Kategori arşivi: Yazılar

Bediüzzaman’ın Verdiği İlk Ders

Takvim yaprakları 1944’ün Ağustos’unu gösteriyordu. Dokuz ay süren bir hapis hayatından sonra Emirdağ’da ikamete mecbur edilmişti. Burada da kimseyle görüştürül­müyor, kapısına gelen geri çevriliyordu.

Kapısında devamlı bir bekçi bekliyordu. Hizmetindeki talebeleri bile ayrı bir evde kalmak zorunda bırakılmıştı. Baskının ve takibin her türlüsü uygulanıyordu.

Böyle bir durumda, her şeyi göze olarak ona sahip çıkan bahtiyar bir aile vardı Emirdağ’da: Çalışkan’lar… Çoluk çocuk, genç ihtiyar ailenin bütün fertleri, canlarıyla, başlarıyla ve bütün varlıklarıyla onun hizmetine girmişlerdi.

Birgün ailenin büyüklerinden Mehmed Çalışkan, yanına oğlunu da alarak Bediüzzaman’ı ziyarete geldi. Elini öpüp duasını almak ve bir ihtiyacı olup olmadığını sormak arzusundaydı.

İçeri girip selâm verdiler. Gösterilen yere oturdular. O esnada Abdülkadir Geylanî’nin bir eserini okuyordu Bedi­üzzaman.

Neyin oluyor bu senin?” diye sordu Mehmed Çalışkan’a.

Oğlum oluyor efendim” dedi.

Bu sefer ona dönerek, “Adın ne evladım senin?” dedi.

Ceylan, efendim” dedi.

Ceylan” diye tekrar etti Bediüzzaman. “Geylan’dan ge­liyor. Abdülkadir Geylanî’den… Benim Abdülkadir Gey­lanî’ye özel alâkam var. O benim üstadım. Bak o da bizden bahsediyor” diyerek okuduğu yeri gösterdi.

Ceylan zeki çocuktu. Soyismi gibi de çalışkandı. 15 yaşındaydı. Babası onu okutmak, yüksek okullara göndermek istiyordu.

Bediüzzaman babası Mehmed Çalışkan’a:

Ceylan’ı ne yapacaksın?” diye sordu.

Efendim, okutmayı düşünüyorum,” dedi. “Çok parlak zekası var, okula göndereceğim. Yüksek okul okumasını is­tiyorum.

Bediüzzaman Ceylan’daki cevheri fark etmişti. İçine ka­dar sirayet eden bir bakışla Ceylan’ı süzdü.

Bak kardeşim,” dedi. “Benim çocuğum yok. Sen onu bana ver. Madem zeki ve akıllıdır, önce benden iman dersi alsın, sonra yüksek okula gönderirsin.

Mehmed Çalışkan itiraz etmedi. Üstadına gönülden bağ­lıydı.

Peki efendim, nasıl isterseniz” dedi.

Bediüzzaman memnuniyet ifade eden bir gülümsemeyle karşılık verdi buna… ve Ceylan’a verdiği ilk ders şu oldu:

Ceylan evladım, devamlı doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin.

Ceylan’a baktı. Ceylan can kulağıyla dinliyordu. Devam etti:

Sana bir milyon verirler, sen bana ihanet edebilirsin. Fakat adın sonsuza kadar kötü anılır.

Ceylan bundan sonra bir sadakat ve doğruluk timsali olarak Üstadı vefat edinceye kadar ona hizmet etti.

Ömer Faruk Paksu

Parmağını Yakan Genç

Genç bir öğrenci bir gece yarısı, mum ışığı altında ders çalışmaktaydı. İlmî araştırmalara daldığı bir sırada kapısı çalındı. O vakitte birinin gelmesinin meydana getirdiği hayret ve gelen misafirin kimliği hakkındaki merakla kapıyı açtı. Karşısında genç ve güzel bir kızcağız durmaktaydı. Karşısındaki misafir, yolunu kaybettiğini ve etrafta başka bir ışık göremediği için onun kapısını çalmaya mecbur kaldığını söyledi.

Genç öğrenci, misafirini geri çevirip gece karanlığına ve sokağın soğuğuna terk edemeyeceği için çaresizce içeri aldı. Ona oturup dinlenebileceği bir köşe gösterdikten sonra da sabaha kadar dersine çalışmaya devam etti. Utangaç ve gizli-saklı nazarlarla onu seyreden kızcağız, genç talebenin bir haline oldukça şaşırmıştı. Genç, arada bir parmağını, önünde yanan mumun alevine tutmakta ve bir müddet öylece bekledikten sonra geri çekmekteydi. Bir defa ile de yetinmemekte ve bunu ara ara tekrarlamaktaydı. Bu hal üzere sabah olmuştu.

Gün ışıdıktan sonra genç kız oradan ayrılıp evine döndü. Halkın yardımıyla yolunu bularak ulaştığı ev, Osmanlı vezirlerinden birinin sarayıydı ve genç kız da vezirin kızıydı. Saray halkı, ona geceyi nerede ve nasıl geçirdiğini merakla sordu; çünkü bütün gece onu aramış ama bir türlü bulamamışlardı.

Genç kız başından geçenleri, gördüklerini ve özellikle de kendisini misafir eden öğrencinin tuhaf hâlini bir bir anlattı soranlara.

Bunun üzerine vezir, kızına yardım eden o genci sarayına davet etti ve ona niçin sabaha kadar elini yanan mumun üzerinde tuttuğunu ve elini yaktığını sordu. Yusuf yüzlü genç şu güzel cevabı verdi vezire:

Yolunu kaybettiği için kapımı çalan bir misafiri dışarıda bırakamazdım. Bu sebeple onu kulübeme aldım. Nefsimin desiselerine karşı koyabilmek için de, elimi ara sıra mumun bana Cehennem’i hatırlatan alevi üzerine koydum. Şeytan beni kandırmaya yeltendiğinde, parmağımı ateşe tutarak, nefsime Cehennem azabını hatırlattım ve böylece yanlış bir şey yapmaktan kurtuldum.

İffet ve ismet şuuruyla ve bir gün vereceği azim hesabın korkusuyla parmağını yakan gencin bu hareketi vezirin çok hoşuna gitti. Vezir, ondan kızı ile evlenmesini teklif etti. Teklifi kabul eden genç bundan sonra “Damat Efendi” lakabıyla meşhur olan Mecmau’l-Enhür isimli Hanefî fıkıh kitabının yazarı Muhammed bin Süleyman’dan başkası değildi.

Ders veren çakmak..

Trende yanyana oturduğumuz adam, karşımızdaki deliklanlıya nutuk çekiyor ve:

– Sigara efkar dağıtır, diyordu. Yak bi tane.

Çocuk adamın kendisine uzattığı sigarayı kibarca reddederek:

– Sağ olun, diye cevap verdi. Kullanmıyorum.
– Amma yaptın ha, dedi adam. Yoksa annen mi kızar?

Bu laflar çevremizdeki yolcuların gülüşmelerine yol açmış, benimse fena halde canımı sıkmıştı. Uyumak niyetiyle kapattığım gözlerimi aralayarak delikanlıya baktım. 20-22 yaşlarında olmalıydı. Son derece temiz bir ifadeye sahip olan yüzü, adamın söylediklerinden dolayı hafifiçe kızarmıştı.

Adam:

– Her halde sen aslan sütü de kullanmazsın, diye devam etti. Kullanmazsın değil mi?

Delikanlı, onun içkiden bahsettiğini anlamıştı. Bu sefer susmayıp:

– Bira dahil bütün içkiler haramdır, dedi. Elbette kullanmıyorum.

Konuşmaları benim olduğu kadar ayakta seyehat eden yolcuların da dikkatini çekmiş olmalıydı. Herkes kulak kesilmiş, onları dinliyordu.

Adam, alaycı bir ifadeyle:
– Amma tutucu bir insansın be kardeşim, dedi. O haram, bu haram…

Çocuk yine susmayı tercih etti. Ancak sıkıldığı her halinden belli oluyordu. Adam ise, aklı sıra onu köşeye sıkıştırmış ve perişan etmişti. Sigarasının dumanını, çocuğa doğru bir kahraman edasıyla iflkerken:
– Cehennem korkusundan dünyanın bütün zevklerinden mahrum kalıyorsunuz, dedi. İş mi sizin yaptığınız?

Dayandığım yerden doğrularak adama baktım.

Bu sefer bana dönerek,
– Ne dersin dostum, dedi. Haklı değil miyim? Hapimiz az çok yanmayacakmıyız? Üstelik hep beraber olduktan sonra, ne var korkacak?

Sinirlerim iyice tepeme çıkmıştı. Yine de sakin bir ifadeyle:
– Gerçekten cesur bir insanmışsınız, dedim. Sahi, yanmaktan korkmuyormusunuz?
– Pek korktuğumu söyleyemem, diye cevap verdi. Elle gelen, düğün bayram değil mi?

Böyle diyerek koltuğuna biraz daha gömüldü ve cam kenarındaki sigarasına doğru uzandı. Paketin yanında duran çakmağı ondan önce ateşledim ve:
– Buyrun, dedim. Yakın.

Paketten büyük bir pozla çıkarttığı sigarasını çakmaktan adeta fışkıran aleve doğru uzatırken,
– Hayır, dedim, sigaranızı değil , parmağınızı uzatın.
– Anlayamadım, dedi. Neden parmağımı uzatacak mışım?
Cehennemde yanmaktan korkmadığınızı, bundan daha iyi nasıl gösterebilirsiniz? Dedim. Doğrusu hepimiz merak ettik.

Adam ne diyeceğini şaşırmıştı ve bir saat işleyen çenesi, adeta tutulmuştu. Yerinde bir müddet kıvrandıktan sonra,
– İneceğim istasyona geldim, diyerek ayağa kalktı ve kalabalığı yararak gözden kayboldu.

Çakmağın bende kaldığını, adam gittikten sonra farkettim. Bunu, karşımdaki delikanlı da görmüş ve gülmeye başlamıştı.

Çakmağı ona doğru uzatırken,
– Sigara içmiyorsun ama çakmak sende kalsın, dedim. Artık onu nerde kullanacağını çok iyi biliyorsun.

Cüneyd Suavi

www.NurNet.Org

2 Hoca 1 Hacı Hikayesi (Isparta Seyahatinden Notlar)

Isparta seyahatimizde evvela Hz. Üstad’ ın ilk defnedildiği kabri, 1950 de Eskişehir de bulunan Hz. Üstad’ ı, Isparta’ ya davet eden ve şehir merkezindeki evini kiralayan Mehmed Ali Babacan, İktisad Risalesinin yazılmasına vesile olanlardan Rüştü Çakın, Eskişehir mahkemesinde yalan söylememek ve Üstadına zarar gelmemesi için “Ya Rab canımı al” diyerek şehid olan Binbaşı Ahmed Asım Önerdem Ağabeyler ve sarih ihbarıyla “İmanı kurtaracak bir zat“ın Isparta ya ayak basacağını müjdeleyen Beşkazalı Osman-ı Halidi Hazretleri‘ ni ziyaret ettik..

Daha sonra Hz. Üstad’ ın bin kalemli diye bahsettiği Risale-i Nurların matbaa gibi fakat elle gizli yazılıp neşredildiği kahraman Sav Köyü’ndeki, Hacı Hafız Mehmed Avşar, evinden çıkmadan sürekli yazarak, elinde kalemle vefat eden Ahmed Altuğ ve Mustafa Gül gibi merhum Ağabeylerimizi ziyaret ettik.

Sanki o zamanlara hayalen gittik ve Isparta Kahramanlarını vazife başında ziyaret etmekle feyizyab olduk !

Cenab-ı Hak bizleri onlar gibi ihlaslı eylesin ve dünyanın bizi değiştirmesine mani olsun ! Amin…

Ayrıca Himmet Koçoğlu ile yaptığımız görüşmede Sava Köyünde bütün halkın Risale-i Nur’larla ilgilenmesine rağmen sadece iki hoca bir hafız’ın ilgilenmediğini sorduk işte o video:

NurNet.Org Sundu

Bediüzzaman Büyük Millet Meclisi’nde (19 Kasım 1920) – Şiir

İstanbul’dan Ankara’ya Üstad davet edilir
Davetleri kabul eder ve Ankara’ya gelir

Yeni Millet Meclisinde bir tören düzenlenir
“HOŞAMEDİ” merasimi ile de karşılanır

Ankara’ya geldiğinde bulamaz umduğunu
Gördü ki dine bakışın menfi bulunduğunu

On maddelik Beyanname azalara dağıtır
İslam şiarına sahip çıkmaya da çağırır

Üstad der ki: “Zamanımız cemaat zamanıdır
Cemaatin ruhu olan beraberlik anıdır

Bir ferdin fenalığı ve iyiliği mahduttur
Cemaatin durumuysa onun gayri mahduttur

Kazanılan iyiliği fenalıkla yıkmayın
Düşmana karşı birleşin yorulmayın bıkmayın

Bilirsiniz ki hep vardır kötü düşmanlarınız
Bu ebedi zıtlarınız ve de hasımlarınız

İslam’ın şeairini hep tahrip ediyorlar
Bütün var kuvvetleriyle onu yok ediyorlar

Öyle ise vazifeniz onu ihya etmektir
Düşmanlarınıza karşı muhafaza etmektir

Yoksa şuursuz olarak düşmana yardım olur
Yaptığınız çalışmalar hepsi faydasız olur”

Mecliste yapılan hitap onlara tesir yapar
Altmış mebus tövbe edip yeniden namaz kılar

Kumandan ve Mebuslara bu parça okutulur
Reisle münakaşaya sebebiyet verilir

Mustafa Kemal diyor ki: “Çağırdık siz geldiniz
Bize çok faydalı olur yüksek fikirleriniz

Sizin gibi kahraman bir hoca lazımdır bize
Ancak aramızı bozdun açık diyeyim size

Geldiniz evvel namaza dair şeyler yazdınız
Mebuslarla aramıza ihtilafı verdiniz”

Bunun üzerine Üstad makul bir cevap verir
Parmaklarını uzatır ve de çok hiddetlenir

“Paşa! Paşa! Bilir misin İslamiyet’te ne var
En başında iman gelir ondan sonra namaz var

Namaz kılmayan haindir hainin hükmü merdut
Bunu sen böyle bilesin gayri işleri unut”

Üstad’ın Ankara’daki en birinci maksadı
Şark Darülfünunu idi onu hiç unutmadı

Mustafa Kemal Paşa’nın içindeki niyeti
Üstad’ı kendine çekmek, istifade etmekti

Sonra yine Paşa ile görüşmeleri olur
Görüşmelerin sonunda ona teklifler gelir

Teklifleri kabul etmez hepsini de reddeder
Ankara’da durmayarak yeniden Van’a gider

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org