Kategori arşivi: Biyografi

Bediüzzaman’ın kardeşi, alim Abdülmecid Nursi

Şu günlerde vefat yıldönümü olan Abdülmecid Efendi’yi biraz tanımaya çalışalım. Abdülmecid Efendi, 1884’de Bitlis’in Nurs Köyünde doğar. Taği ve Arvas medreselerinde okuduktan sonra 1918’den 1920’ye kadar Şam’da kalır ve Van Medresesinden icazet alır.

Bu arada kendisi farklı kitaplar neşreder. Örneğin “Dü Mezhebi“, “İman Dili“, “Mantık“ ve “Fuadiye“ kitaplarını yazar. “Haleb-i Sağir“ ve “Kaside-i Bürde“ kitaplarının şerhini de yapar.

9 Haziran 1944 günü vefat eden oğlu Fuad’ın adına kaleme aldığı ve “Fuadiye“ ismini verdiği eserinin başında şöyle bir cümle gecer: “Şu risale, Nurlar’dan doğma olduğu gibi, onlara da lâhika olması lâzımdır. Zaten büyük Üstad’ın bu hususta bir va’dleri de sebkat etmiştir. Mesnevî’nin üçüncü cüz’üyle Üstad’a gönderdim. Münasib görüldüğü takdirde, Mesnevî’ye bir lâhika suretiyle kabul ve beraberce teksirini lütuf buyurulmasını, Nurlar’a pek müştak olan “Fuad” namına istirham eylerim.”

Aynı eserde Abdülmecid, oğlu Fuad’ın ölümünden duyduğu acıyı dile getirir: “Ey mezarcı! Göm beni de şu Fuad’ın kabrine. Firkatın dayanmaz vallahi asla kahrine. Katılsın zerratımız, âlem-i berzahta keza, Sarılsın birbiriyle ruhlar, ilayevmi’l-ceza. Ey mezarcı! Cebeci’de bana da kaz bir mezar, Olalım ünlü Fuad’ın komşusu leyl-ü nehar.“

Öğretmenlik günleri

Birinci Dünya Savaşında Abdülmecid, Bediüzzaman ile beraber Bitlis civarinda harp eder ve bu nedenle Gazi ünvanını da almış olur.

Abdülmecid, Diyanet müftüsü olarak da görev yapar ve 1955’de emekliye ayrılır. Emekliliğiyle beraber Konya’ya yerleşir ve kızının tahsilini destekler.

Konya’da da Abdülmecid Efendi boş durmaz. 1955-1956 yıllarında Konya İmam Hatip Okulunda meslek dersleri öğretmeni olarak görev yapar. İlerlemiş yaşlarda olmasına rağmen hergün okula yaya olarak gidip gelir. Kendisi için bir araba tutmayı teklif etmelerine rağmen kabul etmez. Öğrencilerinin yorulmaması için oturarak ders vermesini rica ettiklerinde “Bu, helaket ve felaket asrında iman, Kur’ân dersi almaya gelen, malumat-ı diniyeyi öğrenmeye koşan sizin gibi gençlerin karşısında oturarak ders vermekten hicap duyuyorum ve bu hareketimle huzur duymaktayım. Ben vücudumun değil, ruhumun rahat etmesini temine çalışıyorum” diye cevap verir.

O dönem talebelerinden biri olan Süleyman Uğur, Abdülmecid Efendinin öğretmenliğini şu şekilde anlatır: “Derste soru sorulmasını ve itiraz edilmesini pek severdi. Sual sorun, itiraz edin, cevap vereyim ki, takrir, takrib tamam olsun.”

Risale-i Nur tercümeleri

Bediüzzaman Said Nursi’nin “İşaratül İcaz“ ve “Mesnevî-i Nuriye“ eserlerinin Arapçadan Türkçeye farklı tercümeleri mevcut. Fakat hiçbiri bizzat Bediüzzaman’ın kardeşi olan ve kendisinden 15 sene ders almış olan Abdülmecid Ünlükul’un daha üstad bizzat hayattayken yaptığı tercümelere benzemez.

Abdülmecid Efendinin tercümelerini okuduğunuz zaman, adeta Bediüzzaman’ı okuyor gibisiniz, üslup, kelime hafızası birbirine çok benziyor. Bazı bölümleri kendi anlayışına göre özetlemiş olmasına rağmen, özet olduğu dahi anlaşılmıyor. Aynısı Bediüzzaman’ın az bilinen “Kızıl İcaz“ eseri için de geçerli. Abdülmecid Efendi, bu zor eseri 1965’de şerh eder.

Tercümeleri o kadar iyiki, bundan dolayı Bediüzzaman’ın talebesi Zübeyir Gündüzalp, şartlar uygun olsaydı bütün külliyatı Türkçe’den Arapça’ya, Arapça’dan Türkçe’ye Abdülmecid Efendiye tercüme ettirmek istemişti.

“Mesnevî-i Nuriye“nin tercümesiyle ilgili Abdülmecid Efendi şu ifadeleri kullanır:

“Risâle-i Nur Külliyatı’ndan el-Mesneviyyü’l-Arabî (Mesnevî-i Nuriye) ile muanven büyük Üstad’ın cihanbaha pek kıymettar şu eserini de Allah’ın avn ve inayetiyle Arabîden Türkçe’ye çevirmeye muvaffak olmakla kendimi bahtiyar addediyorum. Yalnız, aslındaki ulviyet, kuvvet vecezaleti tercümede muhafaza edemedim. Evet, o cevher-baha hakikatlere zarf olacak ne bir harf ve ne bir lâfız bulamadım.Tercüme lisanı da fikrim gibi nâkıs ve kasır olduğundan, o azîm imanî ve cesîm Kur’ânî hakikatlere ancak böyledar ve kısa bir kisveyi tedarik edebildim. Ne hakkın ve ne hakikatin hatırı kalmış. Fabrika-i dimağiyemin bozukluğundan,bu kadarını da, müellif-i muhterem Bediüzzaman’ın mânevî yardımlarıyla dokuyabildim. Evet, bir tavuk, kendi uçuşuyla şahinin veya kartalın uçuşlarını taklit ve tercüme edemez. Bu, hakikaten aslına uygun ve lâyık bir tercüme değildir-Pek kısa bir meal, bazan da tayyedilmiş, tercüme edememiş. Çok yerlerde yalnızmealini aldım. Bazı yerlerde de tayyettim. Ancak, aslındaki hakaiki evlâd-ı vatana gösteren küçük bir aynadır.”

Bediüzzaman’ın Talebelerinden Hulusi Yahyagil, tercümelerle ilgili şunları söyler:

“Hazret-i Üstad Abdülmecid Efendi için daima ‘mühim bir âlim’ diye bahsederlerdi. Hem Mesnevî hem de İşârâtü’l-İ’câz eserini tercüme etmiştir. Hazret-i Bediüzzaman, Arabî Mesnevî-i Nuriye’yi çok eski tarihlerde Ankara’da tab etmiştir. O zamanların âlimleri, ondan istifade edememişler. Onun üzerine kardeşi Abdülmecid’e tercüme ettirmiştir. Buna rağmen Arabî eserinin bazı bahislerinin içinden çıkamayınca ‘Burasını müellifi müşarün ileyhe bırakıyorum’ diye yazardı. Gösteriyor ki bu iki eser, bu iki kardeşin ve üstadlarımızın tefsiri ve tercümeleridir.”

Tercümeleri Bediüzzaman istemiş

Bu muhteşem tercümeleri de bizzat Bediüzzaman kendisinden istemişti. Bediüzzaman, Abdülmecid’e “Abdülmecid Mesnevi ve İşaratu’l İ’caz’ı Türkçeye tercüme et” der. Abdülmecid ise “Seyda, senin eserini ancak sen tercüme edebilirsin. Senin üslüb-u Ali ile neşrettiğin eserleri ben değil yüz ulema bir araya gelse yine tercüme edemezler” şeklinde cevap verir. Bediüzzaman tekrar “Kırk yıldır seni görmedim, hem bu hizmet-i imaniyedeki tekasülüne keffaret olarak Mesnevi ve İşaratu’l İ’caz’ı tercüme etmelisin” der. Abdülmecid kendisine yine “Aman Seyda, ben nasıl cüret edeyim? Ancak siz yapabilirsiniz” diye yanıt verir. Bediüzzaman üçüncü defa “Kardeşim Abdülmecid, sana emrediyorum Mesnevi ve İşaratu’l İ’caz’ı Türkçeye tercüme edeceksin” deyince, artık kabul eder ve “Emir buyurursunuz Seyda, sizin manevi muavenetiniz ve ruhaniyetinizin imdadıyla inşaaallah ancak muvaffak olabilirim” der.

Risale-i Nur’da Abdülmecid ile ilgili mektuplar

“Emirdağ Lahikası“nda Bediüzzaman, Abdülmecid’den bahseder “[…] öz kardeşim Abdülmecid, beni çok merak ediyor; görüşemediğim buranın müftüsünden, halimi anlamaya çalışıyor. Bundan sonra Feyzi ve Emin’in üçüncüsü Abdülmecid olsun. Safranbolu kahramanlarından aldıkları lüzumlu mektupları ona da göndersinler. Hem, benim tarafımdan ona yazsınlar ki: Eski Said’in birinci talebesi bulunduğun gibi, yeni Said’in dahi Hulusi ile beraber yine birinci safta talebelerisiniz.”

Yine “Emirdağ Lahikası“nda Bediüzzaman, kardeşi Abdülmecid için “Eski Said’in birinci talebesi bulunduğun gibi, yeni Said’in dahi Hulusi ile beraber yine birinci safta talebelerisiniz” der.

“Mektubat“ta geçen bir bölümde “Kardeşim Abdülmecid, biraderzadem Abdurrahman’ın (rahmetullahi aleyh) vefatı üzerine ve daha sair elîm ahvâlât içinde bir perişaniyet hissetmişti. Hem, elimden gelmeyen mânevî himmet ve medet bekliyordu. Ben onunla muhabere etmiyordum. Birden bire, mühim birkaç Söz’ü ona gönderdim. O da mütalâa ettikten sonra yazıyor ki: ‘Elhamdülillâh, kurtuldum. Çıldıracaktım. Bu Sözler’in her biri birer mürşid hükmüne geçti. Çendan bir mürşidden ayrıldım, fakat çok mürşidleri birden buldum, kurtuldum’ diye yazıyordu. Ben baktım ki, hakikaten Abdülmecid güzel bir mesleğe girip, o eski vaziyetlerinden kurtulmuş.” diye bahsedilir.

“Barla Lahikası“nda da Abdülmecid’in Bediüzzaman’a yazdığı bir mektup yer alır: “Ellerinizi öper, duânızı isterim. Dünyadan dargın nefsinde aciz olan Abdülmecid’e güzel bir üstad ulvî bir mürşid olacak yeni eserleriniz geldi. Lâfzî bir üstadı kaybettimse de manevî müteaddit mürşidleri buldum diye kendimi teşhir ettim. Hakikaten irşad edecek nurlu eserlerdir. Allah çok razı olsun.”

Bediüzzaman ve Abdülmecid son defa helalleşiyorlar

Bediüzzaman Konya’dayken Abdülmecid ile görüşmeleri çok nadir gerçekleşir. Bediüzzaman birgün Konya’dan ayrılırken arabadan, “Abdülmecid ben Urfa’ya gidiyorum. Belki bir daha görüşemeyeceğiz. Bana hakkınızı helâl ediniz” buyurdular. Abdülmecid Efendi, “Seyda bizim sana ne hizmetimiz oldu ki hakkımız olsun. Asıl sen bize hakkını helâl et. Bizi sen okutup yetiştirdin” dedi. Bunun üzerine Üstad, “Senin de Rabia’nın da bende çok haklarınız vardır. İkiniz de bana hakkınızı helâl ediniz” buyurunca karşılıklı helâlleştiler.”

Abdülmecid uğruna elini öptürüyor

Bediüzzaman kimseye elini öptürmezdi. Celal Başer bir gün elini öpmeyi başarır. Hikayeyi kendi ağzından dinleyelim:

“Yanına yaklaşarak, yorganın üzerinde bir deri bir kemik halinde duran mübarek elini öptüm. Üstad bu durumdan çok müteessir oldu. ‘Elimi öpmemeli idin!’ dedi. Kendilerine, ‘Üstadım, ben sizin elinizi öpmeyeceğim de, kimin elini öpeceğim?’ dedim. Üstad: ‘Hayır!… Bizler talebeyiz ve kardeşiz. Ben bunun altından nasıl kalkacağım, sana kitap versem kitaplar sende vardır.’ Ben Üstadın bu üzüntüsü karşısında şaşırmıştım: ‘Üstadım, ben talebe kardeşlerimi dolaşarak geldim. Cümlesi de kendi yerlerine elinizi öpmemi istediler. Ben bu vazifeyi yerine getirdim.’ Üstad yine üzüntülü ve ancak duyabilecek bir sesle, ‘Hayır… Onlar da benim kardeşlerimdir’ dedi. Ben bu sefer: ‘Üstadım ben Konya’ya da uğradım. Kardeşiniz Abdülmecid Efendiyi de ziyaret ettim. Abdülmecid Efendi hassaten ellerinizi öpmemi istediler.’ Üstad Hazretleri, bu sözlerim üzerine derin bir nefes aldı. ‘Ha… İşte oldu. Abdülmecid benim küçüğümdür. Beni bir yükten kurtardın’ diyerek doğrulmak istedi. Kardeşler sırtına bir yastık dayadılar, beni bağrına bastı.“

Edebiyata hakimdi

Hayreddin Karaman birgün Abdülmecid’e soyadı “Ünlükul“u nereden aldığını sorar. Abdülmecid, isminin Arapçasından çıkardığını söyler, çünkü arapçada “Abdülmecid“, “Ünlünün Kulu“ manasına geliyor.

Edebiyat ve şiire çok hakim olan Abdülmecid, 23 Mart 1960’ta Bediüzzaman vefat edince bir şiir yazar: “Ey mezarcı, o makamda bize de kaz bir mezar, Olalım nazik Said’in komşusu leyl-ü nehar.”

Zorla imza attırarak, Bediüzzaman’ı mezardan çıkarıyorlar

Bediüzzaman’ın vefatından sonra 27 Mayıs 1960’da askeri darbe gerçekleşir. Ardından 12 Temmuz 1960’da askeriyenin talebiyle, Abdülmecid’e zorla imza attırılır, Bediüzzaman Urfa’daki mezarından çıkarılır, Abdülmecid’in gözleri bağlı bir şekilde uçakla başka bir yere götürülür ve çok az kişinin bildiği başka bir mezara gömülür.

Abdülmecid’i yanıltamadılar

1963’de küçük bir grup Abdülmecid’i de ikna etmeye çalışarak, Risale-i Nur’un herkes tarafından neşrini durdurarak, basımını sadece kendileri tarafından yapmak isterler. Bu nedenle dava açarlar.

Bunun üzerine Bekir Berk Konya’ya gelir ve Abdülmecid ile görüşür. Ardından Abdülmecid kendi gayretleriyle mahkemeye iptal ve avukata red dilekçesi verir. Dava da düşer.

Bu olaydan sonra. 1966’da Zübeyir Gündüzalp, Abdülmecid hakkında çok detaylı bir kitap yazan Halil Uslu’ya “Allah Abdülmecid Nursî Ağabey’den razı olsun, neşriyata ve fütûhata mâni olmadı. Konyalılar Abdülmecid Efendiyi anlamadılar. Vaktim yok, hastayım, yoksa Konya’ya gelip Abdülmecid Efendiden Risale-i Nurların Arapçadan Türkçeye, Türkçeden de Arapça tercümesi için her şekilde emrinde olacağım. Çünkü Üstadın üslubunu bilen çok büyük bir âlim ve hem de talebesidir.” der.

Veda zamanı

Sene 1967’ye gelindiğinde Abdülmecid Efendi herkesle vedalaşmaya başlar. Çünkü Bediüzzaman son görüşmelerinin birinde, “Abdülmecid hakkını helal et, bizi birbirimize hasret bıraktılar, senden helallik almak için geldim. Sen üzülme, az kaldı, yedi sene sonra beraber olacağız, sen geleceksin“ diye ilham ile bildirir. Abdülmecid Efendi bunun gerçekleşeceğine inanmış olmalı ki, yavaş yavaş herkesten helallik diler ve vedalaşır. Ve gerçekten de 1967’de vefat eder.

Abdülmecid Efendi 11 Haziran 1967’de vefat ettiğinde, Konya eski müftüsü Tahir Büyükkörükçü onun için “Muhterem cemaat, bir âlim ölmedi, bir âlem öldü” der. Konya eski müftüsü Mehmet Ulucan “Konya Müftülüğünde iken Arap edebiyatının en müşkül bahislerini Abdülmecid Efendiden kolaylıkla öğrendim. O bir hârikaydı” ifadesine kullanır.

Bugün Konya Üçler Kabristanı’nda mezarı bulunan Abdümecid Efendiyi rahmetle anıyoruz…

Cemil ŞAHİNÖZ

Kaynakça:
Korkmaz, Kübra Örnek: Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Nursî, 11.06.2019
Nursi, Said: Barla Lahikası, Sözler Yay
ınları, 2009

Nursi, Said: Emirdağ Lahikası, Sözler Yayınları, 2009
Nursi, Said: Mektubat, Sözler Yayınları, 2009
Nursi, Said: Mesnevî-i Nuriye, Sözler Yayınları, 2009
Şahiner, Necmettin: Son Şahitler, Nesil Yayınları, 2018
Uslu, Halil: Abdülmecid (Nursî) Ünlükul ve Risâle-i Nur, 11.06.2010
Uslu, Halil: Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Nursî (Ünlükul), 10.06.2013
Uslu, Halil: 47 yıl öncesinde Abdülmecid Ünlükul (Nursî), 13.06.2014
Uz, Mehmet Ali: Konya’nın velileri, alimleri ve hocaları. Meram Belediyesi, 1993

Kaynak: Bediüzzaman’ın kardeşi, alim Abdülmecid Nursi – Cemil ŞAHİNÖZ

Bediüzzaman’ın son günleri

Said Nursî 20 Ocak 1960 günü gece geç vakit, Emirdağ‘dan Isparta‘ya geldi. Bey Mahallesindeki ikametgâhına yerleşti. Bir müddet kaldıktan sonra buradan Afyon‘a geçen Said Nursî, burada da bir gece kaldıktan sonra tekrar Emirdağ’a hareket etti.

Takvim yaprakları 18 Mart 1960 Cumayı göstermekte…
Bedîüzzaman Said Nursî, Emirdağ’da şiddetli hastadır. Dr. Tahir Barçin gelerek serum verir, iğne yapar. Doktorun ifadesine göre, ağır zatürredir. Serum ve iğneden sonra biraz dalar. Az sonra gülerek uyanan Bediüzzaman’ın, O esnada başında bulunan Zübeyir Gündüzalp, Hamza Emek ve Doktor Tahir Barçın’a:

“Kardeşlerim! Risale-i Nur bu vatana hâkimdir. Mason ve komünistlerin belini kırmıştır. Biraz sıkıntı çekeceksiniz. Fakat sonunda çok iyi olacak” der.

Bu sözleri üç defa tekrarlayan Bediüzzaman yine daldı. Sabahleyin doğruldu. Sanki hiç hastalığı yokmuş gibi giyindi, abdest aldı ve sabah namazını kıldı. Namazdan sonra diğer talebelerini de çagırttı. Hepsi ile ayrı ayrı kucaklaştı, vedalaştı. Onlara hitaben: “Allah’a ısmarladık! Ben gidiyorum” dedi. Gözleri yaşlı idi.
Her zaman “Merak etmeyiniz kardeşlerim, ben yakında geleceğim” diyen Bediüzzaman bu sefer öyle bir şey demiyordu. Vedalaşıyor, sanki bir daha dönmeyeceğini hissettirmek istiyordu.

Emirdağlı dost ve talebeleriyle vedalaştı ve Isparta’ya hareket etti.

Bediüzzaman Said Nursî’nin Isparta’da Ramazamın onbeşine kadar sıhhati normaldi. Yatsı namazlarını kendisi, teravihi ise talebesi Tahiri Mutlu kıldırıyordu.
Talebelerini çağırarak onlara, “Evlâtlarım çok perişanım, çok rahatsızım. Fakat hiç merak etmeyin. Risale-i Nur on misli fazlasıyla benim vazifemi yapıyor. Bana hiç ihtiyaç bırakmıyor.” diye gideceğini, artık vefat edeceğini bildirdi.

Talebeleri sırayla başında nöbet bekliyorlardı. Nöbet sırası Zübeyir Gündüzalp’la Bayram Yüksel’e gelmişti. Saat gecenin 02.30’unu gösteriyordu. Zübeyir Gündüzalp başı ucunda göz kırpmadan bekliyordu. Said Nursî, bir ara gözlerini açmış ve dudaklarından, zor anlaşılabilen bir kelime dökülmüştü: “Gideceğiz…

Bayram Yüksel, “Nereye gideceğiz Üstadım?” deyince, “Urfa’ya gideceğiz. Hazırlanın” cevabını almıştı.

Bunun üzerine Zübeyir Gündüzalp: “Üstad çok hararetlidir. Ateşinden böyle söylüyor” der.

Sahur vakti, nöbeti Tahiri Mutlu ile Hüsnü Bayram devralır.
Bayram Yüksel, Hüsnü Bayram’a, “Kardeşim, Üstad gideceğiz diyor” der. Hüsnü Bayram, “Araba arızalı. Biraz tamire ihtiyacı var” cevabını verir.

Durumu Bediüzzaman’a arz ederler. Bediüzzaman ise, “Başka bir arabaya bakılsın. İki yüz lira verebiliriz. Hatta cübbemi de satabiliriz.” der.

Sabahleyin talebeler arabayı hazırlamaya koyulurlar.

Bu esnada Bediüzzaman, başında bekleyen Tahiri Mutlu’yu da “Haydi sen de git, onlara yardım et. Araba çabuk hazirlansın, tahammülüm yok” diyerek yardıma gönderir.

Nihayet araba sabah saat 9’da hazırlandı. Bediüzzaman, sadık hizmetkârlarının kolları arasında arabaya yerleştirildi. Bu arada ev sahibesi Fitnat Güngür Hanım‘a da veda etmişti. Kendisini bizzat dinlediğimiz Fıtnat Hanım: “Halinden belli idi. Ebedî mekânını arıyordu” diyerek müşahedesini ifade etmiştir.

Hizmetkârı Zübeyir Gündüzalp arabaya binerken sorar:
“Üstadım! Urfa’ya gidiyoruz?”
“Evet…” Diye ancak başıyla cevap verir. Konuşamayacak kadar hastadır.

Yanında üç talebesi vardı. Şoför Hüsnü Bayram, Bayram Yüksel ve Zübeyir Gündüzalp… O gün, yani 20 Mart 1960 pazar günü saat 9’da lsparta’dan ayrılmalarıyla birlikte yağmur da başlamıştı…

Tahiri Mutlu nöbetçi olarak evde kalmıştı.
Her sabah kapıdan arabaya bakan vazifeli memur, bu sefer arabayı göremeyince Tahiri Mutlu’ya sordu:
“Nereye gitti?”
“Bilmiyorum. Belki Eğirdir taraflarına gitmiştir.”
Tatmin olmayan memurlar:
“Gel seni emniyet müdürüne götüreceğiz.” Derler.
Emniyette sorgu, sual…

Bu esnada Bediüzzaman’ın arabası şiddetli yağmur altında süratle Urfa’ya doğru yol almakta. Isparta’da ise telsiz, telefon işliyor. Eğridir’den, Barla’dan, Emirdağ’dan gitmesi mümkün olan yerlerden soruluyor. Fakat netice alamıyorlardu. Emniyet telaş içinde kalmıştı.

Arabanın tanınıp da geri döndürülmemeleri için, talebeleri plâkayı çamurla kapatıp okunamayacak hale gelirdiler. Böylece Eğirdir‘den kimse görmeden geçtiler.
Şarkikaraağaç‘da biraz dinlendiler. Bir taşın üzerinde Öğle namazını eda ettiler. Talebeleri Üstadın iyileşmesinden dolayı çok sevinçliydiler. “Allah’a şükür Üstadımız iyi oldu” diyorlardı.

Üstad Konya’ya kadar evrad ve dualarını okudu. 
Karapınar‘a geldikleri zaman Bediüzzaman göz Yaşları içinde talebelerine şunları söyledi: “Evlâtlarım! Risale-i Nur dinsizlerin, komünistlerin, masonların belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galiptir. Siz hiç merak etmeyiniz. Bunlar [siyasîler] beni anlayamadılar. Bunlar benim şahsımı siyasete bulaştırmak istediler.

Gerek Merambağlar‘da gerekse Ulukışla‘da talebelerinin hazırladıkları iftar yemeğini yiyemedi. Ceyhan‘da ise bir saat mola verdiler. Yol kenarında teravih namazını kıldılar.

Üstad ilk defa arabadan çıkamadığı için yatsı namazını arabada kıldı.

Sabah namazını, Adana-Gaziantep arasındaki Amanosların “Nur Dağı” tepesinde kıldılar. Bediüzzaman, yine namazını arabanın içinde eda etti….

HAŞMET HOCA (TONUSLU) KİMDİR ?

Yozgatlı Haşmet Hoca 1894 yılında dünyaya geldi. 12 Mart 1966’da Hakkın rahmetine kavuştu.

Medresede tahsil yapmıştı. Arapça, Farsça ve Fransızcayı bilirdi. Çok küçük yaştan beri kendisini ilme ve ibadete vermişti. Devamlı çalışırdı. İmamlık, vâizlik ve müftülük vazifelerinde bulunmuştu.

Bir cuma günü cemaatle vedalaşıp artık vaaz edemeyeceğini, vefat edeceğini bildirmişti. Bir hafta sonraki vaaz vaktinde vefat etti.

1952 yılında İstanbul Fatih’teki Reşadiye Otelinde Bediüzzaman’ı ziyaret edip görüşmüşlerdi. Emirdağ ve Kastamonu mektuplarında ismi ve bahsi geçer.

Yıllar Sonra Çıkan Rüya

Bir gün rüyasında billûr bir köşk görmüş, gökten, semâlardan yere doğru sarkmış vaziyette. Billûr köşkün içinde de Halife-i Rûy-i zeminin olduğunu söylemişler. Haşmet Hoca heyecan, merak ve muhabbet içinde köşke doğru gitmeye başlamış. Her adımda “Esselâmü aleyküm” diyerek selâm veriyormuş. Tam yedi adım sonra billûr köşkteki yeryüzü halifesine, asrın sahibine kavuşmuş ve ellerine kapanmış.

Haşmet Hocanın bu rüyasından bir müddet sonra, 1952 baharında Gençlik Rehberi Mahkemesi açılmış. Bediüzzaman bir müddet Sirkeci’deki Akşehir Palas Otelinde, daha sonra ise Fatih’teki Reşadiye Otelinde kalmış. Haşmet Hoca Reşadiye Otelinde Bediüzzaman’ın huzuruna çıkmış. Rüyasında gördüğü aynı vaziyet yıllar sonra orada tecellî etmiş. Her adımda bir defa “Esselâmü aleyküm” diye diye yürümüş ve nihayet yedinci adım ve selâmda asrın sultanının eline, eteğine kapanmış.

