Çocuklar Neden Sorar?

Yeğenim büyüdü. Cismiyle beraber birçok huyu da değişti. Tek konuda aynı sadece: Soruları. İçerik itibariyle onlarda da büyük değişimler var elbette. Mesela eskiden rahmetin nasıl yağdığını tekrar tekrar anlattırırdı. Şimdi karadelikler, yanardağlar ve dinazorlar ilgi alanları. (Yıllar geçtikçe bu alanlar da değişiyor.) Ah, evet, kabul etmeli. Galiba bizim için yeknesaklaşanlar onun için de yeknesaklaşıyor.

Büyümenin emarelerinden birisi de maalesef bu. Düşüşün etkisi geçiyor. Mahkûm zindanını normalleştiriyor. Bu bir yönüyle kötü haber. Çünkü dünyanın ülfetle perdelenmesi hayretimizi azaltır. Hayreti azalanın tefekkürü de yara alır. Körelir. Nazlanır. Hatırlayınız: Bahar gözümüze harikalar âlemi gibi görünmeyeli epey zaman oldu. Yani alıştık. Âdileştirdik. Sıradanlaştırdık. Çocukluğumuzun herdem heyecan çağını öldürdük. Döngünün yeğenimi ıskalamasını bekleyemezdim. Süreç onda da aynı şekilde hükmünü icra eyledi. Artık kolay kolay karşısına çıkmayacakları harikulade buluyor sadece. Yağmur cazibesini kaybetti. Bulutlar, gökdelenler ve kuşlar da öyle. Tıpkı mürşidimin uyardığı gibi:

“İnsanları fikren dalâlete atan sebeplerden biri ülfeti ilim telâkki etmeleridir. Yani melûfları olan şeyleri kendilerince mâlum bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyâta teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki, ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer harika ve birer mu’cize-i kudret oldukları halde, ülfet sâikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar; ta onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyâleye im’ân-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli; deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sair garip hâlâtına bakmayarak, yalnız rüzgârla husule gelen dalgalara ve şemsin şuââtından peydâ olan parıltısına dikkat etmekle Mâlikü’l-Bihar olan Allah’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.”

Yalnız hakkını vermeliyim: Konular değişse de soru sayısında hiçbir azalma yok. Hâlâ cevap vermekten sersemletecek kadar çok şey sorabiliyor. Geçmişte bunu sırf meraktan yaptığını sanıyordum. Şimdi tamamen öyle olduğunu düşünmüyorum. Onların sualleri biraz da çokbilmişliğimizin eseri sanki. Nasıl? Açayım: Küçülerken meraklarına cevap vermek bir ‘büyüklük kibri’ veya ‘yol göstericilik şehveti’ sağlıyordu bize. Bu yeniyetme cahillerin yanında kendimizi âlim sanıyorduk. Sordular. Cevap verdik. Sordular. Cevap verdik. Sordular. Cevap verdik. Ve bu sual-cevap faslından keyif aldığımızı gösterdik. Caddeleştirdik. Kendilerini ilgimize muhtaç gören bu pıtırcıklar da bir tür iletişim mecraı olarak sormayı işaretlediler.

Bence bir çocuk çok soruyorsa biraz da büyükleriyle iletişim kurmaya ihtiyaç duymasındandır. Çünkü dikkat ediyorum: Çoğu kez daha evvel aldıkları cevapları unutmuş gibi yaparak soruyorlar. Evet. Sınayarak kanaat getirdim. Mesela: Bir çizgifilm karakterinin ismini aylar sonra tekrar sorduğunda farklı söylersem uyarıyor bizimki: “Ama o zaman başka söylemiştin. (…) demiştin. Yalan mı söylemiştin?” Demek unutmamıştı köftehor. Ama yine de soruyordu. Sualleriyle belki cevap verme ahlakımı da denetliyordu. Bunu görmemin ardından yeğenime ‘dinlediğim bir dünyayı’ değil ‘cevap verdiğim bir dünyayı’ ideal gibi gösterdiğimi anladım.

Aksini yapsam merakı tükenir miydi? Tükenmezdi elbette. Merak insanın üzerine yaratıldığı şey. Fıtratının gereği. Öğrenmesinin kapısı. Geçmez açlığı. Fakat artık yorum yaptırmaya daha çok gayret ediyorum. Bazen birşeyi bana sorduğunda “Sence nasıl olmuştur?” diyorum. O zaman dakikalarca anlatıyor kafasındakileri. Sonra ben de benimkileri anlatıyorum. Bazen ikisini de, hatta bazen halalarından öğrendiklerini de, defterine yazdırıyor. Beni yıldırması birşey değil de ‘inşaallah’ kendisi yılmaz. Çünkü nihayetinde her soru bir duadır. Allah ilmi cevaplar suretinde yaratır. Bu masumların duaları kabule bizimkilerden daha yakın. Hem Zübeyir Tercan abi bir sunumu sırasında şuna yakın birşey dememiş miydi: “Allah bize cevaplamamız gereken soruları çocuklar üzerinden gönderiyor.”

Ahmet AY – risalehaber.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: