Kategori arşivi: Yazılar

Kuvvet Hakka Hizmetkâr Olmalı

Bediüzzaman, Uhuvvet Risalesinde İman ve İslam kardeşliğinin nasıl olması gerektiğini en güzel şekilde altı vecihle açıklamıştır. Birinci, ikinci ve üçüncü vecihler bir önceki yazılarımızda izah edilmiştir.

Mü’minler için Âyet-ı Kerime de şöyle bir emir var:

“Mü’minler, muhakkak ki, kardeşlerdir. Artık kardeşlerinizin arasını düzeltiniz ve Allah’tan korkunuz, tâ ki: Siz rahmete erişesiniz.” (Hucurat-10)

Müceddid-i ahir-i zaman, pişdarı din-i İslam, Arş-ı Â’zamın pürnur ufuklarından inen Kur’an-ı Kerim’in delâllı, müçtehit ve müellif Bediüzzaman dördüncü vecih’i şöyle izah etmektedir.

Dördüncü Vecih:

Hayat-ı şahsiye nazarında dahi zulümdür. Şu Dördüncü Veçhin esası olarak birkaç düsturu dinle:

Birincisi: Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, “Mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat “Yalnız hak benim mesleğimdir” demeye hakkın yoktur.

Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise çirkinlikleri gösterir.” (Ali Mâverdî, Edebü’d-Dünyâve’d-Dîn,s.10) 

sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz, başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez.

“Ey insanlar! Muhakkak ki, biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve sizleri kavimlere ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Şüphe yok ki, sizin Allah katında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Muhakkak ki, Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat-13)

Cenab-ı Allah (c.c) yukarıdaki Ayet-i Kerimede bütün insanlığın birliğini, kavim ve kabilelere ayırma nedeni ve kulluk görevi ile alakalı hususları açıkça zikretmiştir. Bu nedenle: Halık-ı alem insanların dil, ırk, mezhep, soy ve sopuna bakmaz ancak takva ve a’meline bakar. Onun için a’malde rıza-i ilahi olduğu zaman iyilikler görünür. Kötü niyetle bakıldığı zaman her şeyde çirkinlik aranır ve ona göre değerlendirir.

Müslümanlar, İslam esaslarının temelinin ve kaynağının Kur’a-ı Kerim ve Resulullah’ın sünneti olduğuna iman eder, bu iki kaynağa sımsıkı sarılırlarsa elbette ki doğru yoldan sapmazlar.

Bediüzzaman, fertler arası çıkabilecek ihtilafları birer birer kapatırken kavim ve kabileler arası veya meslek ve meşrepler arasında da çıkabilecek rahatsızlıkları da kapatmaya çalışır. Sosyal hayatın tanzim ve idaresinde meslek ve meşreplerin farklılaşmaları, yardımlaşma ve dayanışmaya yönelik olmalı, aksi takdirde farklılaşmanın düşmanlık ve husumete neden olmaması gerektiğini vurgular. Ona göre her meslek ve meşrep sahibi haklı olarak kendi mesleğinin en iyi olduğunu iddia edebilir ve etmelidir de; buna hakkı vardır. Fakat sadece kendi mesleğinin iyi olduğunu, diğer İslâmî mesleklerin iyi olmadıklarını iddia etmeye hakkı yoktur. Nifak ve düşmanlık ancak bölünmeye sebebiyet verir, üstad bunu da insafsızlık olarak görmektedir.

İkinci düstur: Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati Bazen damara dokundurur, aksülâmel yapar.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Nefsini kötülüklerden arındıran kesinlikle kurtuluşa ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.”

“Şüphesiz bir toplum kendilerini değiştirmedikçe, Allah onların durumlarını değiştirmez.’’

Bizim doğru bildiğimiz ve hakikaten doğru olan sözleri söylemek, karşımızdaki kardeşimizin kalbinin kırılmasına sebep olabilir, gıpta damarına dokunabilir, söyleyiş tarzımız veya orda söylenen sözün, ters tepkilere sebebiyet verilmemesi için dikkatle ve özenle söylemek lazımdır.

Haklı adam, insaflı olur. Bir dirhem hakkını, istirahat-i umumînin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enaniyetli olur; feda etmez, gürültü çoğalır. Münakaşa etmenin birinci şartı, insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû-i telâkkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir.

