire karşı davası yine hak ve adalettir.

Hem güneş, Allah’ı bin bir ismi ile tesbih ederken, inkâr, onun tesbihini reddetmek ile onu vazifesizlikle itham eder.

Elbette güneş ve diğer bütün varlıklar kendilerine yapılan bu tecavüzden dolayı, kâfiri, sultanları olan Allaha şikâyet edeceklerdir.

Ve elbette Allah, mahlûkatın hukukunu korumak ve muhafaza etmek için kâfiri şiddetle korkutup, tekrar ve tekrar tehdit edecektir ve etmesi hikmetin ve adaletin tâ kendisidir.

Ve o asi beşer, şiddetli tehditlere elbette müstahaktır ve dehşetli korkutmalara layıktır.

Seyrangah.TV