Çocuk ‘DÖVMEMEK’ Sünnettir!

Hadis ve siyer kitaplarında, özellikle çocuklara dair, bütün ezberlerimizi bozan tablolar da çıkar karşımıza… ‘Âlemlere rahmet’ olarak gönderilmiş Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, en çok da ‘çocuklara rahmet’ olarak gönderilmiş gibidir. Onun dünyasında çocuğun, çocukların apayrı bir yeri vardır.

Çocuklar, rahmeten li’l-âlemîn aleyhissalâtu vesselamın gözünde, ‘Allah’ın yeryüzündeki çiçekleri’dir. Çiçekler gibidir onlar; hayata lezzet ve değer katarlar. Yine, çiçekler gibidirler; incinmeleri, kırılmaları, ezilip solmaları çok ama çok kolaydır. Küçük ama merhametsiz bir fiskenin narin bir çiçeğin boynunu büküp kırması gibi, sıradan ama hoyratça bir muamele çocukları çok çabuk kırıp incitebilir.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın çocuklarla muamelesinde bu gerçeğin getirdiği hassasiyet hep görülür. Çocukları, torunları, ashabının çocukları… Hepsi için, sabır ve şefkat timsali bir sığınak, bir melce, bir kucaktır onunkisi. Mescidinde ashabına namaz kıldırırken sırtına binip ‘deh, deh!’ diyen torunu ‘hevesini alsın diye’ secdesini uzatan bir Resûlullah tablosu vardır karşımızda.

Yahut, ashabına hutbe verirken yanına gelen bir diğer torununu kucağına oturtup başını okşayan bir Resûlullah…

Yahut, mescidde ashabına namaz kıldırırken bir çocuk ağlamasını duyduğunda, annesi çocuğuna çabucak kavuşabilsin diye, okumaya niyet ettiği uzun sûre yerine kısa bir sûre ile namazını tamamlayan bir Resûlullah…

Yahut, evinde namazda iken ağlamaya başlayan bir torununa cevap vermekte gecikilmesi üzerine, namazını bitirdikten sonra ev ahalisine “Onların ağlamasının beni üzdüğünü bilmiyor musunuz?” diye sitem eden bir Resûlullah…

Yahut, namazdayken önünden geçmemeleri konusunda tenbihlediği halde namaza durmasının ardından seccadesinin o tarafından bu tarafına zıplayıp duran Ümmü Seleme validemizin küçük kızı Zeyneb’i azarlamak yerine, ‘kız çocuklarının kafalarına koyduklarını yapma konusunda daha mahir oldukları’ yönünde bir tesbitle yetinen bir Resûlullah…

Yahut, kucağında iken üzerine çiş yapıp elbisesini kirleten küçük torunu Hüseyin’i kucağından alan Ümmü Fadl’ın “Sen nasıl Resûlullah’ın üstüne çiş yaparsın?” diye hafiften vurmasına dahi razı olamayıp müdahale eden bir Resûlullah…

Yahut, on yıl yanında hizmet eden, bu on yıl içinde nice zamanlar kendisinden istediği şeyi unutan, istemediği şeyi yapan, kıran, döken Enes b. Mâlik’i bir kere bile “Niye böyle yaptın? Niye böyle yapmadın?” diye azarlamayan bir Resûlullah…

Yahut, kendisine alıştırdığı küçük kuşu ölünce içine ve evine kapanan bir çocuğun, Umeyr b. Mâlik’in haberini aldığında ölen kuşu için ona taziyede bulunan bir Resûlullah…

Yahut, Medineli çocuklara bir öğüt, bir nasihat verecekse, bunu ekseriya onları devesinin terkisine alarak, bir ikramda bulunarak yapan bir Resûlullah…

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam ve çocuklar deyince akıllarda kalan, hadis ve siyer kitaplarından bir Asr-ı Saadet hatırası olarak aktarılan tablolar, işte hep böylesi tablolardır. Çocuklar, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın gözbebeğidir ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselam o büyük iman, ahlâk ve insanlık dersini verirken ‘terbiye kasdıyla olsun’ ne diliyle, ne eliyle onları asla incitmemiştir.

Bugünün çocuklarının yahut bugünün büyükleri olan dünün çocuklarının hafıza arşivlerinde kocaman bir ‘camide amcalardan işittiğim azar’ sayfalık dosyasının yer almasına karşı, Asr-ı Saadet çocuklarının hâfıza arşivinde ‘Resûlullah’tan işittiğim azar’ başlıklı tek bir dosya dahi yoktur.

Bugünün çocuklarının hafıza arşivindeki kabarık ‘tekme, tokat ve dayak’ dosyalarına karşılık, Asr-ı Saadet çocuklarının hiçbirinin hâfıza arşivinde ‘Resûlullah’tan yediğim dayak’ başlıklı bir dosya da yoktur.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, ne evde, ne mescidde, ne çarşıda, ne sokakta hiçbir çocuğa vurmamış, hiçbir çocuğu dövmemiştir.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, çocuklarına, torunlarına, mü’minlerin çocuklarına bir kere bile tokat atmış da değildir. O, çocuklara aşama aşama tevhidi de, namazı da, Kur’ân’ı da öğretmiş; ama bunları ‘şiddet dili’ne ve ‘şiddet eli’ne asla başvurmadan gerçekleştirmiştir.

Gelin görün ki, bugün güya iman adına, güya namaz adına, güya Kur’ân adına dövülen, sövülen, tekme yiyen, tokat yiyen, kovulan veya azarlanan nice çocuk vardır.

Dahası, Resûlullah’tan asla görmediğimiz bütün bu hareketlere karşı, çocuklara döven veya söven büyükler ne hazindir ki bu davranışlarını Resûlullah’tan aktarılan bir hadise dayandırmaktadır. “Onlar yedi yaşına geldi mi, çocuklarınıza namazı emredin. On yaşına gelince de kılmadığı takdirde, onları dövün.”

Resûlullah’ın çocuklara yapmadığını yapmanın gerekçesi olarak Resûlullah’a atıfla aktarılan, budur.

Hazindir ki, eğitim için bula bula ‘eğmek’ kökünden türetilmiş bir fiili bulan, dayağı ise ‘cennetten çıkma’ gören bir sosyo-kültürel ortam, rahmeten li’l-âlemîn aleyhissalâtu vesselamın hadislerine bakışa ve hatta hadislerini tercüme edişe de sirayet etmiş; algıdaki yanlış seçicilik bir hadisi nazarlardan gizlerken, bir diğer hadise yanlış mânâ verdirmiştir.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselama atıfta aktarılan “On yaşına gelince onları dövün” sözüne karşılık, sahih kaynaklarda “Çocukları dövmeyin” 65 emrini içeren bir hadis de vardır. Ama bu ikinci hadis nedense nazarlardan gizli kalmış, dolayısıyla diğer hadise verilen mânânın sıhhatini bu hadisle test etme imkânı da bulunamamıştır.

Evet, “Çocukları dövmeyin” buyuran bir Resûldür o. Nitekim kendisi hiç çocuk dövmemiştir.

O halde, ‘sünnet’ Peygamber aleyhissalâtu vesselamın yaptığı şeylerin ifadesi ise eğer, çocuk dövmemek de bir Peygamber sünnetidir.

Onun “Çocukları dövmeyin” hadisinin ümmete mal olamamasına karşılık, çokça dillerde gezen ve ellerde uygulanan “On yaşına gelince onları dövün” rivayeti ise, bu Peygamber sünnetini gözardı ederek verilen bir mânâ niteliğindedir. Ve burada, dili iyi bilenlerin tesbit ettiği üzere, özensiz ve dikkatsiz bir çeviri ve aktarım vardır.

Her dilde, bir kelime çok anlamlar içerir; ve İngilizce gibi, Arapça gibi bazı dillerde, bir kelimenin anlamı, aldığı eklerle değişmektedir. Meselâ İngilizce’de ‘to give’ fiili ‘vermek’ anlamına geldiği halde, bu fiilin sonuna eklenen ‘in’ veya ‘up’ veya ‘on’ anlamı tamamen değiştirmektedir: “to give in: boyun eğmek; to give up: vazgeçmek; to give up on: ümidi kesmek.”

Benzer bir durum, hadisteki ‘onları (yani: on yaşına gelmiş çocukları) dövün’ diye mânâ verilen, “fadribûhu aleyhâ” ifadesinin özünü teşkil eden Arapça’daki darabe fiili için de geçerlidir. Nitekim, din eğitimi üzerine ihtisas kesbetmiş bir isim şöyle demektedir:

“Günümüz din eğitimcilerini en rahatlatan şu durumdur ki; hadis-i şerifte geçen ‘on yaşına geldikleri zaman kılmaz iseler’ ‘fadribu aleyhâ.’ (…) Darabe fiili, bazı harf-i cerlerle farklı manalar kazanır. Arapça’nın özelliğidir bu. Mesela ‘dua’ kelimesi lam harf-i cerriyle bir kişi için dua etmek olur. Aynı dua kelimesi alâ harf-i cerriyle bir kişi için beddua etmek olur. Bu kadar değiştirir yani.

Şimdi hadis-i şerife bu şekilde baktığımız zaman darb fiili alâ harf-i cerriyle incelendiğinde ortaya ne çıkıyor biliyor musunuz? Çeşitli metodlar, çeşitli usuller kullanarak o namazı kılmasını sağlayınız. Bu bakımdan, on yaşına basınca da kılmaları noktasında yardımcı olun, farklı usuller uygulayın, misaller verin şeklinde anlayabiliriz. Hadis-i şerif böyledir, çünkü hadisin sonu dövmeyle alâkası olmayan bir şekilde bitiyor. Diyor ki: ‘Kız ve erkek çocuklarınızın arasını artık bu yaştan sonra ayırın.’ Ne kadar anlamlı bir hadis-i şerif olarak neticelenmiş oluyor! Fakat dövme işinden bahsedince, biz hadisin metninde bile bir çelişkiye düşebiliyoruz. Çünkü Peygamber Efendimizin ifadeleri belagat açısından son derece yüksektir; dilcilerin de uyarısıyla hadisi böyle anlamamız gerekiyor.”

Sözün kısası, ‘algının seçiciliği’ bir kez daha çıkıyor karşımıza. ‘Eğmek’ten terbiye anlamında ‘eğitim’ kelimesi türeten bir sosyal-kültürel zeminde dayak da ‘eğerek terbiye’nin bir nişanesi olarak bilinince; hayatında hiçbir çocuğu dövmemiş Peygamber aleyhissalâtu vesselamın “Çocukları dövmeyin” hadisi nazarlardan gizli kaldığı gibi, ‘alâ’ harf-i cer’iyle birlikte kullanıldığında ‘namaz kılmasında ısrarcı olun; ısrarla namaz kılmaya teşvik eden’ mânâsı verilmesi gelen bir söz ‘onları dövün’ diye tercüme edilebiliyor. Üstelik, yine Hz. Peygamberin mübarek dilinden duydukları, “Büluğa erinceye kadar çocuktan kalem kaldırılmıştır”67 sözüne rağmen…

Bu hal, büyük bir ders veriyor bize. Kendi algımızın ve kendi düşünüş biçimimizin bakışımızı gölgelememesi için, Hz. Peygamberin hayatını, sünnetini ve sözlerini ‘bütünüyle’ kavramamız gerekiyor; bütünden kopararak, hele bir de dikkatsizce mânâ vererek değil…

Metin Karabaşoğlu

Bu yazı Metin Karabaşoğlu’nun Nesil Yayınlarından çıkan Hakikatin Dengesi isimli kitabından alınmıştır.