O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla bir şey öğrenmedi; belki gurura düşmek ihtimali var.

Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır. Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulur.

Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor.

Her zaman gerek bilgide, gerek kanunun verdiği kuvvetlerde gerek kavim ve kabilelerin güç ve istidatlardaki düstur şudur: Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı.

Rüstem Garzanlı /DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Füze Kalkışı

Bazen hayatımızda yeni bir şeylere başlamak için bütün şartların yerine gelmesini, her şeyin en uygun halinde bulunmasını ya da başkalarının başlangıç kabul ettiği bir şeyden kuvvet almayı isteriz ve hatta bu şartlar olmazsa “başlangıcımıza” başlayamayacağımızı sanırız. Her şey tıpkı uzaya fırlatılan roketlerin kalkış anı gibi en uygun şartlarda olmalıdır; hava güneşli, nem optimum, katılan insanlar pür dikkat, işinin ehli veee kalkış için son 3 saniye.. 3.. 2..1.. ateş.. ve füzemiz ateşlenip semada süzülerek kendine çizilen rotada ilerler.. gibi hayallerle başlangıcımızı erteler dururuz çünkü o kalkış prosedürünün şartları bir türlü bir araya gelmez.. O şartlar yok mu, o şartlar.. Bi bir araya gelseler biz de füze gibi fırlayacağızdır ama işte.. Bir türlü nasip olmaz; hafta geçer, ay geçer, yıl geçer, bizim füze rampada; yani istekler ve yeni başlangıçlar kursağımızda kalakalır..

Oysa her yolculuk bir tek ufak adım ve hatta sadece bir niyetle “başlar”. Niyet varsa ve o niyeti vücuda çıkarmak için bir tek ufak adım atacak kuvveti –şimdiki tabirle, iç enerjiyi- Rabbimize istinad ile bulabiliyorsak yolculuğa başlamışız ya da başlayabiliriz demektir. İllaki füze kalkışına gerek yoktur..

Mesela bilgisayarla işlerimi bitirmeme 5 dakika kala yarın yapacağım çalışmanın başlığını atıp word ü kapatabilirim; ya da meşgalelerin sıkışık anından kopup 2 dakikada bir müslüman kardeşime 2-3 satırlık bir hal hatır mesajı atabilirim; otobüsten inmeden bir dahaki okumamı hangi konu üzerinde yapayım diye belirleyip, postiti o sayfaya aceleyle yapıştırıp kitabımı kapatabilirim.. Bir şeyi bitirirken yada şartlar en “olması gereken” durumda olmasa da yeni bir başlangıcın adımını atabilirim.. Bu ufak hareketler niyetlerimin varmak istediği gaye-i hayale göre yolculuğumun ilk adımları olabilirler.. Ufak adımlar olmakla birlikte niyetimin nihayetine giden yolculuğumun ilk habercileridirler. Bu mananın geldiği hakikat ise Fahr-i Kainat Efendimiz(ASM)’ın bir sünnetidir. Rasulullah(ASM) Kur’an’ı hatmedip bitirdiğinde Fatiha Suresini ve Bakara Suresinin başından ilk 5 ayetini de okuyor böylece yeni bir hatmin niyetini almış oluyor ve bize de bu manada büyük bir ders bırakıyordu.

“Nâs ve Fâtiha sureleri ile Bakara suresinin başından beş âyet okumak sünnettir. Bu konuda Übey b. Ka’b: “Resûlullah, Nas suresini okuduğu zaman, Fatiha suresine başlar, sonra Bakara suresinin başından “ve ülâike hümü’l-müflihûn”a kadar okur, hatim duasını yapar, daha sonra da kalkardı” (Suyûtî, ltkân, I, 313) demektedir.”

Öyleyse şu hayat güzeranında füze kalkışlarını beklemeden bir “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyül aziym” çekerek her an yeni başlangıçlara Rabbimizin inayetiyle niyet ederek yolculuğa kaldığımız yerden devam edebiliriz.

“Herkese hayırlı yolculuklar” derken; “kaptanımız Muhammed(ASM) ve her ihtiyaç duyduğunuzda kalbimizin üstündeki dua tuşu ile bize inayet ve himayet edecek olan Rabb-i Rahimimimiz her yeni başlangıcımızda muinimiz olacaktır” hatırlatmasını da kalbin cebine koyalım.

Kim söylemiş bilmiyorum ama bir hakikate temas ettiği için kıymettar olan şu sözü inşallah idrak edelim:

“Her büyük yolculuk ufak bir adımla başlar”..

Nabi

www.NurNet.Org

Hayata Güzel Bakabilmek

‘’Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır’’diyor Bediüzzaman Hazretleri. Evet hayattan zevk almak için bu vecizeyi kendime düstur etmişimdir. Şu kısacık fani ömürde ,insan dünyaya hep güzel bir bakışla bakmalıdır.

Bir çok insan yaşadığı hayattan memnun olmaz. “Allah beni niye zengin yaratmadı?.. Neden beni  daha güzel veya yakışıklı yaratmadı?..” gibi soruları kendine sorar. Bu soruları sorarken hep kendinden üstün gördüğü ve üstün  kabul ettiği insanlara bakarak sorar. Bu durum  insanın bakış açısının yanlışlığını gösterir. Eğer bir kişi kendinden daha kötü durumda olanları görseydi belki bu yanlış düşüncelere kapılmazdı.

İnsanın bakış açısı onun mutlu veya mutsuz olmasında en büyük etkendir.İnsan dünyaya pembe bir gözlükle baksa pembe görür, siyah bir gözlükle baksa siyah görür.

Kişinin kalp  gözü de öyledir.İnsanının kalp gözü dünyaya pembe gözle bakarsa insan her şeyden zevk alır. Ama siyah bir gözle bakarsa insan hiçbir şeyden zevk almaz.Her şeyi yanlış ve karanlık görür.

Bakış açısıyla ilgili  Fransa da yapılan bir araştırmayı aktarmak istiyorum. Fransa’da, ağır işçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir.

Görevli, ilk işçiye yaklaşır ve sorar :

“Ne yapıyorsun?”

“Nesin sen, kör mü?” diye öfkeyle bağırır işçi.

Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi bir araya yığıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum.Bu çok ağır bir iş, ölümden beter.

Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci işçiye yaklaşır. Aynı soruyu sorar:

”Ne yapıyorsun?”

İşçi cevap verir: “Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir şekle getirmeye çalışıyorum.Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli. Sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi.

Biraz cesaretlenen görevli üçüncü işçiye doğru ilerler.

“ Ya sen ne yapıyorsun?” diye sorar.

Görmüyor musun?” der işçi kollarını gökyüzüne kaldırarak.“ Bir katedral yapıyorum.

Bu hikayenin enteresan tarafı her üç işçinin de aynı işi yapıyor olmalarıdır. Görmeyi seçtiğiniz yol sizin tutumunuza bağlıdır.Evet yukarıdaki hikayedeki gibi her üç işçi de aynı işi yapmaktadırlar. Fakat her üç işçinin yaptıkları iş hakkındaki  düşünceleri  çok farklıdır. Bunun da nedeni üçünün de farklı bakış açısıdır.

Hayatta misafir olan bizler her zaman her şeyin güzel tarafına bakmalıyız. Bir gözümüz yoksa iki gözü olmayanı görüp şükretmeliyiz.Kısacası bardağın boş tarafını değil dolu tarafına bakmalıyız. Eksiklerimizi değil sahip olduklarımıza bakmalıyız. Böylece şu kısacık fani ömürden zevk almayı öğreniriz. Vesselam…

Hamit Derman

www.NurNet.Org

 

Bediüzzaman’ın Şark’taki Çabaları (Şiir)

Bin sekiz yüz doksan dörtte Mardin iline gelir
Siyasete katılarak bir müddet ilgilenir

Kısa siyaset hayatı burada başlamıştır
Tartışmalı fikirlerden hiç geri kalmamıştır

Mardin’den Bitlis’e gider Üstad Bediüzzaman
İl Valisiyle tanışır onu gördüğü zaman

O’na yer tahsis edilir Vilayet konağında
Çalışabilmesi için veriyorlar bir oda

Çünkü farklı kişiliği Valiyi celp etmişti
İlme olan alakası dikkatini çekmişti

Konağın kütüphanesi kitaplarla doluydu
Çalışma yapan Üstad’ın tam istediği buydu

Burada fen ilimleri dikkatini çekmişti
Onları öğrenmek için bir zemin oluşmuştu

Bu hükümet konağında kalıyor iki sene
Oradan da Van’a geçer talepler üzerine

Van’da Tahir Paşa ile dostlukları gelişir
Konağın bir bölümünde çalışmaya girişir

Çok zengin bir kütüphane Konakta bulunurdu
Burada her tür dergi ve gazeteler okurdu

Araştırmaları için bir imkân sağlanmıştı
Çalışmak için Konağa adeta bağlanmıştı

Bu Konakta felsefeyle fenle ilgileniyor
Okuduğu kitaplara çok da önem veriyor

Fen ve felsefe ilmini araştırıp okudu
Şekke maruz kalanları şüphelerden korudu

Molla Said felsefede çok ileriye gider
Kuran’ın verdiği nurla hakikatlere erer

İçindeki bu toplumun yapısını tanıyor
Biliyordu bu Konakta O’na görev düşüyor

Zorlukları aşmak için eğitim önemliydi
Din’le müspet ilimleri okutmak gerekliydi

Üstad’ın ilk düşüncesi Üniversite kurmak
Yöredeki çocukları bu okulda okutmak

Valinin Konağındaki çalışma sürüyordu
Horhor Medresesinde de dersleri veriyordu

Tahir Paşa bir gün O’na bir gazete okudu
İngiltereli Bakanının sözünü yazıyordu

Elinde bir Kuran ile kürsüsüne geliyor
Avam Kamarasında şu konuşmayı yapıyor

“Müslümanların elinde bu olduğu müddetçe
Onlara bir hâkimiyet hiç kuramayız bence

Kuranı sükût ettirip hemen kaldırmalıyız
Veyahut Müslümanları O’ndan soğutmalıyız.”

Bu söz O’nun dünyasında fırtınalar koparır
Hayatının en önemli kararını da alır

“Kuranın sönmez bir güneş olduğunu söylerim
Bir mucize olduğunu dünyaya haykırırım.”

Van Valisi Tahir Paşa O’na önem veriyor
Said Nursi’nin bir deha olduğunu biliyor

Van’ın O’na çok yetersiz kaldığını söylüyor
İstanbul’a gitmesini teşvik dahi ediyor

Onu ikna etmek için huzurlarına gider
O da Paşayı kırmadan teklifi kabul eder

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Turistlere İslam’ı Anlatabilmek

RİSALE-İ NURUN IŞIĞINDA TÜRKİYE’YE GELEN TURİSTLERE İSLAMI ANLATABİLMEK

 

Mohammed Asım Alavi

 

 

1. Davayı Takdim

 

İslamiyet dini bir fıtrat(yaratılış) dinidir. Yeryüzünde dünyaya gelen her insan, İslam fıtratı üzere doğar. Kişinin yetiştirilme tarzı ve çevresi onun ileride seçeceği yolda etkili olan faktörlerdir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed( S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde buyurmuşlardır ki: “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Ana babası onu Hıristiyan, Musevi veya başka dinden yapar.

İnsanoğlu kendisini yaratanı unuttuğu zaman, Allah insana kendisini hatırlatacak ve yeryüzündeki bulunuş gayesini bildirecek peygamberler yollar. İnsanoğluna da peygamberler silsilesi yollanmıştır ve bu silsile Hz. Muhammed (s.a.v.) ile son bulmuştur.  Hz. Muhammed(s.a.v.)’in ölümünden sonra bu vazife onun mirasçıları olan alimlerin omuzlarına yüklenmiştir.

İnsanları hak din olan İslama davet ya da diğer adıyla dava, her müslümanın değişik tarzlarda yerine getirmesi gereken bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğü Kur’an şu şekilde ifade etmektedir: Hem sizden müteşekkil, önde gider, hayra davet eder, maruf ile emir ve münkerden nehyeyler bir ümmet olsun, işte onlardır o felahı bulacaklar.” (Al-i İmran Suresi, 104)

Hayra davet etmek kavramının kendisi son derece geniştir ve hayatın her sahasını kapsar. Hayra davet etmek kişiyi ağırbaşlı ve saygın hale getirir. Davanın ikinci basamağı toplumda kötülüğü sakındırmaktır. Hayra davet sayesinde kötülükler yok olur. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak ise hikmet ve güzel nasihat ile üstesinden gelinebilecek bir iştir. İyi davranışın güzel neticeleri ve kötü davranışın kötü neticeleri anlatılmalıdır.

 

Kesin bir İslami kaidedir ki “ Dinde zorlama yoktur.Bu yüzden İslami davanın metotları ikna etme ve olumlu davranmaktır; zorlama ve sertlik değildir.

2. Günümüzde Risale-i Nurun mesajının önemi

 

İnsanoğlu araştırmacı bir yapıda yaratılmıştır. Bu özellik, tarih boyunca insanoğlunun gerçekleştirdiği keşiflerin arkasında yer alan sebeptir. Modern insan, tarihin hiçbir döneminde erişilemeyen bir düzeyde, fen ve teknolojide olağanüstü hedeflere ulaşmıştır. Hayatı kolaylaştıran çok sayıda gelişmeler olmuştur. Fakat bu gelişmeler, insanoğlunun daha fazla ihtiyaç duyduğu zihinsel memnuniyeti sağlayamamıştır. Her yeni icad ve makine, memnuniyeti arttırmak yerine mutluluğa duyulan özlemi arttırmış ve problemleri çözmek yerine son derece yüksek bir memnuniyetsizlik oranına ulaştırmıştır. Modern insan yeryüzündeki hayatının  manasını algılamadan uzaklaşmıştır.

Kur’an’ın hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur, insanoğlunun hayatının manası hususunda yeterli bilgileri verebilecek hususiyetlere haizdir. Bunun da ötesinde; Risale-i Nurun içeriği ve meselelere yaklaşım tarzı, günümüz insanının cevap aradığı tüm sorulara yanıt verebilecek bir düzeydedir.

İslamın aşırılık ve barbarlıkla ilişkilendirildiği günümüzde, barış ve kardeşlik mesajlarının verilmesi son derece önemli hususlardır. Batılı materyalist insanın bu mesajlara olan ihtiyacı son derece önemlidir. Bu hususu çok önceden dile getiren üstad Bediüzzaman Said Nursi şöyle demiştir: “…Dünyanın büyük devletleri Kur’an hakikatlerini aramaktadırlar ve bu hakikatleri elde edince de tüm güçleriyle sarılacaklardır. İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere buna çalışmaktadır. Amerika’da mühim bir topluluk da gerçek dini aramaktadırlar……( İslam-Hristiyan İttifakı)

3. Türk Turizm Sektörü ve Risale-i Nur

Kur’an’ın mesajlarının yayılmasında Türkiye stratejik bir öneme sahiptir. Her yıl Türkiye’yi ziyaret eden milyonlarca turistin varlığı bu anlamda son derece önemlidir. 2008 yılında 26 milyon olan turist sayısının 2012 yılında 33 milyona ulaşacağı rapor edilmektedir. Almanya, İngiltere ve Rusya en fazla turist alınan ülkelerdir. Gelen turistlerin çoğu sağlık, kültür ve dinlenme amaçlı olarak gelmektedirler. Kültür amaçlı gelen turistlerin çoğu İstanbul’u tercih etmektedirler. Bu sebeple, bu yazıda anlatılmaya çalışılan projenin merkez üssü İstanbul olarak öngörülmektedir.

Bu misyonun temel bakış açısı, insanların dinini değiştirtmeye çalışmak değildir. Zira doğru yola iletmek ancak Allah’ın dilemesiyle olur. Buradaki temel amaç insanlara İslamın mesajlarını bildirmektir. İnsanların düşünebilmelerine imkan verecek halleri sağlamak temel amaç olmalıdır. İslam hakkında çok çeşitli ön yargılarla Türkiye’ye gelmiş olan turistler, bu çalışmalar neticesinde, önyargılarının tam zıddı olan olumlu düşüncelerle ülkeden ayrılmış olacaklardır. Doğru İslam ile bazı müslümanların yanlış davranışları arasındaki farkı algılayabileceklerdir.  Bunun yanında, geçmişte olduğu gibi, kültür ve medeniyete beşiklik yapan bir şehir olan İstanbul ile ilgili olumlu düşüncelerle bezenmiş bir şekilde ülkelerine döneceklerdir.

4. Çalışma Tarzı

İslamın mesajlarını yaymada doğru hareket tarzı son derece önemlidir. Peygamberimiz Hz. Muhammed( s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar: “ İnsanlara  anlayış seviyesine göre muamele ediniz.” Yani muhatap, bizim anlattıklarımız dolayısıyla sıkılmamalı ve tedirgin olmamalıdır. İslam anlatılırken doğrudan konuya girmemelidir. İnsanların farklı kültürel, dini ve ideolojik geçmişleri vardır. Herkes için aynı yaklaşım tarzını belirlemek yanlıştır. Örnek vermek gerekirse, bir hristiyan veya museviye olan yaklaşım tarzıyla bir budiste olan yaklaşım tarzı birbirinden farklı olmalıdır. Hristiyan veya museviyle olan diyaloglarda Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Meryem’den bahsetmek faydalı olabilirken ; bir budistle olan konuşmada bunlar faydalı olmayacak bunun yerine Tevhide atıflar yapmak daha çok fayda sağlayacaktır.

İnsanları belli kategorilere sokmaktan şiddetle kaçınmalıdır. Müslüman olmayan insanlar kafir(inanmamayı kasten seçen) olmayıp  bilakis diğerleri gibi sıradan insanlardır. Bu tür insanların İslam ile ilgili yaklaşık 25 adet cevaplanmasını istedikleri soruları mevcuttur: Terörizm, çok eşlilik vb. Allah’ın lütfuyla, Risale-i Nur günümüz insanının kafasında dolaşan tüm sorulara cevap verebilecek bir donanıma haizdir.

5. Öngörülen Etkinlikler

İslamı tanıtmak, resmi bir iş olmayıp günlük hayatın içersinde inanmış bir müslümanın yapacağı bir görevidir. Bu misyonu kendine hedef edinmiş bir müslümanın elinden geleni yapması beklenir. Bu vazifesini yerine getirirken de yanında bulundurması gereken  İslami broşür ve benzeri materyaller olmalıdır.

 

a. Gönüllü faaliyetler : İngilizce Risale-i Nur bu faaliyette temel taşıdır.  Yabancılarla İslami konuları ingiliz dilinde konuşabilmek hayati bir önem arz eder.

b. Turist Noktaları : Birçok noktada turistlere hitap eden yerler oluşturulmalıdır. Bu yerlerin hedefi turistleri İslami bilgilerle donatmak değil, onlara ihtiyaç duydukları bilgileri verebilmektir.

c. Cami ve Kültürel Yerlere Geziler : Camilere yapılacak gezilerle, camilerdeki atmosferin tanıtılması amaçlanır. Öte yandan camilerin müslümanların günlük hayatlarında üstlendikleri rol anlatılmış olur.

d. Evlerde ağırlama : Ev turizmi dünyanın her yerinde yaygın bir turizm çeşididir. Eğitim ve tanıma amaçlı seyahat eden insanlar ailelerin yanında kalmaktadırlar. Amaçları ise, farklı kültür ve gelenekleri tanıyıp öğrenmektir. Bu tür turizm İslamı ve Risale-i Nurları anlatmak için güzel bir fırsattır.

6. Malzeme Listesi :

 

Hazırlanan broşürler şu konuları içermelidir:

Broşürler; 1) Kur’an’a giriş, 2) Peygamberlik, 3) İslama Giriş, 4) Ölüm sonrası hayat, 5) İslam ve Osmanlı tarihi, 6) Türk kültürü ve geleneksel yaşamıyla alakalı bilgiler, 7) Diğer ilgili konular.

Küçük Kartlar: Bunlar cebe sığabilen küçüklükte ve hayat, ölüm vb konularda hazırlanmış materyallerdir. İngilizce, Fransızca, Almanca ve Japonca olabilirler.

Hediye Çantası : İslami broşürlerden, önemli turistik bilgilerden ve hediyelik eşyalardan oluşan bir hediye çantası her ilgilenilen turiste verilebilmelidir.

Hazırlanan broşürlerde, İslami açıdan önemli eserlere ait bilgilere yer verilmelidir. Örneğin Hz. Osman(r.a.) tarafından yazılan ve Topkapı Sarayında sergilenen ilk yazılı Kur’an-Kerim’e ait bilgiler broşürlerde olmalıdır.

www.NurNet.Org

Yazının Orjinali için tıklayınız