Cevşenü’l-Kebir’den Marifetullah Nükteleri-8

Esma-yı Hüsna ile Hakikat ve İlme, Hak ve Hikmete Yolculuk

Kâinat, yeryüzü ve her şey bir çok ismin beraberce ve belirli bir hiyerarşi dahilinde tecellisiyle meydana gelmektedir. Ehadiyet gereği… Hz. Peygamber (ASM) derin tefekkürleri neticesinde Esma-yı Hüsna ve hakikatlerle kâinatı okuduğunda Mutlak Tevhid gereği her şeyi birer Esma Sayfası olarak görmüş ve okumuştur. Bu okuyuşlarını Cevşen’de çeşitli baplarda ya tamamen veya kısmen işlemiştir. Bunlardan bir tanesi özel bir yer işgal eder: 81. Bab

Bu bab, kâinat denilen gülün katmerlerini yaprak yaprak açan bir tefekkürü bildiriyor. Zâhirden hakikate geçişin 10 adımını haber veriyor. Diyor ki O kâşif-i hakikat: “ Yâ men en’ame bihavlih * Yâ men ekrame bitavlih * Yâ men âde bilutfih * Yâ men teazzeze bikudretih * Yâ men kaddera bihikmetih * Yâ men hakeme bitedbîrih * Yâ men debbera biilmih * Yâ men tecâveze bihilmih * Yâ men denâ fi uluvvih * Yâ men alâ fi dünuvvih. ” Bu okuma, gözle görünen nimetlerden “ in’am ” ( nimetlendirme ) fiiline, oradan “ ikram ” a, oradan “ âd ” e ( tekrarlamaya ), oradan “ teazzüz ” e ( izzetlenmeye ), oradan “ takdir ” e, oradan “ hükm ” e, oradan “ tedbîr ” e, oradan “ ilm ” e, oradan “ tecâvüz ” e ( karşılıklı geçişe, müsamahaya ), oradan “ dünuvv ” e ( yakınlığa ) ve oradan da “ uluvv ” e    ( yüceliğe ) varıyor.

Bu 10 adım arasındaki geçişleri, sıfatlar arası ilişkiyi de şöyle açıyor: Ni’met-in’am-havl, ikram-tavl, âd ( tekrarlama )-lütuf, teazzüz-kudret, takdir-hikmet, hüküm-tedbîr, tedbir-ilim, tecâvüz ( müsamaha )-hilim, dünuvv ( yakınlık)-uluvv ( yücelik ), uluvv-dünuvv… Hem geçişi de şöyle veriyor: Kader, kudret ve takdir aynı köktür. Teazzüz, izzetle; izzet ise kudretle olur. Kudret, takdir ve kadere tabidir; kader ve takdir ise, hikmete; hüküm ve hikmet ise, tedbîre; tedbîr ise, ilme; ilim ise, hilme tabidir. Hilim ise, uluvve; uluvv ise dünuvve;  dünuvv de ulüvve…

Bu bab kâinatın derinlemesine okunması neticesinde, ilmin her şeyde ve her yerde bir öz olarak karşımıza çıkacağını bildiriyor. Hem ilmin perdesi arkasında, Allah’ın yüceliği içinde yakınlığını, yakınlığı içinde yüceliğini kaybetmeden hâzır olduğunu bildiriyor. Allah’ın yakınlığı Onu kayıt altına almaz, diye bir sırrı bildiriyor.

Arkadaki 82. Bab da meşiet denilen en öz İlahî sıfatın asla bir kayıt altına girmediğini âlem âlem okutturuyor; bu kayıtsızlığı, mutlakıyeti delilleriyle beyan ediyor.

Hem bu Bab, ilimden hikmete geçişi “ tedbîr ” sıfatına dayandırıyor. Ki tedbîr, tamamıyla iradeyi bildirir. Hem bu Bab, İlâhî icraatların arkasındaki derin sırlardan birinin “ hilim ” olduğunu bildiriyor. Yani hilkat, hilm sıfatının bir cilvesidir. Fıtraten Halîm olan birisi, yaratmanın bu cephesini anlayabilir ve hissedebilir. İsmail (AS) gibi…

Esma-yı Hüsna, Hayat ve Hayır

Hz. Peygamber (ASM) gerek kişisel hayatı gerek peygamberlik dönemi sürecinde çok çeşitli zorluklar, imtihanlar, hüzünler ve kederler yaşadı. Bu dönemlerinde Rabbine farklı derinlikte hislerle teveccüh etti. Dualarla durumunu arz edip Onun rahmetini, keremini, inayet ve ihsanını talep etti. Bu ızdırari dualar Onda bazı Kur’an âyetlerinin sırlarını ve dua makbuliyeti konusunda etkisini bilfiil tecrübe ettirdi. Peygamberlerin kullandığı “ Hayra’r-Râzıkîn ”[1] gibi terkiplerin derinliklerindeki cevherleri ve etkiyi görerek bir araya getirdi ve Cevşen’de bunları Rabbine topluca arz etti. Bunu Cevşen’in 3 babında görebiliyoruz: 3. Bab, 39. Bab ve 94. Bab.

Cevşen’deki 39. Bab gibi “ Yâ Hayra ” diye başlayan bablar her ukdesi ile birkaç müjde sunuyorlar. Çünkü hem diyorlar ki “ Rahmân’a yöneldiğin her yön ile sen hayra erersin, ‘ ahyâr ’ dan olursun. Hem Ona yönelişinde asla zarara, ziyana uğramaz ve Âhiret noktasında kazançlı olursun. Hem Ona hangi yönle yönelirsen yönel sana en hayırlı şekilde cevap verici olarak Onu bulursun. Hem Ona yöneldiğin yön ile sen dengeli bir hale gelip halk içinde seçkin bir seviye elde edersin.

Bu noktada 39. Bâb sırasıyla rehbet, taleb, rağbet, sual, kasd, zikir, şükür, hamd, muhabbet, inzal ve isti’nas hakikatlerinin Allah’a müteveccih hallerini bildiriyor. Bir kul bunları kullara karşı yaşadığında ya şer veyahut hayırla mukabele görecektir. Fakat şer ciheti ağırlıkta olacaktır. Çünkü insanın hayrını, onu gerçekten tanıyan ve sevenler isterler. Onlar haricindekiler ya varlığından haberdar olmadıkları, ya tanımadıkları veyahut sevmedikleri için onun hayrını isteyemezler. Fakat Rahmân-ı Zü’l-Celâli Ve’l-İkrâm daima kulunun hayrını ister. Rahmet, hayrı ister ve netice verir. Bu bâb, rehbet denilen şiddetli korkudan hemen taleb ve rağbete geçiyor ve cemal perdelerini ard arda sayıyor. Sanki diyor ki: “ Neden Ondan korkuyorsun?! O korkulacak değil taleb edilecek bir cemal, rağbet edilecek bir kemal, her isteğe cevap verecek bir rahmet, tanındıkça odaklanılacak tek zâtiyet, unutulamayacak bir zikir v.s. sahibidir. O, sevgisi ve yakınlığının kaybedilmesinden korkulması gerekendir.

Bu bab en sonundaki muhabbet-inzal-isti’nas sıralaması ile diyor ki: “ Sen onu sevdikçe O sana rahmetini inzal eder. O vakit sen Onu sevmenin güzelliğini, Onun rahmetinin sıcaklığını görürsün. Sonra Onun ünsiyetini ve yakınlığının sıcaklığını hissetmek istersin. O da sana öyle güzel hissettirir ki üns hakikatini de yaşarsın.

Bu hayır ibareli bâblar, hakikatleri bilmekle ilgili değildir; yaşamakla ve tahakkuk ettirmekle ilgilidir. Allah bu hakikatler bilinsin istediği gibi, asıl istediği ve muradı bu hakikatlere ayna olunması ve yaşanılmasıdır. Bu yüzden, her talep ve yönelişe mutlaka cevap verir. Farklı suretlerde kabullerle kişiyi her mevzuda ehl-i hak ve ehl-i hayat yapmak ister. Kulun aldığı cevaplar, hayatındaki istikamet ve muvazene onu zaman içinde seçkin bir hale getirdiğinden Rahmân-ı Zü’l-Celâli Ve’l-İkrâm kulunun hayrına olarak daima mukabelede bulunur. Kul, ikrâm ile, cemal-i hayra erer, melek-i kerîm gibi bir Yûsuf (AS) olur. Celal ve İkrâm-ı Rahmaniyet ile, kemal-i hayra erer, melik-i muktedir bir Süleyman (AS) olur. Cevşen, Ulûhiyetin bilme ve bildirme konusunda, Rahmâniyetin yaşama ve yaşatma konusundaki taleplere mutlaka cevap vermesi sırrını ısrarla vurgular.

[1] Mâide suresi, 114.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: