Çocuklar Şükredilecek Bir Nimet Değil mi?

Göreve yeni başladığım zamanlarda sürekli okula gelen veliler dikkatimi çekerdi. Ne güzel; duyarlı ve bilinçli aileler de var, derdim. Bu düşüncelerim aileleri tanıyıp niyetlerini anladıkça değişmeye başladı.

Bu ailelerin çocuklarının başarısıyla övünmek, onları toplumsal tatmin aracı olarak kullanmak istediklerine şahit olmaya başladım. Bu çocukların zannedildiği kadar zeki olmadıklarını, kendi hallerinde birer öğrenci olduklarını anladım. İşin garip tarafı bu ailelerin çocuklarının kapasitelerini bildikleri halde bile bile yüksek beklenti içine girmeleridir. 

Bizim bilinçli diyerek takdir ettiğimiz bu veliler, çocuklarının kapasitelerinin üstünde bir beklenti içine girerek hem çocuklarını hem de kendilerini sıkıntıya sokmaktadırlar. Allah bu ailenin çocuklarına sabır ve yardım etsin diyorum. Çünkü evde sürekli ders çalışmanızı söyleyen, birileriyle kıyaslayan,  kapasitenizi düşünmeden kendileri için sizi yarış atı gibi koşturan bir anne baba düşünün. Kısacası bu durumda olan çocuklar için bir empati yapmaya çalışın.

Ben bu tip ailelere, seminerlerimde ve aile görüşmelerimde şunu anlatmaya çalışıyorum; fakat onlar anlamak istemiyorlar. Ailelere şu ifadeleri çok kullanmışımdır:

“Çocuklarınız zannettiğiniz ve beklentilerinizi karşılayacak kadar süper zeki değillerdir. Bu çocukları oldukları gibi kabul edin ki hem siz hem de çocuklarınız rahat etsin.  Onlar, sizlerin istediği okulları kazanamayacak olsalar da; fiziksel ve zihinsel olarak özürlü çocuklar değillerdir. Ya çocuklarınız özürlü olsalardı o zaman da beklenti içinde olur muydunuz? Özürlü çocuğu olan aileleri düşünmenizi istiyorum.” 

Göreve yeni başladığım aynı yıllardaki aileler ile şimdiki aileler arasında (çocuklardan başarı beklentisi adına) pek de fark olmadığı gördüm. Aileler 15 yıl öncesinde olduğu gibi şimdi de aynı beklenti içindeler. Sonuç olarak şimdiki aileler de aynı hatalara düşmektedirler. Okullarda çocukların yetenekleri üstünde bir beklenti içine girerek hem çocukları hem de kendilerini sıkıntıya sokan ailelerle halen karşılaşmaktayız.

Hocam, benim çocuğum en iyi yeri kazansın diyen aileye nedenini sorduğumda; “Falan falanın çocuğu çok iyi yeri kazandı. Benim çocuğumun ondan neyi eksik kalır.” cevabını alıyorum.

Peki, siz gerçek anlamda çocuklarınıza anne babalık yapabiliyor musunuz? Çocuğunuzun sizi maddi ve manevi anlamda başka anne babaları örnek gösterip kıyasladığına hiç şahit oldunuz mu?

Bu sorularıma ailelerin cevabı; “Elimizden geleni fazlasıyla yapıyoruz. Yemeyip yediriyoruz, giymeyip giydiriyoruz, onlar için çalışıp çabalıyoruz. Hatta onlara özel dersler aldırtıp dershanelere gönderiyoruz.” olur.

Peki, bir anne babanın görevi çocuklarına sadece yedirip, içirip, giydirip ondan sonra da kapasitesinin üstünde bir beklenti içine girmek midir? Bir anne babanın başka ne görevi olabilir diyen ailelere; çocuklarını gerçek anlamda tanımadıklarını işe önce çocuklarını tanımakla başlamaları gerektiğini söylüyoruz.

 

Güle Güle Diyemediğimiz Çocuklar! ve Cennetlik Analar

Çocukları hala kendi okuduğu ve yaşadığı dönemlere bakarak değerlendiren aileler; çocuklarının, kendilerinin, toplumun,  en önemlisi zamanın ve şartların değiştiğinin farkında bile değillerdir. Bu gibi ailelere Hz. Ali Efendimiz yıllar öncesi neler yapmaları gerektiğini şu güzel sözüyle hatırlatmaktadır:

“Çocuklarınızı yaşadığınız çağa göre değil; onların yaşayacakları çağa göre yetiştirin.”

