Cemaat – Telattuf – Takiyye

Cemaat oluşumunda ve gelişiminde en çok uygulanan taktiklerden birisi de hiç kuşkusuz “telattuf” taktiğidir. Telattuf, hissettirmeden varlığını sürdürmek, ağyarı uyarmadan mesafe kat etmek gibi anlamlarda kullanılır. Kavram, dayanağını Kehf Suresinin 19. Ayetindeki “felyetelattaf” sözcüğünden alır. Ayetin bu kısmında ve bir sonraki hükme gerekçe gösterilen ayette mealen şöyle buyrulur:

“.. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın/telattuf etsin ve sizi kimseye sezdirmesin. Çünkü şehir halkı sizi ellerine geçirirse muhakkak sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman siz dünyada da ahrette de asla kurtuluşa eremezsiniz.”(Kehf, 19-20)

Ayette anlatılan telattuf, tedbir anlamınadır. Bu şekliyle söz konusu ayet, tedbiri, kafir bir toplumda yaşayan azınlık Müslümanlara, dinlerini yaşama uğruna uzleti tercih edenlere, neler yapmaları gerektiğini, mağaraya çekilmiş gençlerden birinin dilini kullanarak öğretir. Mekke döneminin ilk yıllarına tekabül eden çile sürecinin bütün zamana yayılmış izdüşümlerinde geçerli bu öğreti, hiçbir yılgınlığa, hiçbir geri dönüşe meydan vermemek adına uygulanması gereken taktiklerin sunumu mahiyetindedir, maksat dini tavizsiz yaşamaktır.

Ayette, böylesi bir taktiğin uygulanma gerekçesi üç şarta bağlanır. Birincisi: Kafir bir toplumun galip güç olarak tahakkümünü sürdürmesidir. Böylesi bir toplumda iman sahipleri hem güçsüz hem de azınlıktadır. Toplum bünyesi iman ehlini ret etmekte, onları zararlı bir virüs gibi algılamaktadır. İkincisi: Bilindiklerinde, deşifre olduklarında öldürülme tehlikesidir. Üçüncüsü: İman ehlinin dinlerinden döndürülmeye zorlanmalarıdır. Bu üç şart söz konusu değilse, talattuf hem geçersiz, hem de anlamsızdır.

Ayette dillendirilen önemli hususlardan biri de, çarşıya gönderilen gencin eline verilen gümüş para ve bu paranın veriliş gayesi ile ilgili anlatılanlardır. Gümüş para, ekonomik güçtür. Bu ekonomik güçten maksat da temiz ve helal bir geçimin teminidir. Bu bağlamda tavsiye edilen telattuf, takva üzere yaşamayı garanti etmek anlamındadır.

Söz konusu şartlar oluştuğunda, yine söz konusu gaye ve maksatlar uğruna, kişinin ya da azınlık bir iman topluluğunun kendini açığa vurmama, varlığını ayrıca hissettirmeme gibi bir uygulamaya hakkı vardır; nitekim ilk dönemlerdeki sahabe uygulamalarında da böylesi bir tedbir kısmen uygulanmıştır. Fakat bu uygulama, asla, müşrik bir toplumda müşrikler gibi davranma, onların halleriyle hallenme noktasına varan bir uygulama değildir; olamaz da. Verilen ruhsat, kimliğini doğrudan ilan etmeme, açığa vurmama çerçevesiyle sınırlıdır, tatbik de hep böyle olmuştur.

Ölümle, dininden dönme noktasında yapılan dayanılmaz baskıya (ikrah) karşı verilen cevaz, bir emir değil sadece bir ruhsattır. Yani insan böylesi bir durumda, kalben değil, diliyle dininden döndüğünü söyleyebilir. Ne ki bu noktadaki azimet, ölümü tercihten tarafa meyletme şeklindedir. Ruhsatı kullananlar için de bir kınama söz konusu değildir.

Tedbir ile takiyye hiçbir noktada birbiriyle örtüşmez. Tedbir, kendini açığa vurmamak iken takiyye bir gizleme ameliyesidir. Telattuf ya da tedbir, kafir toplumlara karşı uygulanırken, takiyye kendi mezhep ya da cemaatinden olmayan herkese karşı uygulanır. Telattuf, dini tavizsiz yaşama, azimete yüklenmiş dini hayatla dinini ihya etme uğruna yaşanırken, takiyye ruhsat ve tavizlerle kendini örtme, kendini başka gösterme hatta başkalaşma uğruna gerçekleşmektedir. Telattufun hedefinde sadece rızay-ı ilahiyi talep bulunurken, takiyyenin hedefinde insanların rızası ve her türlü dünyevi beklentiler bulunmaktadır.

Ashab-ı Kehfin uyanış ve diriliş döneminde ihtiyaç söz konusu olmadığı gibi, Türkiye özelinde ve İslam dünyası genelinde, günümüz açısından bir değerlendirme yapılacak olursa, dini hayatı yaşama adına eskiye ait pek çok problemin çözüme kavuşmuş bulunması sebebiyle telattufu gerektirecek bir durum artık söz konusu değildir. Henüz çözülememiş problemlerin çözüme kavuşmasının yolu ise telattuftan çok, toplumun çok yönlü hassasiyetlerini nazara alarak, herkesin anlayacağı ortak bir dille, gaye ve hikmeti öne çeken anlatım üslubuyla irşat ve tebliğde bulunmaktır; cemaat yapılanmalarının, özelliği olsa da gizliliği olmayan şeffaf yapıya kavuşturulmasını tesis ile güven sarsıcı her türlü niyet ve pratikten uzak tutulmasını temindir. Allah’ın rızasını tahsil dışında, her hangi bir gaye ve maksada yönelmeme konusunda azami sebat göstermek ve bunu hal diliyle, tecrübi yaşantıyla ispat etmektir.

Aziz dostlar,

Gezi olaylarından bu yana, Cemaate ve Hocaefendiye, yanlış uygulamaları nedeniyle açık eleştiri yapıyor ve doğru bildiğim doğrultuda bazı uyarılarda bulunuyorum. Kimileri de benim Hocaefendi ve Cemaatle ilgili daha önceki olumlu kanaat ve değerlendirmelerimle yaptığım bu eleştiriler arasında bir çelişki keşfiyle uğraşıyor. Zahmet etmesinler. Ben açıklayayım. İyi bir vasıtayla, güzel bir yolda, güzel yerlere giderken, ya vasıta arızalanıyor, ya kaptan vasıtayı bir yere çarpıyor ve tanınmaz hale sokuyor ya da kaptan rotayı değiştirerek bizleri istenilmeyen yerlere götürmeye çalışıyor.. Olumlu ya da olumsuz bu iki hal ve keyfiyetle ilgili yorumlarımız, tepkilerimiz hep aynı olmak zorunda mıdır? Soru retorik, cevabı içinde.

Latif Erdoğan

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: