Cevherden Mücevhere..

Bir kuyumcu vitrinini süsleyen altın takıların nasıl yapıldığını, o güzel şekillere nasıl kavuştuklarını hiç düşündük mü?

En başta sadece kuyumcu ve cevher vardır. Sonra kuyumcu cevhere vereceği şekli belirler. Modele göre kullanılacak yöntem de farklılık gösterir. Bazı modeller için maden sıvı hale gelene kadar ateşle muamele edilip, yani eritilip kalıplara dökülür, bazı modeller için tabaka kesilip çekiç ve testere gibi aletlerle şekil verilir. Bazı modeller içinse altın haddeden geçirilip tel haline getirilir.

Bütün bu yöntemler cevhere zulümmüş gibi görünse de, neticede vitrinin önünden geçerken insanların (özellikle hanım kısmının) dönüp bakacağı bir mücevher olur.

Rabbimizin de bizim için belirlediği bir model var. Elimizdeki cevheri dönüştürmemizi istediği bir mücevher var.

Eninde sonunda da o şekle geleceğiz. Ya bu dünyada ya da öbüründe…

Önce, kendimizi biz şekillendirelim diye bizi bu dünyaya göndermiş. Nasıl bir şekil istediğini de 1400 yıl önce indirdiği kitapta tarif etmiş. Yetmemiş, örnek modelleri ve son mükemmel modeli de önümüze koymuş “buna benzeyeceksiniz” demiş.

Kuyumcuların altın cevherini şekillendirmekte kullandığı araçlar gibi araçları da ihmal etmemiş elbette.

Acaba içimizdeki cevheri bir mücevhere dönüştürmemizi sağlayacak bu araçlar neler olabilir?

Bu araçlar, başta nefsimiz ve tabi tutulduğumuz imtihanlardır.

Nefsimizle mücadelemizde başarılı olup imtihanları da geçebilir, sonunda kendimizi kuyumcuya beğendirebilirsek güzel ve değerli modellerin bulunduğu vitrin ve tezgâhlarda kendimize bir yer bulabileceğiz. Yalnız burada birinci şart kuyumcunun beğenmesi.

Ya model eğri, yamuk ve bozuk olursa?

O zaman, hurdaların arasında yeniden işleme tabi tutulmaya…

Ama bu defa kendini düzeltme şansı yok, o fırsat gitti. Düzeltme kuyumcunun yöntemleriyle…

Kâh potada erimeye kâh çekiçle ezilmeye kâh haddeden geçmeye. Ama sonuçta o şekle gelinecek. Cennete girecek olgunluğa ulaşmadan cennete giriş yok.

Cennetle ilgili düşünüp hayal kurarken çoğumuzun gözden kaçırdığımız bir nokta vardır. Bu dünyada yasak olan şeyleri orada serbestçe yapabileceğimizi düşünürüz. Hatta buradaki bazı hesaplarımızı, kinlerimizi oraya taşıyacağımızı zannederiz.

Düşünmeyiz ki bu dünyaya o kinleri, o kötü düşünceleri budamak için gelmişiz.

Düşünmeyiz ki o özellikler cennete lâyık özellikler değil ve cennete giremez.

Düşünmeyiz ki cennetin yolu onlardan kurtulmaktan geçiyor.

Düşünmeyiz ki o eğrilikler ya burada düzelecek ya da orada düzeltilip öyle gidilecek cennete.

Nasıl düzeltileceği de malûm. Ateşle, çekiçle, haddeyle.

Evet, çeşit çeşit azaplar var cehennemde. Hani herkes ateşini dünyadan kendisi getirir denir ya! Bazen dünyada düzeltilmeyen eğrilikler, orada bizatihi azap olur insana.

Meselâ, sadece cennetin varlığı bile cehennemdeki insan için azaptır. Cennet olmasa cehennem azap vermez (*)

Nasıl mı?

Bilir ki, kendisinin içinde bulunduğu sıkıntılı hâle karşılık bazıları cennette sefa sürmektedir. Bu dayanılacak bir şey değildir onun için. Hâlbuki bu haset düşünce cennette bulunamayacağı için belki sahibinin orada olma sebebidir. Dünyadayken kendinde olmayan şeylere sahip kimselere karşı sabır ve tevekkül yerine kin güttüğü için ve bu vasfını dünyada bırakmayıp ahirete taşıdığı için oraya atıldığını anlayana ve bundan vaz geçene kadar azap devam edecektir.

Ayrıca başka suçlardan orada olan için de cennetin varlığı azaptır. Orada olmasına sebep olan suçu neyse, eğer zamanında o suçu işlemese veya tövbe etse belki cennette olacağını bilmek ve bunun yol açtığı pişmanlık, insan için hafife alınamayacak bir azap olsa gerektir.

Yukarıda bahsettiklerimizden, eğrilikleri düzeltilen, suçlarının cezasını çeken insanın eninde sonunda cennete gideceği gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Bu sonuca şöyle bir düzeltme gerekir ki: Bu bahsettiğimiz durum dünyada iken doğru şekilde iman edenler için geçerlidir.

İmanı olmayanlar için maalesef cevherden bahsedemiyoruz. Dünyada oldukça gösterişli bir takıya dönüşseler bile kuyumcu vitrininde yer alamazlar. Çünkü orada ancak altın takılar sergilenir. Onların yeri seyyar tezgâhlar ve ucuz mal satan dükkânlar olabilir ancak. Yani bu güzel vasıflarından dolayı mutlaka bir karşılık elde etseler bile dünyada iken Allah’ı inkâr eden için dünya hayatı bittikten sonra hiçbir şekilde cennete giden bir yol yoktur.

Rabbimiz bizi ve sevdiklerimizi doğru ve kâmil imandan ayırmasın.

(*) Hutbe-i Şâmiye Hikmet Pırıltıları #78

Muhiddin Yenigün

http://yenigun.name.tr/

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: