Kategori arşivi: Risale Çalışmaları

Kasa, Masa Ve Mürekkep

Kasa, Masa Ve Mürekkep

 

Şimdiye kadar Risale-i Nur Hizmetiyle meşgul olup tam manasıyla muvaffak olamadığımız hususunda noksaniyetimiz ve tedenniyatımız, sû-i ahvâlimiz dört sebepten gelmiş: [1]

1. Risale-i Nurun düsturlarına adem-i müraat-ı ahkâmından,

2. Bazı müdahinlerin [2] keyfemâyeşâ hareket etmek istemeleri ve sû-i tefsirinden,

3. Zâhirperest âlim-i cahilin veyahut cahil-i âlimin taassubât-ı nâbemahallinden,

4. Sû-i tâli’ cihetiyle ve sû-i intihap tarîkıyla müşkilü’t-tahsil olan Avrupa mehasinini terk ederek, çocuk gibi hevâ ve hevese muvafık zünub ve mesâvî-i medeniyeti tûtî gibi taklittendir ki bu netice-i seyyie zuhur ediyor. Memurîn hakkıyla vazifesini îfâ etse, memur olmayan ilcaat-ı zamana muvafık sa’y etse, sefahete vakit bulamayacaktır. Bu iki kısmın herhangisinde bir fert, sefahete inhimak gösterdi ise, bu, heyet-i içtimaiye içinde muzır bir mikrop suretine giriyor.”

Risale-i Nur’a en büyük darbe Risale-i Nur su-i istimal ve su-i tefsir edilerek vurulabilir. Bunu bilen zındıka komitesi de Risale-i Nuru hem esasatını hem de imani bahislerini tetkik ederek nereden vurabiliriz şeklinde çalışmaktadır.

Hakikatleri hem doğru hem de yanlış yani batıla hizmet edecek şekillerde tefsir ve tevil ederek insanları yavaş yavaş Risale-i Nurla vurmaya çalışıyorlar. İstikametli hizmetin esaslarını alıp inceden inceye içini boşaltmaya ve sadece okunan, kitaplarda yazılı bir veciz ifade olarak kalması için çok desiselerle entrikalar çeviriyorlar.

Hizmetimizin içine ya masası, kasası olan adamları sokuyor veya bazı mürekkep yalamış insanları sokarak etiketiyle çevresine şakşakçıları doldurmakta. Bunlar da hakikaleri eğip büküp kuşa çevirmeye veya eski kendi malumatlarını da işin içine katarak adeta bir nevi Risalelere ilmî israiliyat bulaştırıyorlar.

Bu sebeple bazı kasa, masa sahibi olan, mürekkep yalamış ve ağzı laf yapan kimselere karşı her nur talebesini müteyakkız olmaya davet ediyorum. Daima, dikkat lafzı dimağlarda kendini göstermeli.

Safi olarak Risale-i Nur ile iştigal etmek, gıl u gıştan azade olarak dimağı gubardan silkeleyerek meşgul olmak lazım. Ta ki müdahinlerin tatlı kelamlarına aldanmayalım.

Müdahinlerin hizmetlerimiz içinde bir şekilde çoğalması da başka sıkıntıları da gün yüzüne çıkartmakta. Bu müdahinler, menfaat görecekleri, nemalanacakları yer ve kimseleri iyi teşhis ve tesbit ederler. Dolayısıyla hizmet-i nuriyeyi şahsi menfaatlerine alet ederek akla hayale gelmez şeylere Risale-i Nur ve cemaati alet edilebilir.

Kim olursa olsun basiretimizi açık tutmalıyız. Yapılan işler, icraatlar şayet külliyatın esasatına ters düşüyorsa bir değil bin defa düşünmemiz gerekmektedir.

İşin garibi de müdahinlerdeki cerbeze de işin başka bir garabetidir. Bu mevzuda sarf-ı kelam edilecek çok şey var. Ama Hizmet Düsturlarıyla hareket etmek ve Esasat-ı Nuriyeyi Nurlardan ihdas ederek hareket etmek elzemdir.

Selam ve dua ile.

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Bu kısım Divan-ı Harb-i Örfiden bilmana olarak iktibas edilmiştir.
[2] Dalkavuk. Yüze gülen. Birisini yalandan yüzüne karşı medh eden. Menfaat koparmak için dostluk eden.

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Alakadarlık 

Alakadarlık 

 

İnsan fıtrat itibariyle a’dan z’ye her şeyle alakadardır. Gerek hayatında yer alsın gerekse almasın.. insan dimağının esaretinde hayatını idame ettirir. Bu esarette tercihleri insana ya  hüzün ya neşe getirir. Burada insana düşense, dimağına doğru şeyler yüklemelidir. Doğru şeyleri insan öğrenmesiyle bunun gerisinde kalan şeylerin yanlış olduğunun da farkında olmamız lazım. 

İnsan, efkar ve müyulatına yön çizmeyi tercihleriyle yapacaktır. İstidad ve kabiliyetlerini de insan israf etmemekle mükelleftir. İnsan için çok değerli olan ve belki de telafi edemeyeceği şeyler arasında his, heves ve meyiller de bulunmaktadır. Bu hususiyetin sadece insana mahsus olduğunun da insan farkında olduğu nisbette insanda teyakkuz hali olur. 

İslamiyet, insan fıtratına en uygun dindir. Çünkü İslamiyet insan hayatında boş bir nokta bırakmamıştır. Hayatın her safhasında kaidelerini ve hudutlarını çizerek damgasını vurmuştur. Fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçların dest be dest ittifakı islamiyetle mümkündür. Tüm insanların din ihtiyacı fıtri bir ihtiyaçtır. Ve İslamiyet insanın fitri

 ihtiyaçlarını reddetmemekle beraber bunlarda ki hudutları çizmektedir. 

İslamiyet, insanın his ve istidatlarına neşvünema sahası sağlamaktadır. Ne aklı ne hissi hiçbirini baskılamaz inkâr etmez. Binaenaleyh meşru olan hiçbir şeyin İslamiyetçe reddedilmesi düşünülemez. Meşru olan bu ihtiyaçların temini hususunda İslamiyet bu çabaları ibadet olarak kabul etmektedir. 

“Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.”[1] 

İnsanın bu ihtiyaçlarını tatmini fıtri bir şey olduğu için asla reddedilemez ve durdurulamaz.  

Dünyada yaşanan hemen her hadisede  “..hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alâkadar olur..”[2]insanın.  

İnsanın bu hadiseleri doğru okuması da ancak ve ancak İslamiyetin vermiş olduğu iman nuru ve şuuru ile mümkündür.  

Fakat, bu şuur meselesi başka, yani sadece iman insana istenen mana da tam bir şuur vermiyor. İnsanın özel çabasına da büyük iş düşüyor. 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL   

  



[1]Sözler ( 21 )

[2]Hutbe-i Şamiye ( 78 ) 

İNSANIN ACİB HALETİ

İNSANIN ACİB HALETİ

 

Nur-u imanın yatağı olan kalb,

Ubudiyetin bütün envaına fihriste olan namaz ile teneffüs eden ruh, 

Nur-u imana dönüşen ilmin durağı akıl, 

Ve dahi tadat edilemeyecek istidâdat ve letaifle mücehhez, 

Ve… Her türlü hatiat ve measiye meyleden ve meylettiren nefis’ten mezcolan insan; 

 

En edna gıdaya muhtaç ve en az tagaddiye kanaat eden mide cihazatına gaye-i inhisar ederek taahhüt altına alınan rızkın peşinde koşması, kişinin kendi ile istihza ve istihfafından başka bir şey değil midir…? 

 

Asırlarca gıdanın noksan olduğu vakitte telaş etmeyen; bilakis her an ve zaman şükür fabrikası olan atalarımızı fikretmeksizin;

Gıdanın bu denli bereket ve tefennünü vaktinde böylesine acib ve garib bir tarzda  mide cihazatına hasr-ı nazar ve taharrî; hayatı veren ve idame ettirene itimadsızlığın ve tevekkülsüzlüğün göstergesi değil mi? 

 

Kalbi işlettirmek, ruhu nurla zinetlemek ve fikri söylettirmekle sûkun bulan nefis ile bunca denli adi ve basit bir kuvvenin peşinde hebaen peşisıra koşturmak sair cihazat ve letaife ve her an zikr-i ilahi ile muvazzaf zerrelerden mürekkeb cism-i cemaatimize aşikar bir zülum değil mi? 

 

Avuç içi kadar bir gıda ile tegaddisi son bulan midenin sonu bucağı gelmez iştihası nereden geliyor acaba? 

 

Sair cihazatı vazifesinde elyak ve elhak koşturmamak ile iltibas mı ediliyor ki uhdemize verilen 24 saatin büyük bir kısmını bu cihazata sarf ediyor ve israfın her çeşidine zemin ihzar ediyoruz! 

 

Ömür sermayesinin taalluk ettiği lüzumlu vazifeler çokken namazı dahi hızlı hızlı kılıp taamlara taparcasına koşmak kimin ihtiyacı? Midenin mi? Cesedin mi? Ruhun mu? 

 

Ruhen terakki etmeyenin tenevvü-ü et’imeye itibar etmesi, kalb ve ruhun vazifesizliğinden neş’et eden sıkıntının mideyi tamamlarla doldurmak suretiyle tembellik zindanına hapsetmenin ceremesini hangi cihazatımız ve letaifimiz ödeyecek? 

 

Masiyetle karanlıklarda kalmış, feryadı duyulmayacak kadar gafletle kalınlaşmış vicdanın sesini duyuracak vezaifle meşguliyet mah-i gûfran’a mı münhasır kalacak? 

 

Tenevvü-ü et’imeye doyulmuyor anladık da, 

Yeterince doymadık mı gaflete… 

 

Ruha Ab-ı hayat olan namaza ihtiyacımızı,

Ruha süs ve sürme olan şefkatimizi, veren el olmak suretiyle ne zaman aşikar kılacağız? 

 

Nur-u imana muhtaç kalbimizi karanlıktan ve zülumattan tahliye vakti gelmedi mi? 

 

Tenevvüü et’imeye def’i cû’ edememek midenin açlığından mı yoksa ruhun açlığından mı ileri geliyor? 

 

Kalb ve ruhun feryadını kuvve-i zâika ile gidermeye çalışmak kâr-ı âkıl mıdır? 

Keder ve hüznün ilacı, ubudiyet ve taat ile sekinete ererken, taam taam üstüne yemekle tabaka-i hayvaniyette kalmak ve hatta kalamamakla hayvaniyetten daha aşağı mertebeye düşmek sana ezâ vermiyor mu? 

Allahı tanımamanın ve ahireti düşünmemenin acı ve sancısını hangi lokma ile dindirebilirsin.! 

 

Tagaddi ile teselli denî bir ahvaldir ki; Allah’ı anmakla mutmain kalbe, ubudiyet ile mütellezziz, namaz ile müteneffis ruha sıklet ve en büyük bir tedennî değil de nedir… !

 

Dünyaya bir defa geldik de, ahirete de bir defa gitmeyecek miyiz? 

 

Peki bu kadar niâm-ı ilahiyenin tefennünü ne için yaratıldı? yemek için değil mi? Allah’ın mülkündeki bunca nimeti gasıbane yutmak ve nefsi lezzetlendirmekle keyiflendirmeye mi münhasır..? 

 

Heyhat! 

Esma-i ilahiyenin her mertebesine en a’zam derecede tecelli ve nakış olan bu denli nimetlerin hilkatini mideye indirmek gibi basit bir derekeye indiremezsin…

 Akıl ve kalb sofrasında mütalaa edilen her bir nimet bismillah mührüyle ebede fakslanır, en son vazife, israf olunmaması için mide sofrasından insaniyet mertebesi ile müşerref bulan nimetin Cenab-ı Hakkın yolunda havl ve kuvvete inkılab etmesi ve nimet; nimetiyle ruh ve cesedinde hizmet etmesi ne büyük bir kıymet, ne ulvi bir rahmettir… 

 

Her cihazatın kendine göre midesi var, Akıl taam olarak senden ilim talep eder,

 kalb feyiz ister, ilmi imana dönüştürür de füyûzat elde eder, 

ruh ise nura talib…. 

Sır ise; şuur ve huzura müştak… 

Ve dahi her letaif kendi midesinin tagaddisini şiddetle talep eder… 

 

Kalbin “ebed ebed” haykırışlarını kainattaki niam-ı ilâhiyeyi tümüyle  yutsan da tok olmaz ve işba edilmez olduğunu kendini her mütalaa edişinde görecek ve idrak edeceksin.

 

Buradaki tatmaklar ahiretin vücuduna delil ve bürhan iken, in’amat içinde ahirete iman hakikatine intikal ettiren cihazatı çalıştırmaksızın, mahşer ve mahkemenin, ölümün ve kabrin, cennet ve cehennemin inkarına nereden cesaret buluyorsun? 

 

Enzarını kaldır da bak muhtelif tabakat-ı cihazat-ı midelere …. 

Cennete müştak isen; akıl kalb ve ruhun çalışırsın daire-i midesine… 

İşte o vakit doymak bilmeyen midenin şahidi olursun iştiha-i kazibesine… 

Sana verdiği zilleti inkılab ettirirsin izzete… 

 

Bedene afiyet, hissiyata inşirah, kalbe itminan, ruha işba, sırra teneffüs eğer ister isen; 

İşte rehberi;

Bediüzzaman Said-i Nursî; RAMAZAN-İKTİSAD-ŞÜKÜR RİSALELERİ 

MEKTUBAT – sh: 398

LEMALAR – sh: 139

MEKTUBAT – sh: 364 

 

ESRA ÖZEL 

 

www.NurNet.org

KAİNAT SENSİN {10}

KAİNAT SENSİN {10}

 

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 17. Şifresi;

 

17.İSTİDADAT-I GAYR-I MAHSURAT

“İnsan, şu dünyaya bir misafir olarak gönderilmiş. Ve insana mühim istidadat ve o istidadata göre mühim vezaif tevdi edilmiş. 

Evet insan, çendan nefsinde ve suretinde hiçtir ve hiç hükmündedir. Fakat vazife ve mertebe noktasında, şu kâinat-ı muhteşemenin seyircisi ve şu mevcudatın lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin mütalaacısı ve şu müsebbih ve âbid mahlukatın nâzırı ve ustabaşısı hükmündedir.” [132]

 

“Cenab-ı Hak tarafından mükerrem kılınan insanın cevher-i ruhunda ekilen ve rakamlara sığmayan istidatlar var. Bu istidatların altında, hesaba gelmeyen kabiliyetler var. Ve bunlardan neş’et eden hadde gelmeyen meyiller var. Ve bunlardan husule gelen gayr-ı mütenahî efkâr ve tasavvurat var.” [133]

 

“Beşerin cevher-i ruhunda derc edilmiş gayr-ı mahdut istidadat ve o istidadatta mündemiç olan gayr-ı mahsur kabiliyetler ve o kabiliyetlerden neş’et eden hadsiz meyiller ve o hadsiz meyillerden hasıl olan nihayetsiz emeller ve o nihayetsiz emellerden tevellüd eden gayr-ı mütenahî efkâr ve tasavvurat-ı insaniye, şu âlem-i şehadetin arkasında bulunan saadet-i ebediyeye elini uzatmış, ona gözünü dikmiş, o tarafa müteveccih olmuş olduğunu ehl-i tahkik görüyor.” [134]

 

“Bu dar dünya, beşerin cevherinde mündemiç olan istidadat-ı gayr-ı mahdude ve ebed için mahluk olan müyulat ve arzularının sünbüllenmesine müsaid değildir. Beslemek ve terbiye için başka âleme gönderilecektir. İnsanın cevheri büyüktür, mahiyeti âliyedir, cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir, sair kâinata benzemez; intizamsız olamaz. Evet ebede namzed olan büyüktür; mühmel kalamaz, abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa kaçamaz. Cehennem ağzını, Cennet dahi ağuş-u nazendaranesini açıp bekliyorlar.” [135]

 

“İnsan ebede namzeddir ve saadet-i ebediye için halk olunmuştur. Tâ gayr-ı mütenahî bir zamanda, gayr-ı mahdud ve geniş bir âlemde, gayr-ı mahsur olan istidadatını bilfiile çıkarabilsin.” [136]

 

“Mahiyet-i insaniyedeki istidadda dahi ondan daha ziyade meratib var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidadatın inkişafatı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zenbereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa, melaikeler gibi insanların da makamı sabit kalırdı.” [137]

 

“Şu bürhan-ı enfüsî olan vicdana müracaat et.Göreceksin ki, kalb bedenin aktarına, neşr-i hayat ettiği gibi, kalbdeki ukde-i hayatiye olan marifet-i Sâni’dir ki,

istidadat-ı gayr-ı mahdude-i insaniye ile mütenasib olan âmâl ve müyul-ü müteşaibeye neşr-i hayat eder. 

Lezzeti içine atar ve kıymet verir ve 

bast ve temdid eder.” [138]

 

“İnsanlar içinde istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuatta münteşir ve mütecelli kemalâtın nümunelerini gösteren ferd, en sevimlidir.” [139]

 

“Şu hulle-i vücûdu bize giydirerek ve şu sermaye-ı saadet olan istidadatı veren, cemî’-i evsaf-ı kemâliye ile muttasıf ve Vâcib-ül vücûd olan Hâkim-i Ezel’dir.” [140]

*****************

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا  اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ بِلِسَانِ الْحَق۪يقَةِ اْلاِنْسَانِيَّةِ بِكَلِمَاتِ حَيَاتِهَا وَ حِسِّيَّاتِهَا وَ سَجِيَّاتِهَا وَ مِقْيَاسِيَّتِهَا وَ مِرْاٰتِيَّتِهَا وَ بِكَلِمَاتِ صِفَاتِهَا وَ اَخْلَاقِهَا وَ خِلَافَتِهَا وَ فِهْرِسْتِيَّتِهَا وَ اَنَانِيَّتِهَا وَ بِكَلِمَاتِ مَخْلُوقِيَّتِهَا الْجَامِعَةِ وَ عُبُودِيَّتِهَا الْمُتَنَوِّعَةِ وَ اِحْتِيَاجَاتِهَا الْكَث۪يرَةِ وَ فَقْرِهَا وَ عَجْزِهَا وَ نَقْصِهَا الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ وَ اِسْتِعْدَادَاتِهَا الْغَيْرِ الْمَحْصُورَةِ 

(Hülasat-ül Hülasanın 17.Mertebesi olan 17 şifreli hakikat-ı insaniye lisanıyle şehadet)

 

İşte bu tadat edilen her bir şifrenin açılımıyla imanımız kuvvet bulup tahkikleşecek, kökleşecek, gayr-ı mahdud duygularımız adedince ellerimiz;

Ve o eller ile hem dar-ı dünyada, hem dar-ı ahiretteki mat’umat sofrası genişleyecek, menbaından akıp gelen feyizden hisseyab olacağız.

Çünkü tadat ettiğimiz her bir şifrenin inkişafı ile afakta ve kesrette tatmadığımızı, enfüste ve vahdette tadacağız…

 

Afakta;

“fikir yoluyla sıfât ve esma-i İlahiyeyi ilmelyakîn ile iz’an etmek için akıl çok çabalıyor, sonra tam görür.” [141]

 

Fakat enfüste;

“Hakikat-ı insaniyeye baktığı vakit, o câmi’ mikyasta, o küçük haritacıkta, o doğru nümunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle kat’î ve şuhudî ve iz’anî bir vicdan, bir itminan, bir iman ile o sıfât ve esmayı tasdik eder. Hem çok kolay, hem hazır yanındaki âyinesinde, hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan iman-ı tahkikîyi kazanır.” [142]

 

Çünkü enfüste bizzat hissedersin, zevkedersin, farkedersin, yaşarsın, tadarsın, lezzet alırsın, yanarsın, elem çekersin, telezzüz, tekeyyüf ve teneffüs edersin, bizâtihî ruhunda, kalbinde, nefsinde ve sair cihazatında müşahede edersin…

Kalıbın ile kesret tabakatında da dolaşsan, kalbin ile umman-ı vahdette olup her daim kendini mütalaa ile sigaya çekersin…

İşte bu şifreler  ruhunda inbisat, kalbinde inkişafa medar oldukça siretin güzelleşir, nezihleşir, letafet kesbeder, tenevvür edersin.

“اِنَّ اللّٰهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلٰى صُورَةِ الرَّحْمٰنِ “

sırrındaki murad tahakkuk eder…

 

Enfüste her an ve zaman vaki olan bu 17 cihette terakki ve teâli ettikçe vahdet daireleri ehadiyette temerküz edip bir Rabb’i Vahid’e hadim olmaklığın şeref ve liyakatına yükseliyorsun.

Aksi halde enfüsün cevelân sahası olan bu 17 cihette derinleşmedikçe erbab tevehhüm edilen esbab ile yaralanıyor, hadisat ve vukuat sahnelerinde manevî cerihalara ve mukavemetsûz rahnelere maruz kalıyorsun.

 

Amma insan; kendini mütalaa ettikçe mevzubahis edilen bu 17 şifrenin açılımı ile imanın şeksiz ve şüphesiz mertebesine ulaşır, iman-ı tahkikide yakîn hasıl eder…

Sırr-ı akrebiyete vüsul ile veraset-i nübüvvete bakan velayet yolunda çok perdelerden geçip meratib kat’eder. 

“Bir saat tefekkür, bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır” hükmünü ifa ve icra eder.

Dercâna mütefekkirâne teveccüh ettikçe kuvvet-i iman nisbetinde vicdanî firdevslerin kapıları açılır…

Akılda işarât, idrakta tuluât, kalbte sunûhat, letaifte ilhamat, ruhta inbisat, ef’alde nakş-ı enva’ı ibadât inkişafa başlar.  Nur-u iman sayesinde maziye hulûl, istikbale nüfuz hakikatı zuhur eder. İşte o zaman da zuhurata tebaiyet mukadderatın olur.

Bütün zerratın “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” der, rahat eder. 

 

İşte bütün mesele kendini okumakta, kendine okumakta…

Sır cevherinde saklı, 

Çünkü KÂİNAT SENSİN ..!

 

Cenab-ı Hâk her bir şifrenin hakkıyla inkişafına ve inkişafından meydana gelen intibah-ı ruhîye ve kalbîye medar hakikata eriştirsin. En büyük şeref olan abd ünvanına liyakat ihsan etsin. Enfüsî alemimizde hakikatın ziyasıyla yol almayı, aydınlanmayı ve nurlanmayı nasib etsin. Amin Allahümme Amin.

 

                                                                    ESRA ÖZEL 

 

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından…

[132] Nur’un İlk Kapısı – 62

[133] İşârât-ül İ’caz – 55

[134] Sözler – 521

[135] Muhâkemat – 41

[136] Muhâkemat – 137

[137] İman Hakikatleri – 42

[138] Mesnevî Nuriye – 255

[139] Sözler – 572

[140] Âsâr-ı Bediiye – 289

[141] Emirdağ Lâhikası 1 – 145

[142] Emirdağ Lâhikası 1 – 146