Cevşenü’l-Kebir’den Marifetullah Nükteleri-5

Vahdet-i Zât ve Kesret-i Esma Sırları

Bir zâtın, zâtı bir ve tek olsa da ünvanları, isimleri çok olabilir. Dünya milletlerinde tarih boyunca görünen şirklerin ana kaynağı bu meseledir. Allah’ın isimlerini kendisinden kopuk, bir birinden kopuk ve ayrı algılamalarıdır. Yunanlılar aşk ve sevgi tanrıçası, Afrodit; hikmet ve bilgi tanrısı, Hermes; güzellik tanrıçası, Venüs v.s. isimlerle Allah’ın Vedud-Hakîm-Cemil isimlerini, aşk-hikmet-cemal sıfatlarını Onun zatından ayrı, birbirlerinden kopuk olarak düşünmüş ve görüp şirke düşmüşler. Cevşenü’l-Kebir ile Hz. Peygamber (ASM) bu konuda tespit yapıyor: “ Zât, bir ve tektir. Fakat çeşitli bağlantı ve yönler itibariyle 1001 ismi-ünvanı-sıfatı vardır. ” Örnek: Padişah misali… Padişah 1 tanedir. Fakat mülkiye denilen idarecilikte onun adı “ Sultan ”; hukuk ve adalet işlerinde ismi, “ Hâkim-i Âdil ”; askeriyede   “ Kumandan-ı A’zam ”; ilim sınıfı ile irtibatında “ Halife… ” Padişahın isim ve sıfatlarının çokluğu zâtı itibariyle bir ve tek olmasına halel vermiyor. Bilakis onun zatının ihtişamını ve büyüklüğünü gösteriyor. Çünkü Padişahı tanımak isteyen kişi, isimler ve ünvanların, sıfatların ve şuunatın kaynağı olarak padişahın mükemmel zâtını bulacak ve görecektir.

İsimler, Zâta ait bir hakikati ve zâtî cepheyi gösterse ve ifade etse de tam manasıyla Zât-ı Akdes’i ifade edemezler. Özellikle celal ve cemal ayrımı taşıyan isimler. Mesela Zât, ihya fiiliyle hayat verir, diriltir; fakat Zât-ı Akdes’in imate fiiliyle öldürüşü, Mühlik ismiyle helak edişi var. Bu noktada kemalî isim ve sıfatlar Onu anlatmada biraz daha ileri bir boyut ifade ederler. Kudret sıfatı ve Kadîr ismi gibi… Fakat kudret sıfatı ilim, basar ( görme ) ve sem’ ( işitme ) gibi sıfatlardan mahiyet ve özellik olarak ayrı olduğu için Zât’ı tanıtma ve bildirmede kemal bir sıfat olsa da yetersiz kalmaktadır. Bu açıdan İslam kelam âlimleri kudret, ilim, irade gibi sıfatları Zât-ı Akdes’in ne aynı ne gayrı diye ifade ederler. Yani Onu tam ifade edemediği için aynı değildir; Onsuz olamadığı ve Onun bir sıfatı olduğu için gayrı da değildir, derler. Bu noktada zâtî ve selbî sıfatlar olan vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, kıyam binefsihi Zâtı tam ifade ettikleri ve anlattıkları için “ Onun aynıdır ” diye tasnif ederler.

Hz. Peygamber (ASM) her ne kadar bütün isimler zâtî olmasa da hepsinin temelinde Zât’a dayandığını, Ondan feyiz, nur ve kuvvet aldığını Cevşenü’l-Kebir’de işler. Bu şekilde her isimden Zât-ı Akdes’e giden bir yol açar. Bu yönü 2 babda görüyoruz: 31. Bab ve 73. Bab…

Cevşen, İlâhî sıfat, isim ve fiilin zâtiliğini öğretecek şekilde bâb tasnif eder. Bu zâtiyet vasfı, en derin bir sır olduğu ve misli olmadığı için, kâinatta ve kullardaki sıfatların izâfîliğini ve cüz’îliğini nazara sunup Allah’ın sıfatları ve fiilleri böyle değildir, der. Bunu yapmaya mecburdur. Çünkü zâtiyet gerçek manasıyla sadece ve sadece Allah’a mahsustur. Kullardaki zâtiyet, izâfîdir. Yukarıdaki bölümlerde görüldüğü gibi, kul hem fâil hem mef’ûl iken Allah, sadece ve sadece Fâil’dir. Fiili Külli ve Kendisi Fail-i Mutlak olan tek bir zât var. Misli yok ki, başkası Ona misal olsun. Bu noktada 31. Bâb ve 73. Bâb, bu zâtiyet sırrını açıyorlar. Âfâki meşreb birisi için 31. Bâb “ izzet, latîfiyet, rakîbiyet, kaimiyet, hayat, melikiyet, beka, âlimiyet, samediyet ve kuvvet ” sıfatlarıyla zâtiyet dersi verilirken; enfüsî meşreb birisi için 73. Bab “ ehadiyet, ferdiyet, samediyet, vitriyet, rububiyet, ğınâ, sultâniyet, melikiyet, mevcûdiyet ” şeklinde zâtiyet daha derinden ders veriliyor.

İsimlerin İç İçe Tecellisi, Ehadiyet Goncası-Ferdiyet Gülü

Hakiki manada Zâtî isimlerden ve tecellisi de zâtî tecelli olan Ehadiyet, hilkatin zaruri bir gereği olarak her nesnede, fakat canlılar dünyasında ve her bir canlıda bilfiil olarak kendini gösterir. Bu ciheti Hz. Peygamber (ASM) keşfettiği için Cevşen’de 3 bâbda bu meseleyi işler: 35. Bab, 11. Bab ve 65. Bab… İlk bab insanlar arası bağları inşa eden Ahde Vefa meselesinde; ikinci ve üçüncü bablar ise Kişisel Ömür’de…

Cevşen’deki bu bölümlerde bir faaliyet veya varlık için gerekli diğer fiiller, isimler ve sıfatlar zikrediliyor. Tâ ki bir fiil, diğer fiillerle örülmüş bir gonca gibidir bilinsin diye. Bu bakış aynı zamanda Ehadiyet dersidir de… Çünkü Ehadiyet tecellisi, bütün fiil ve sıfatları da içinde barındırır. Cevşen’in 35. Bâbı böyle bir derstir. Şöyle der: “ Yâ men hüve fî ahdihî vefiyy * Yâ men hüve fî vefâihî kaviyy * Yâ men hüve fî kuvvetihî aliyy * Yâ men hüve fî uluvvihî karîb… ” ( Ey ahdinde, vefalı olan * Ey vefâsı içinde kuvvetli olan * Ey kuvveti içinde yücelik taşıyan, ulvî olan * Ey ulviyet ve yüceliği içinde yakın olan… ) Bu şekilde 35. Bâb 10 hakikati bir tek  “ ahde vefâ ” nın içinde okutur ve hakikatler arasındaki telâzumu ders verir. Bu 35. Bâb şu 11 hakikati iç içe sunar: “ Taahhüd, vefâ, kuvvet, ulviyet, kurbiyet, latîfiyet, şeref, izzet, azamet, mecd ve hamd.

Cevşen’deki diğer bölümde Hz. Peygamber (ASM) kendi geçmişini ve hayatını okur. Bu enfüsî okumayla, Ehadiyet-i İlahiyenin tecellisini kendi dünyasında katmer katmer keşf eder. 11 ve 65. Bâblar bu şekildedir.

  1. Bab’da der ki: “ Yâ men halakanî ve sevvânî * Yâ men rezakanî ve rabbânî * Yâ men et’amenî ve sekanî * Yâ men karrabenî ve ednânî * Yâ men asamenî ve kefânî … ” ( Ey benim cismimi yaratan ve güzelce düzenleyen * Ey beni rızıkla yaşatan, terbiye edip büyüten * Ey beni yedirip içiren ve güzelce yaşatan * Ey beni Kendisine yakınlaştıran ve Kendisi de bana yakınlığını hissettiren * Ey beni koruyan ve bana kâfi gelen… )
  2. Bâb ise, Ehadiyetteki teselliyi ve Allah’ın kuluna kifâyetini ders veriyor: “ Yâ ıddetî ınde şiddetî * Yâ recâî ınde musîbetî * Yâ mûnisî inde vahşetî * Yâ sâhibî ınde ğurbetî * Yâ veliyyî ınde ni’metî… ” ( Ey şiddet ve zorluk anında hazırlığım * Ey musibet zamanında ümidim * Ey yalnızlık zamanımda sıcacık gönüldaşım * Ey gariplik ve gurbet anımda sâhibim ve * Ey nimetler içinde dostum… )