Cennetten Geliyorum

Geç olmuş yatıyordum
Fakat uyku tutmadı ve kalkıp,
Yakıverdim şamdanı.
Gecenin zülüfleri, seccademin püskülleri

Yatıverdim pusuya
Vakit gelmiş tavına, tecelliyat avına.
Kur’an dinliyorum Davut (a.s.)’dan
Canım da nasıl istiyordu zaten.

Zerrelerimin ihtiyacı, kulaklarımı deliyor
İşte sesler geliyor
Hani bir de ağlamasam!..
Ne kaldı o bayrama dedim de durdum

Kur’an sesi gel diyordu peşimden
Ben de gittim.
Seyyah olup o alemi gezerim
Ve.. peş peşe neler sezerim.

Uykum gitti yücelerin katına
Ne güzelmiş hayal avına.
Sanki canım kuş idi
Seyahatin başlangıcı biraz yokuş idi

Öyle bir yol; yeşillikler, rayihalar peş peşe
Mızrak boyu yakıncaydı, selam verdim güneşe.
Çayır çimen kilim sermiş, geliyorken piyade
Ilık rüzgar, bülbül sesi; Kur’an daha ziyade.

Duygularım şahlanıyor, kalben inlemek gibi
Olmaya devlet cihanda, Kur’an dinlemek gibi.
Şimdi ise nideyim?
Düşündüm ki cennetlere gideyim.

Gittim de gittim.
Yaklaşınca nihayet
Kulağımda şu ayet
“Hüve mevlakum”

“Esselamü aleyküm” bekçilerle karşılaştık
“Ebedi kalıcılar olarak girin cennete” dediler.
Tevhid çekip ilerledim, bakınıp şaşkın şaşkın
Dünyanın tadı yokmuş, ne Leyla ‘nın ne aşkın

Anlatması mümkün değil, tarifinden acizim
Her tarafı ışıl ışıl
Cam göbeği ve yeşil.
Şeffaf şeffaf

Aman yarabbi, ne tuhaf?
Aklımdan. Belkıs geçti
Gezdiği saraylar hiçti.
Binler kere, yüzbinlerin misli misli katmer

Her biri ayrı renkte yıldız var.
Bu ne güzel bir koku,
Her şey var, yoktur yoku.
Geziniyor yetmiş kokulu güller

Sinelerde zehir olmuş, görünmeyen gönüller.
Kullar mesrur,
Her taraf nur.
Her köse şehr-i ayn

Hurilerin terennümü köpüklerden mülayim
İste gelen bir dilber,
Üstünde tüller
Yaklaştı durdu

Hatırımı sordu.
Elinde kadeh var, sunuyor.
Cennette ayak izim, hem içirdi hem içti
Ne kadar gençti.

Ceylan gözlü derler ya, evet öyle
Hem iri iri, hem kuzguni, hem meftuni
Yürüdükçe inci mercan döküyor, iliği gözüküyor
Endam ediyor, boyun büküyor, yürek söküyor.

Sanki düşmüş gökkuşağı kirpiğine takılmış
Yanağında gamzeleri, şule şule yakılmış.
Hele ki tebessümü
Unutturur ölümü.

Gönül ya bu, sevdalandı,
Aklım dolandı.
Arzum sevgim koşuştu
Müşterekte buluştu.

Arzu evse sevgi ona tavandır
Sevgi yoksa arzu zaten yavandır
Dedim ona: Düşte dahi senin gibisi yok idi
Dedi bana: Dünyada iken ibadetim çok idi

Dedim ona: Sizde vuslat var mıdır?
Dedi bana: Boş durması kar mıdır
Dedim ona: Tutalım mı el ele
Dedi bana: Cenneti bir gez hele.

Dedi ve gitti,
ordan seyirtti.
Yürüyorum ileri
Görecektim neleri.

Ayağım çıplak
Kadife toprak
İşte tuba dalları
İşte irem bağları.

İşte güller bülbüller
Lal kesiyor diller.
Ağaçlar meyve yüklü; taru taze her yemiş
Katiyyen beklememiş.

Tanışıklık veriyordu dünyadan fakat çok farklı,
Tatlı mı tatlı
Mehoş mu mehoş
Anlatamam boş.

Güneş vardı, gölge vardı, birbirinden hoş
Ağaçların sesi, kuşların sesi
Ve yolun cazibesi, yürütüyordu beni.
Ayak izleri çoktu

Ne güzel, toz da yoktu.

Sel sebilden su içtim
Sonra bir yere geçtim.
Üç beş arşın aralıkla nehirler
Kenarında sedirler.

Şarap akar, su akar, süt akar
Biri bal, istediğin kadar al.
Ne bıktırır, ne yakar, hep akar

Etrafında mü’minler
Hud hudları dinler
Uzanınca eller
Çekirdeksiz meyveler iner

Bir meltem üfül üfül
Rengarenk gül
Süslü püslü koltuklar var, etrafı altın
Bir güzel ki yaşayışı, cennetteki halkın.

Kimi şarkı okuyor, kimi gergef dokuyor
Kimi çelenk takıyor, kimi kına yakıyor.
Biri dalmış bakıyor, o da ben.

Soğuk da yok, sıcak da
Uçar gibi ayakta yürüyordum
Ve köşkler görüyordum çevrede
Hem de ne kadar muazzam
Azam mi azam.

Dedim şimdi nideyim
Tefe’ül den birisine gideyim
Bahçesinde yavaşça ilerledim
Haşmetinden terledim

Yaklaşınca merak ettim
Acep kimedir nasip?
Kapısında yazıyordu “Ya Cüleybib”
Altın kapı açılınca geriye
Destur geldi, giriniz içeriye.
Merdivenler yumuşak tüylü halı
Kim bilir ne pahalı

Duvarların yüzeyleri pür ışık
Gözlerim kamaşık, ayaklarım dolaşık
Yeşil ışık, kırmızı ışık Lamiane birbirine karışık

Pencereleri gümüş, camları sırça
Bir ayet yazılı, her nereye bakınca
Yükselmiş döşekler var çevresi
İncilerle müzeyyendi perdesi.

Süslü süslü koltuklar
İhtişamlı tahtı var
Hem gittim Cüleybib’in yanına
Huriler girecekti ta canına.

Gözlerini yalnız o’na hapsetmiş
Sayıları iki, fazlası yetmiş
Bir elinde kitap Hurilere hitap.
Hikmet söz ediyordu
ALLAH diyordu.

O yüzünün ziyasını, güneş görse kıskanır
Kamer görse, kendini üvey evlat sanır.
Bir elinde yetmiş kokulu güldü.
Bana güldü.

Dedim o’na: “Ya Cüleybib cennet ne kadar güzel”
Dedi bana: “İhlas var ya, cennetten daha güzel”
Dedim o’na: “Ya Cüleybib bu köşk ne kadar güzel”
Dedi bana: “Sohbet var ya, köşkten daha güzel”
Dedim o’na: “Ya Cüleybib sen ne kadar güzel”
Dedi bana: “Hamza var ya benden daha güzel”
Dedim o’na: “Hamza hangi köşkte yaşıyor?”
Dedi bana: “Burada değil, Afkan’da savaşıyor”

– Ne zaman gelir?
– Allah (c.c.) bilir
– Canım isterdi ki görsün
– Meydanda görüşürsün.

Dedim o’na: “Ammar nerede, çok isterdim göreyim”
Dedi ki söyleyeyim:
– Annesiyle babasıyla nasıl karşılaştılar
Geldiği gün sarıldılar, hala ayrılmadılar

Ne yüzünü gören oldu, ne duyuldu sesi
Cennetlerden tatlıymış ebeveynin sinesi.

– Öyle ise söyler misin ibn-i Erkam nerede?
– Sohbet varmış “gidiyorum” demişti şakirdlere
– Nerede bulunur?
– Her sohbette bulunur, çayın sekeri olur.

– Ne zaman gelir?
– Allah bilir.
– Ya Ebu Zer?
– Haa, o mu? O hala yalnız gezer
– Görmem nasıl olacak?
– Meydanda bulunacak.

– Peki “Üstad” nerede, hani o piri fani?
– Gördüğünde şaşıracaksın yine öyledir hali.
– Yaa.niye?
– Rabbim o’nu öyle seviyor diye.

Dedim “Görmek istiyorum nerde Ebu Hureyre?”
– O da gitti bir yerlere.
– Oralarda işi ne?
– Kedilerden biri kayıp, gitti onun pesine.

– Acep şimdi ne yanda?
– Görürsün meydanda.
– Meydan dediğin nedir?
– Şu yoldan ötedir.

Bir meydan ki yemyeşil
Nasıl anlatası dil?
Ortasında Ruhullah’tan bir ağaç
Çevresinde yaprakları nur sirac; hafif de yamaç

Bir ağaç ki nağmelerin ahengi
En güzel şarkı ne ki?
Bam teline geliyor, sine deliyor.
Etrafını dolanmaya ne zaman ki başlanır

Devenin yavrusu olsa, bitiremez yaşlanır.
Etrafında sahabeler
Musiki dinler
Mest olur başlar

Gezinir kuşlar, sende yavaşlar.
Huriler dolanır elinde bade
Aklından geçene, geçmiyor vade.

Sen şimdi yürürsün
Gidince görürsün.
– Kimler vardı?
Lütfen söyler misin ya Cüleybib

– Herkes orda, hatta Rabbim demiştir O’na “Habib”
– Ne diyorsun?
– Daha mı duruyorsun
– Selamun aleyküm
– Aleyküm selam.Görüşürüz orada.

Huşu ile seyrederek her yeri
Bir parlak ki kenarları
Çiçeklerle müzeyyen
Geçene selam diyen.

Ayağım çıplak
Kadife toprak.
İnciden çakıl taşları
Ne tümsek var, ne yokuşları.

Ağaçlardan birisiydi, eğildi
Elime bir nari geldi.
Yedim, ilerledim.

Hafif güneşti
Bir meltem esti.
Sarığım düştü
Kuşlar gülüştü.

Kokuyordu buram buram zencefil
Ne muazzam bir sebil
Yürüdükçe gelincikler, laleler
Bana yüzünü döner, aynasıyla nilüfer.

Sağ cenahtan bir güvercin “gu” dedi
Yaklaşınca “su” dedi
Verdim içti “Hu” dedi
“İsteseydim su gelirdi, istediğim bu” dedi

O sırada bir zat gördüm nurani
Sanki tanıdım hani
Yolun sağında, ağacın yanında
Fakat üzgün
Ve süzgün.

Ağaç’a yaşlanmış
Kirpikleri ıslanmış.
Dedim “nedir kaygın”, fakat o durgun
Anladım ki o nurani gönülden vurgun.

Ben sustum, o sustu
Sonra kendi konuştu
Dedi: “Ne yana?”
– Gidiyorum meydana
– İlk defa mı?
– Evet
– Ne mutlu sana
– Sen de gel
Yine sustu, sonra konuştu

– Bu kaçıncı buraya dek gelişim
Fakat gidemeyişim
Sayısını unuttum
Heyecanımı hep yuttum
Cesaretim olmadı, geldiğim yolu tuttum.
İçimden çok şeyler duyarım
Çok heyecanlanırım
Fakat içimdeki bu heyecanları
Dile getirmeye muktedir değilim

Ben o nameden müteheyyicim
Yoktur ihtimali terennümün
Ağlarım anlatamam
Söylerim dinletemem
Dili bağlı kalbimin
Bundan çok bizarım

Şehidim yok, gömleğine hediyelik sarayım
Hizmetim yok, hangi yüzle huzura varayım
Ben bir bahtı karayım
Sine hahem şerha şerha ezfirak
Tabe güyem şerh-i ferdi iştirak
Parça parça olmus sine isterim
İsterim ki esas derdimi anlasın
Esas derdi dertli olan anlar

Şerha şerha sine isterim, isterim ki anlasın
Ah Rabbim, ah Rabbim!
Küfür bir tekme vurdu
Senin, üzerinde adın dalgalanan o bayrağı
Taa, üç asır önce yıktı.

Ah Rabbim!
Üç asırdan beri köşede bucakta
Her yol kıvrımında sana küfürler savruldu.
Seni temsil eden maarif çoktan
Hak ile yeksan oldu, yerle bir edildi.

Ah Rabbim!
Biz sana zahiren sahip çıkıyor olduk
Ama sövüldüğün yerde ürpermedik
Hakaret edildiğin yerde kükremedik
Verdiğimiz şeyleri, cimrilik gibi sadece
Zekat ölçüsünde verdik; şahlanamadık
Küheylanlar gibi şahlanamadık
Rabbim. dedi ağladı

Sözü böyle bağladı
Çömeldi yere yine ağladı
Çok bekledim bitmedi
Eliyle “sen git” dedi
Söz dinlemem gerekti.
Başladım yürümeye, muradımı görmeye.

Kadife toprak
Ayağım çıplak
Bu yol ne kadar uzak
Bir kamçı kadar yeri dünyaya bedel
Sümbül açmış iki cenah

Hu çekiyor goncalar
Ritm tutmuş sallanıyor
Beş yapraklı yoncalar
Uhuvveti var, güneşle meltemin
Huzur veriyor, sürur veriyor.
Misk-i amber kokuyor her yan

Acaba çok mu uzaktı meydan?
İlerlerken ileri, neler gezdim neleri!
Bütün sahabeleri görecektim,
Huzeyfe’yi, Bilal’i
Asim bin Hilal’i, Hanzala’yı, Talha’yı
Ebu Derda’yı, Sad bin Ebi Vakkas’ı
ibn’i Abbas’ı, Muaz bin Cebel’i
Abdurrahman bin Avf’ı görecektim
Ve Kaab’ı, Musab’ı
Selman’ı Farisi’yi ve cümlesini (r.a.)
Terennümle anmak bile yetmiyor adlarını
Çok merak ediyorum Cafer’in kanatlarını.

Bir tahayyül geçiyor ki gözlerimin önünden
Göz kapalı seyretmesi gönülden.
Aynı birlik, ayni dirlik
Mübarek “beşi birlik”
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Alim

Aman Allah’ım, aman
Aralarındaki de kim?
O’na demiş Rabbim “Habibim”
Ne güzelmiş nasibim ki O’nu göreceğim
Ve şöyle diyeceğim:

“Elfi elfi salatin ve elfi elfi
Selamün aleyke ya Rasulallah
Anam babam sana feda olsun
Sen!..
Gördüğüm su cennetten
Başa konan devletten
Yığın yığın servetten
Kesrat ile hürmetten
İzzetten ve lezzetten
Ve en güzel suretten
Daha da güzelsin
Ya Rasulallah!

Canım sana feda olsun.
Sen!..
Sine püryan şefkatten
İnsan üstü kuvvetten
Müjdeli son nefesten
Borcumu demekten
Arşı tutan melekten, yanındaki semekten
Yemekten içmekten
Daha güzelsin Ya Rasulallah!

Ciğer parelerim sana feda olsun
Sen!..
Kardeşimiz Yusuf’tan
Kucak dolusu yakuttan
Magripten masripten
İçi dolu beşikten
Ağladığım geceden
Daha daha niceden
Daha da güzelsin Ya Rasulallah!

Gelecek zürriyetim sana feda olsun”
Diyeceğim. Evet öyle diyeceğim
Ne kaldı ki, iste şurada göreceğim
O sırada önüm gözüm biraz aklaştı
Anladım ki yaklaştım.

Biraz sona gelecekti o meydan
Ne müthiş bir heyecan.
Zemin henüz gözükmemişti
Üzerinde sema tasviri gayr-i kabil
Fakat bu cahil yine bir kaç söz ediversin.
Atmosfer tamamen nur, büyük mü büyük
Onlarda solunum nur mu olsa gerek?!

Akıl ermeyecek!
Ne talihli bir kulum
Var mıyım, yok muyum?
Düşünüyorum Melekler semada sema ediyor
Halka halka dönüyor
Ne güzel halkalar!
Yan yana, dizi dizi ve saf saf.
Sevgileri tavaf, pırıl pırıl parlıyor
Sema yıldızı gibi.

Demek ki şimdi onlar görüyorlardı HABİBİ
Üzerlerinde bir taç var
Meleklerin üstünde ve semanın üstünde
Nur üstüne nur, direksiz bir sur sanki

Geçtiğim yerleri unuttum.
Fakat unutmadığım bir şey var
Nedir bu içimdeki nükte?
Sevincim büyüklükte.
Neden baştan beri hep bu yarı sevinç?
Aklımdan çıkmadı ki hiç
Niçin üzülüyorum?
Sorumun cevabini biliyordum.

Her sözünü hatırladım heyhat!
Ne demişti o nurani zat
“Parça parça sine isterim
İsterim ki esas derdimi anlasın.
Ah Rabbim, ayaklanamadık
Küheylanlar gibi şahlanamadık

Hizmetim yok ki
Hangi yüzle huzura varayım?!
” Demişti.Evet öyle demişti
Peki ya ben! Ben ne yapmıştım ki
Ve şimdi ne yapıyorum?
Birden durdum, vuruldum sanki

Ne kadar akılsızmışım
Parmaklarım ağzımda
Çoktandır böyle ağlamamıştım
Ne yapayım şimdi?
Karşımda cennetin en güzel yeri
Nasıl döneyim geri?
Nasıl döneyim?!..
Bırakıp Peygamberi, Sahabeleri

Ama yol bu, erkan bu.
Eli boş gidilmez ki Yakıştıramam kendime
O kadar da yüzsüz değilim hani!..
Ah. beni gidi beni!.
Ah. beni gidi beni!..
Ne yapsınlar seni
Boyunduruk yerde
Düşmanlar içerde
Kimse düşmesin böyle derde.

Şehit Namzeti

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: