Cevşenü’l-Kebir’den Marifetullah Nükteleri-6

İlâhî Hürriyet ve Esma-yı Hüsna

Hz. Peygamber Cevşen’de bir bölümü Allah’ın en baş sıfatı olan iradeye, bu iradenin kökü olan, Onun Zâtının taayyünü manasında olan ve hiçbir kayıd altına girmeyen “ meşiet ” sıfatına ayırır. Bu sıfatın kâinatın her karesinde tecellisini gösterir. Tâ ki, doğru bir Ulûhiyet marifeti ve telakkisi hasıl olsun. Cevşen’deki 82. Bab meşiet hakikatine tahsis edilmiştir. Orada şöyle der: “ Yâ men yahluku men yeşâu * Yâ men yef’alu men yeşâu * Yâ men yehdî men yeşâu * Yâ men yudıllu men yeşâu… ” ( Ey dilediğini maddi vücuda getiren ve yaratan * Ey dilediği şeyi yapabilen ve yapan * Ey dilediğine hidayet veren ve bahşeden * Ey dilediğini hakikat yolundan saptıran ve dalalete atan… )

Kur’an Hud Suresi 105-108. âyetlerde meşietin mutlaklığını vurgular. “ Allah dilerse, ehl-i cenneti cennetten çıkartabilir. Ehl-i cehennemi de cehennemden çıkartabilir. Hiçbir şey ve hiçbir irade Onu sınırlayamaz ” der. Meşietin, kayıtsızlığını vurgular. Fakat “ Cennet, ehl-i cennet için kesintisiz bir nimettir ” diyerek, böyle bir dilemede bulunmayacağını bildirir. Buna mukabil Cehennem noktasında “ Dilerse, ehl-i cehennemi cehennemden çıkartabilir. Allah, dilediğini yapar ” diyerek, Cehennem’den çıkış mümkündür müjdesini de veriyor. Cennetten çıkabilme ihtimalini ve endişesini ise kapatıyor. Tâ ki cennette, saadet olabilsin. Bir gün biten bir cennet, insanı mes’ud ve mesrur değil, mahzun eder. Zâten Hud suresi, “ saadet ehli ” nden bahsederken “ Cennet’ten çıkışın olmayacağını ” söylüyor. Bu çok mühim bir nükte!

Tefekkür Usulü ve Esma-yı Hüsna

Cevşen, âfâkî tefekkürün usulünü öğretip âfâkta kudret-i İlahiyeyi temaşa etmek gerektiğini vurguluyor. Bunu 2 temel babda işliyor: 42. Bab ve 56. Bab…

  1. Bâb mâziden bu mevcud hale kadarki süreci ve mevcud halde kudret eserlerini okumayı öğretiyor. Mesela şöyle diyor:       “ Yâ men hüve fi’s-semâi azametuh * Yâ men hüve fi’l-ardi âyâtuh * Yâ men hüve fî külli şey’in delâiluh * Yâ men hüve fi’l-bihâri acâibuh * Yâ men yebdeu’l-halka sümme yuîduh * Yâ men hüve fi’l-cibâli hazâinuh… Yâ men yuarrifu’l-halâika kudreteh ” ( Ey semâda azamet-i kudreti görünen * Ey arzda kudretinin âyet ve mu’cizeleri bulunan * Ey her şeyde kudretinin ve Kendisinin delilleri olan * Ey denizler içinde acâib, çok güzel ve beğenilen yaratıkları olan * Ey her şeyi belli bir model ve kalıpla yaratmaya başlayan ve sonra o kalıba göre onu tekrarlayan ve devam ettiren * Ey dağların içinde hazineleri bulunan… Ey yarattıklarına kudretini tanıtan )
  2. Bab ise bu kudretin farklı fiillerde farklı surette görünüşünden hareketle mevcud hali okumadan tâ kabir-mahşer-hesap-mizan-cennet ve cehenneme kadar ebedî süreçteki kudret tecellilerini gösteriyor. Bu babda şöyle der: “ Yâ men hüve fi’l-berri ve’l-bahri sebîluh * Yâ men hüve fi’l-âfâki âyâtuh * Yâ men hüve fi’l-âyâti burhânuh * Yâ men hüve fi’l-memâti kudretuh * Yâ men hüve fi’l-kubûri izzetuh * Yâ men hüve fi’l-kıyâmeti milketuh * Yâ men hüve fi’l-hisâbi heybetuh * Yâ men hüve fi’l-mîzâni kadâuh * Yâ men hüve fi’l-cenneti rahmetuh * Yâ men hüve fi’n-nâri azâbuh ” ( Ey arzın kara ve denizden oluşan kısımlarında Kendisine giden birer yol olan * Ey arz ve semâdan müteşekkil âfâkta âyet ve mucizeleri bulunan * Ey âyet ve mucizeleri içinde kudretini ve varlığı gösteren burhanlar olan * Ey ölümlerde fânilerin aczi içinde doğrudan kudreti, tesir ediciliği ve her şeyi teslim alıcılığı gözüken * Ey kabirlerde ve berzah âleminde bütün benlik sahiplerinin alçalmasında izzeti gözüken * Ey kıyâmette bütün benlikleri kelepçelemesinde melikiyeti gözüken * Ey mahşerdeki hesapta herkesin boyun bükmesinde heybeti gözüken * Ey mizanda iradesinin tecellisi ve kazâsı gözüken * Ey cennette rahmeti gözüken * Ey cehennem ve ateşte azâbı gözüken )

Böylece Resulullah (ASM) Kudretin ezelî ve ebedî tecellilerini okutturuyor ve diyor ki: “ Yer ve gökleri böyle âyetleriyle doldurmuş ve her şeyi kudretinin bir mucizesi kılarak sana hizmetkâr kılmış O Zât-ı Mutlak’ı, bu akılla tanımazsan ve şu kalple sevmezsen elbetteki Cehennemi hak edersin… Ya bu mevcud hali ve içindeki azamet-heybet-izzeti reddet veyahut madem edemiyorsun senin kemalini isteyen ve her şeyi sana boyun eğdiren bu kudrete teslim ol, itaat et! Bu mevcud hal, öncesi ve sonrası o kudretin ezelî ve ebedî oluşunu sana bildirir. Ölüme kadar ki istikbalin ve içindeki kudretin tecellisi; hem geçmiş ecdadının ölümüne rağmen kudretin tecellideki devamı ve asırlardır istimrarı; kudret-i İlâhiyenin kabir ve kıyamet şeklinde de varlığına, devamına ve farklı tecelliler sergilemesine delildir, alamettir, işarettir.

Bu şekilde Hz. Peygamber (ASM) bütün zamanın, kudretin tecellisi ve faaliyetinden ibâret olduğunu bildiriyor. Hem farklı fiillerde bu kudretin farklı yüzünü gösteriyor. Böylece Tevhid şemsiyesi altında âfâkî tefekkürden Âhirete imana geçiyor. Bu geçişte, kâinattaki azamet-i kudrete rağmen şu küçücük insana kâinatın hizmetkâr olmasındaki dehşet verici sırrı kullanıyor. “ Eğer, Âhiret yoksa, neden bu zavallı ve küçücük insana bu hizmetkârlık yapılsın ve koca kâinata boyun eğdirilsin? Yatırımın ve hizmetin büyüklüğü, çıkacak neticenin ve meyvenin büyüklüğünü gösteriyor. Madem kâinatın bu itaati ve hizmeti insanın kabul ve reddiyle değişmiyor; madem kâinat ile insanı böyle göbeğinden birbirine bağlayan muazzam bir kudret var. Elbette o kudret, ikinci hayatı yapacaktır. İkinci hayatın varlığının en büyük delili bu birinci hayatın inşası ve içindeki bu azametli teshir ve istihdamdadır. Katrilyonlarca yıldızdan müteşekkil bir âlem, küçücük bir insana neden boyun eğsin?! Eğer Âhiret gibi nâmütenâhi ve ebedî bir hayat yoksa bu dehşet verici boyun eğdirmeyi kim yapıyor? Niye yapıyor? Elbetteki, Âhiret vardır. Delili de, bu teshir-i kâinat ve istihdam-ı küll-ü eşyadır. İstihdam ve teshir, azametli olduğu için hesapta heybet-i İlâhîye gözükecek. Âmennâ ve saddaknâ!

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: