Cehennem’den Bahsetmenin Lüzumu

Peygamberimiz’in (s.a.s.) fethini asırlar öncesinden müjdelediği, onu fetheden ordunun kumandanına ve askerlerine medhiyelerde bulunduğu, o medhiyelerin mazharı olabilmek için İslâm ordularının defalarca fetih seferleri yaptığı İstanbul, 29 Mayıs 1453 yılındaki fethiyle asırlarca Osmanlı Devleti’nin başkenti olduktan sonra onun ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara yapılmışsa da, başka mevzularda İstanbul’un başkentliği halen devam etmektedir. O mevzulardan biri olarak, kültürel faaliyetlerde de İstanbul’un başkentliği devam etmektedir.
Yıllar önce İstanbul’daki bir millî kütüphanemizde her hafta değişik bir kişinin konuşması olur ve ardından çay ve kuru pasta ikramı yapılırdı. Ben de ekseriya o toplantılara katılırdım ve ikindi ezanı okununca da bazılarıyla birlikte ikindi namazı için çok yakındaki bir camiye gitmeye çalışırdık. O toplantıların müdavimlerinden 80 yaşlarında görünen bir kişinin ezan okununca hiç camiye gitmemesi ve namaz hassasiyeti göstermemesi çok dikkatimi çekerdi; fakat küfür kelamı sayılabilecek sözlerle bana tepki gösterebileceği endişesiyle ona bu mevzuda bir şeyler söylemeye de cesaret edemezdim.
O mekandaki bir konuşmaya daha dinleyici olarak katıldıktan sonra ayaküstü çay ve kuru pasta ikramını aldığımız küçük ve yüksek masada ben ve ondan başka bir de Diyanet İşleri Başkanlığı personelinden imam veya vaiz bir kişi vardı. 80’li yaşlarda gözüken o yaşlı kişinin Diyanet İşleri kadrosundaki kişiyle tanıştıktan sonra ona “Vaazlarınızda ne olur Cehennemden bahsetmeyin” demesini çok yadırgamıştım.
Hem 80’li yaşlara gelmiş olmasına rağmen ezan okununca çok yakındaki camiye gittiği hiç görülmüyor, hem de Kuran’da âyetlerle ve Peygamberimiz’in (s.a.s.) hadislerle bahsettiği ve cezalandırılma tehlikesine karşı ikazlarda bulunulduğu Cehennem’den resmî görevi gereği olarak da bilhassa bahsetmesi gereken bir Diyanet mensubunu bundan yasaklamaya çalışıyordu! Bediüzzaman da “nev-i beşerin en mühim meselesinin Cehennemden kurtulmak olduğu”na Meyve Risalesi Sekizinci Meselesinde dikkat çekiyorken, dinî irşadla görevli bir Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin Cehennem’den bahsetmemesi, mesleğinin kendisine yüklediği mesuliyete de aykırı ve çok tezatlı bir hal olmaz mıydı?
“Adalet”, Risale-i Nur’da mükerrer olarak bahsedildiği gibi, bu kâinatın temel prensiplerindendir. Allah’ın “ADL” ismi, O’nun adaletin en yüksek derecesinde olduğunu ifade eder. Risale-i Nur’da Otuzuncu Lem’a, Hz. Ali (r.a.) tarafından “İsm-i Azam” olarak kabul edildiğini bildirdiği Allah’ın altı isminden biri olarak “ADL” isminden de bahsetmektedir.
Adalet, en kısa ifadesiyle, hak sahibinin hakkını vermek ve –yetkiliyse- suçluyu da cezalandırmaktır. Hak sahibinin hakkını vermek her insanın vazifesiyken  ve suçluyu ise ancak yetkili olan insanlar cezalandırabilirken, Allah suçluyu cezalandırmak mevzuunda da en fazla yetkilidir, O’nun suçluları cezalandırması ve bunun için elbette Cehennem olacak ve orada cezalandırılmamaları için insanları ikaz etmekle görevli dinî irşad görevlileri de elbette “nev-i beşerin en mühim meselesi olan Cehennem”den kurtulabilmeleri için insanlara ikaz faaliyetlerini mutlaka yapacaklardır.
 
Hem de Kur’an’da Cehennem’den bahsedilmesi Cennet’ten bahsedilmesiyle birlikte yapılmaktadır. Kur’an’ın Cehennem’den böyle bahis şekliyle insanlara, bu dünya imtihanlarından başarıyla ve yüz akıyla çıkabilirlerse Allah’ın kendilerini Cennet’le mükafatlandırabileceği, hem de aslında en mühim imtihanlarının içinde oldukları halde defterler-kitaplar açık, başkalarıyla yardımlaşmalarının serbest ve hatta bu  mevzuda tavsiyelerin  ve teşviklerin edildiği, kopya çekmelerinin ve bilmediklerini imtihan içinde oldukları halde bilenlere sormalarının dünyevî makamlar için yapılan imtihanlardaki gibi yasak olmak bir yana, Allah’ın elçisi Peygamberler ve onların ilmî vârisleri olandin âlimleri tarafından bunun yapulması için ısrarlarla  tebliğ ve teşviklerde bulunulduğu bu dünya imtihanlarında başarılı olmamak için direnenlere ve neticede Cehennem’e gidecek olanlara “zarara rızası ile giren ve acınmaya müstahak olmayanlar” nazarıyla bakılması gerekmez mi? 
Prof. Dr. Mustafa NUTKU