Fatih Reşadiye Otelinde Haşmet Hocanın Bediüzzaman’ı ziyareti böyle olmuştur.

Yozgat’ta Nohut Dağı eteğindeki Camızlık Camiinde imamlık ve vaizlik yapmıştı. Soy ismi olan Tonus, Yozgat’ta bir çarşının ismi olduğu gibi, Sivas’ın Şarkışla kazasının Altınyayla nahiyesinin eski adı da Tonus’dur. Bu mevkiler yüzyıllarca önce Tonus’tan buraya hicret dolayısıyla bu isimle anılmaktadır.

Kaynak: (bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-IV)

www.NurNet.org

ABDÜLAZİZ ÇAVİŞ KİMDİR ?

ABDÜLAZİZ ÇAVİŞ

El-Ehram’da Bediüzzaman Hakkında Yazı Yazdı

İskenderiye’de doğan Abdülaziz ÇAVİŞ’in babası Faslıydı. Camiü’l-Ezher’de okudu. Mısır hükûmeti onu İngiltere’ye tahsile gönderdi. Oxford Üniversitesi Arapça hocalığı yaptı.

Mısır’a dönünce İngilizlere karşı olan Mustafa Kâmil’in partisine girdi. l9l0’da El-Hidâye dergisini çıkarmaya başladı.

l9l2 yılında Türkiye’ye geldi. El-Hidâye’yi ve Hilâl-i Osmanî dergilerini çıkarttı. Camilerde dersler okuttu.

Trablusgarb harbi başlayınca elinden gelen yardımı yaptı. l9l3’te Mısır hükûmeti mahkeme için onu geri çağırdı. Çünkü İngilizlerin aleyhinde Mısır’da beyannameler dağıtmıştı. Türkiye onu Mısır’a gönderdi. Mahkeme de beraat edince, yine Türkiye’ye geldi.

l9l5’de İngilizleri Mısır’dan çıkarmak için yapılan Kanal Seferinin hazırlanmasında gayret gösterdi.

Birinci Cihan Harbi sırasında Almanya, Türkiye ve Suriye’de bulundu. İngiliz, Fransız ve Rus ordularının bozgunu için her çareye baş vurdu. Tunuslu Salih Şerif ile bütün İslâm dünyasına beyannameler dağıttı. Âlem-i İslâmın esaretten kurtulması için büyük gayretler gösterdi.

Davet üzerine yine Türkiye’ye geldi. Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye Telif ve Tedkikat-ı Şer’iyye Encümeni âzası idi. Bu esnada Bediüzzaman Said Nursî’yi tanıdı. Cumhuriyet devrinde de Şer’iyye Vekâleti Tedkikat ve Telifat-ı İslâmiye Heyeti âzası ve reisi oldu.

l924’te Mısır’a döndü. Maarif vekâletinde vazife aldı. Genç Müslümanlar Cemiyetinde bulundu. l928’lerde, Mısır’ın El-Ahram gazetesinde çıkan bir yazısıyla alâkalı  olarak, ilk devre Erzurum milletvekili Salih Yeşil, Dahiliye Vekili Hilmi Uran’a hitaben l948’de yazdığı bir yazıda şunları ifade ediyordu:

“Şair-i meşhur Âkif Bey merhumun rivayetine nazaran, Mısır’ın en maruf ulemâsından olan ve garbın müteaddit lisan ve felsefesine âşina bulunan üstad-ı âzam Abdülaziz ÇAVİŞ’in yirmi küsur sene evvelisi El-Ehram ceridesindeki Said hakkında yazdığı ‘Fatînü’l-Asır’ başlıklı makalesini okuyan ve kendisiyle bizzat görüşen ilim adamları, bu zatın fıtraten ilmî kudretini ve ilâhî mesleğini takdir edebilirler.”

İngiliz Anglikan Kilisesinin İslâm hakkında sorduğu suallere cevaplar vermiş, bu cevapları “Anglikan Kilisesine Cevap” ismiyle neşredilmiştir. 

Kakynak: Necmeddin Şahiner-1

www.NurNet.Org

Atıf Ural Ağabey Kimdir?

 Üniversitedeki öğrencilerin imanını kurtarmak için, eğitimini on yıl uzatıp hizmet eden ve Masonların belini kıran kahraman bir savcı… ATIF URAL AĞABEY
      Memleket çapında tanınmamış olsalar bile, mukaddes dâvânın nice kahramanları vardır. Onlar hakikî kemâli, fenada görürler. Şöhret gibi zâil şeylerin peşinde değildirler.
       Onlar, İslâm’ın, Kuran’ın, Muhammedi(sav) cemiyetinin sadece âciz bir ferdi, bir hâdimi olmayı en ulvî makam bilirler. İhlâs, onlarda âdeta tecessüm etmiştir. Fedakârlık, feragat, kendilerinde hakikî ifadesini bulmuştur. İşte bu mücerret mânâ kahramanlarından birisi de Âtıf Ural ağabeydir.
        1952 yılında Ankara Hukuk Fakültesine kaydolmuştur. Kendisi Hukuk Fakültesinde okuyordu. Çok zeki ve çalışkan biriydi. Üçüncü sınıfında beş sene ara vermiş. Mezun olabilirdi fakat on senede kasıtlı olarak geç bitirdi.
        Çünkü mütemadiyen oradan talebe getiriyordu. Çok fedakârdı. Maksat mekteple alakası kesilmesin, bin yıllardır islamın bayraktarlığını yapmış bu milletin başına çöreklenen dinsizlik cerayanlarına karşı öğrencilerin imanını kurtarsın diye…
      Yıl 1952. Aslında yazıldığı fakülte hukuk değil, Risale-i Nur Medresesi idi. Hayatını oraya adamıştı; Önce Fakültenin karşısında Seyhan Hamamı üstünde küçük dar bir odacıkta kalmıştı.
Burada tahtakurularını öldürmeyip pencereden aşağı atıyordu. Hayvanata karşı merhamet timsali idi. Ve yıllarca sonra ‘1958’ buna benzer bir olay; Subayevleri semtindeki evinde bir karasineği öldürdü diye üç gün konuşmamıştı kız kardeşiyle…
       Merhum Atıf Ural Ağabey 1933 Kars doğumludur. Hz. Üstad’ın talimatıyla, Risale-i Nur eserlerinin, 1956 senesinden itibaren, matbaalarda yeni harflerle Ankara’da ilk defa basımını yapan ağabeyimizdir. 33 senelik kısa ömrüne çok büyük, çok şerefli tarihi hizmetleri sığdıran efsanevî bir kahramandır o…
     Atıf ağabey ile Mustafa Cahid ve diğer ağabeylerle birlikte Üstad’dan gelen risaleleri tab edin diye emir gelmişti. Ama ellerinde para yok. Bunun üzerine para arayışına girerler.
      O zaman ki üstadın emrini yerine getirmek için olayı şöyle nakleder: “Üstad’dan da “Risaleleri basın” diye böyle bir emir geldi. Bunun üzerine biz Mustafa Cahid ile beraber bir mektup hazırladık.”
      Mektup öyle uzun bir şey değil iki-üç satırlık bir şey. Mektubu Anadolu’daki kardeşlere göndereceğiz, ama postane ile göndermek lâzım pul için bile paramız yok, biz de Ankara’ya muhtelif vesilelerle gelen kardeşlerle mektubu gönderiyoruz.
Mektupta: “Biz Büyük Sözler Mecmuasını tab’ edeceğiz, fiyatı 25 liradır, orada kaç kişi abone olacaksa, parasını gönderin, bilahare kitapları göndereceğiz. Tâbi biz talebeyiz, elimizde para olmuyor.
       Zaten elimize üç kuruş geçse, bir kuruşunu hizmete ayırıyoruz, cüz’i de olsa katkı olsun diye, ama yetmiyor. Ama Üstadımızın da emri var.’’ Diye emri yerine getirmek için can hıraşana çalışıyorlardı.
1956 senesinden itibaren Üstad Hazretlerinin emriyle üç sene içinde Ankara’da; M. Said Özdemir, Mehmed Emin Birinci, Ahmed Kalgay Ural, Mustafa Cahid.. ağabeylerle beraber yeni hurufatla Risalelerin ilk basımını yapmıştır.
        Ankara’da kitapların matbaada tab işinde birinci derecede hizmeti olan Atıf Ural Ağabey idi. Said ağabey ve diğerleri sonradan müdahil oldu. Risale neşriyatında Said ağabeyle beraber çalışırdı. Ahmet Kalgay Ural, Mehmed Emin Birinci ile Mustafa Cahid de sonradan katıldı. Hep Daktiloyu Binbaşı Hayri ağabeyde yazardı. Tâhirî ağabey de gelir teksirde çalışırlardı…
       1956’da yeni harflerle Risale-i Nur’un Sözler’den başlayarak matbaada basılma işi, Üstad’ın isteğiyle Atıf abiyle başlamıştı. Sözler, imkânsızlıklar nedeniyle iki cilt olarak basılmıştı…
        1957’de Ankara Ağır Ceza’da ilk ve son kez mahkemeye çıktı, hiçbir ceza almadı. Ama çok kez karakola çağrılırdı. Baskınlarda genelde polisin ilk sorusu, “Atıf nerede?” şeklindeydi…
Nezarette bir gün; ‘Nedir bunlar? Nedir bu Gençlik Rehberi?’ diyormuş polisler bağırarak Atıf abiye.
     O da gayet sükûnetle: “Gençlik hiç rehbersiz olur mu?” diye cevap vermiş onlara. İmanı şaha kalkmış, fakat sakin, kadere teslim bir kuzu gibiydi o. Ama onun için, “Masonların belini Atıf kırdı” demişti Üstad …
Bir ara Türkçü H. Nihal Atsız’la karşılaşır. Nihal Atsız:
’’ Kürt Said”de ne buluyorsunuz?’’ diye sormuş
Atıf Ağabey de: “Kuran’ın en güzel tefsirini yapmıştır.” Diyerek sert cevap verir.
Bunun üzerine Nihal Atsız hatıralarında:’’ Bunu kendisine boşuna anlatmaya çalıştım. Bir kere çileden çıkmış, aklın ve mantığın dışına uğramıştı.’’ Diye kararlılığını kurana olan bağlılığını üstad’a olan inkiyadını sert bir şekilde Türkçülerin liderine göstermişti…
Nur Risalelerinin 1957’de Ankara’da yeni yazı ile resmen matbaalarda basılmasında emeği geçen Atıf Ural’ın ismi mezkûr neşriyatta, neşredenler kısmında “Hukuk Fakültesi son sınıf talebesi” olarak geçmektedir.
Hukuk Fakültesini 10 yıl sonra bitirince savcı olarak Sason, Nusaybin ve Bozkurt’ta görev yapmıştır…
Atıf abi Risale-i Nuru çok güzel okurdu. Sesi ve okuyuş tarzı çok etkili idi.
Nitekim bu etkiyi Osman Yüksel Serdengeçti şöyle ifade ediyordu: “Görünmeyi sevmezdi. Biri tekaddüm etse, öne çıkmak istese o geri çekilirdi… Eğer nurcuların hepsi Atıf gibi okusa, herkes nurcu olurdu!” demiştir.
Üstad onlara “El öpmekten ne çıkar?” ve ellerini kitap gibi tutarak, “Okuyun! Okuyun!” demişti…
Atıf Ağabey Tarihçe-i Hayat’ın Önsöz’ünü yazdırmak için Medine-i Münevvere’de ikamet eden ‘’Ali Ulvi Kurucu’’ ağabeye mektup yazar. Birkaç mektuplaşmadan sonra, Tarihçe-i Hayat’ın özeti sayılabilecek o harika üslup ve ateşin ifadelerle 24 saatte Tarihçe-i Hayat’ın Önsöz’ü tamamlar…
Bu tarihi mektuplaşmalar “M. Ertuğrul Düzdağ, Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar” kitabının 3. cildinde Ali Ulvi Kurucu’nun kendi ifadeleriyle şöyle anlatılmaktadır:
‘’1957 yılında Medine’de, Ankara Hukuk Fakültesi talebelerinden Atıf Ural imzalı bir mektup aldım. Mektuptaki ifadeden gönlüme bir ateş düştüğünü sandım. Haftalarca alevler içinde yandım. Otuz üç seneden beri, gönlümde bir buhurdan gibi tütmekte olan bu gönül yangını mektup, şöyle başlıyordu:
“Günümüzün Mehmed Akif’i aziz ve muhterem Ali Ulvi Ağabeyimiz!.. Ben sizin ruhunuza âşık oldum. Bu aşkımın başlangıcı şöyledir: İslâm’ın Nuru mecmuasındaki Türk gençliğine hitaben yazdığınız şiirlere kendimi muhatap olarak kabul etmiştim. Rabbim bana, Risâle-i Nur Külliyatından feyiz almak lütfunu ihsan etti. Bu yüzden ömrümü, heder olmaktan kurtaran Rabbime şükürden acizim. İnsanlığın imanını kurtarmayı gaye edinen bu mukaddes dâvânın naçiz bir neferi olmayı kendime ideal olarak seçtim. Ömrümü bu yüce dâvâya vakfettim.
Evet, burada bazı kardeşlerle birlikte; sebeb-i feyzimiz Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin şahsiyeti, dâvâsı ve eserleri hakkında bir ‘Tarihçe-i Hayat’ hazırladık. Basılmak üzeredir.
Yalnız, gönlüm, bu eserin önsözünü sizin yazmanızı arzu ediyor. Bu arzu, mukavemeti imkânsız bir hamle halinde, beni size rica etmeye zorluyor. Bu arzumu, kardeşlere açıklayınca bana, ‘Sen Ali Ulvi Bey’i tanıyor musun?’ dediler. Kendilerine ‘Elest bezminden,’ dedim. Kendimi tutamayarak ağladım. Onlar da benimle ağlamaya başladılar. İşte muhterem ağabeyimiz, bu satırlarla size gönül derdimi anlatmaya çalıştım. Bendenizin ve bilumum kardeşlerimizin bu samimi ricamızı kabul buyurmanızı istirham eder, huzur-u Habib-i Kibriyâda dualarınızdan bizi dûr etmemenizi rica ederim.” Diye bitirmişti.
Akabinde de Tarihçe ı hayatın giriş kısmını Ali Ulvi Kurucu ağabey yazmış oldu…
Âtıf Ural ağabey, Babası Ali Baha Ural uzun seneler hâkimlik yapmış, Rizeli bir zatmış. Annesi ise Erzincanlı. 1966 senesinde Bozkurt’ta vazifeli iken, siyatik tedavisi için Ankara Tıp Fakültesinde fizik tedavisi görürken, âniden rahatsızlandı ve aynı hastahanede tetanoz teşhisi konuldu. Bir hafta sonra, 18 Eylül 1966’da (33 yaşında) Ankara da vefat etti.
Atıf ağabeyin vefatını ağabeyi Kemal Ural anlatıyor:’’. Hastaneden telefon ettiler. Gittim… Üstünü beyaz bir örtü ile örtmüşler… Örtüsünü kaldırdım, baktım Atıf gitmiş, uçmuştu… Artık yoktu orada Atıf…
Tebessüm ile bakıyordu. Ama bu tebessüm hakkında içimde, çok derinlerde kalan ve şu ana kadar hayalimde yaşattığım bir merakım var, o da şu: Atıfın yeni matbuatla bastırdığı Sözlerin ilk baskısını üstadın eline geçtiği zaman Üstad neler hissetti? diye düşündüm. Ve yüzünü tekrar kapattım…
Kabristana Tâhirî ağabey indirdi… Nereden, nasıl, ne zaman gelmişti, muhayyilemde hep bir sır olarak kaldı…’’ diye nakleder…
Atıf Ural, Hz. Üstad’ın Vasiyetnamesinde isimleri geçen 12 “Vâris”ten birisidir.
Cebeci kabristanına defnedildi.
Kabre Tâhirî ağabey indirdi…
Rabbim sizlerden ve Üstadımızdan ebeden razı olsun…
Ruhlarınız Kuşe ı kabirlerinizde şad olsun..