Genelde özel eğitim sınıfı olan okullarda çalıştım. Özel eğitime giden çocukları ve onları okula getiren aileleri gördükçe şükretmemiz gereken çok fazla nedenimiz olduğunu düşünür ve bunu velilere anlatmaya çalışırım.

İsterseniz başımızı ellerimizin arasına alıp birlikte düşünelim. “Çocuğunuz (Allah göstermesin) fiziksel ya da zihinsel özürlü. Yani evden çocuğunuzu okula gönderirken haydi çocuğum, iyi dersler diyemediğiniz bir çocuk. Elinden tutarak ya da kucaklayarak normal çocukların on dakikada gittiği yolu, siz en az yirmi dakikada gidiyorsunuz. Yolda size acıyarak bakıp geçenleri umursamadan okula geliyorsunuz. Çocuğunuzun dersi bitinceye kadar yeri geliyor okulda kalıyorsunuz. Normal çocukların teneffüste koşup eğlendiklerini gördükçe içinizin parçalandığını hissetmenize rağmen teneffüste de onunla ilgileniyorsunuz.

Bütün hayatınızı bu çocuğa göre planlıyorsunuz. Ve bu çocuk sürekli size bağımlı yaşamaya devam edecek. Her şeyini siz yapıyorsunuz. Yemesinden tutun da tuvaletine kadar her türlü bakımı ile size bağımlıdır.

Bir an dahi olsa gözünüzün önünden ayıramıyorsunuz. Bir yere gitmek isteseniz kimseye bırakamıyorsunuz. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamadığı gibi diğer çocuklar gibi de sarılıp sizi kucaklayamıyor da.

Sadece kendi ihtiyaçları dediğimiz öz bakım becerilerini kazanmasını istiyorsunuz. Şu liseyi ya da şu fakülteyi kazanmasını istemiyorsunuz, istediğiniz tek şey çocuğunuzun kendi kendine yetmesi. Hatta düşüncelerin en acısı ve en kötüsü de ben ölürsem bu çocuğa kim bakacak diye derin bir üzüntü duymaktasınız…”

Bazı aileler için bu bir senaryo olsa da bazıları için hayatın ta kendisidir. Bu konuda özürlü ailelere Allah yardım etsin. Düşüncem o ki Allah’u âlem ben onları “Cennetlik Analar” olarak düşünüyorum. Gerçekten de bu iş, sabır ve yürek işidir.

Özürlü çocuğa sahip değilsek de hayat şartları bizi de, çocuğumuzu da bir gün özürlü hale getirebilir. Doğum öncesi ve doğum sonrasını bir yana bırakın; küçük ve büyük kazalar çocuklarımızı olduğu kadar bizleri de özürlü yapabilir.

Çocukların sevgiden başka bir şey istemediği şu üç günlük dünyada en güzel davranışın şükredebilmek olduğunu düşünüyorum. Çünkü nimetlerin devamının şükre bağlı olduğunu Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:

“Ve hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Yüceliğim hakkı için şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)

Allah’ım Bir de Şu Kuluna Bak!

Eli ayağı düzgün; fakat sadece ayakkabıya ihtiyacı olan adamın biri, yolda yürürken takım elbiseli, bir elinde eksport çanta, gözünde güneş gözlüğü ve ayağında da gıcır gıcır ayakkabısı olan bir adam görür. Adam hemen:

 “Ey Allah’ım bir şu kuluna bak bir de bana bak! Benim bir ayakkabım dahi yokken onun bütün ihtiyaçları tam ve yepyeni. Ben senden sadece bir ayakkabı isterken, sen bütün nimetlerini bu kulunda toplamışsın.” diyerek yoluna devam eder.

Köşeyi dönünce az ileride üstü başı yırtık olmaktan öte ayakları olmayan bir dilenci görür ve aklı başına gelen adam:

“Yarabbi takım elbise de çanta da ayakkabı da istemiyorum. Sadece ayaklarımı istiyorum, varsın böyle de iyi benim durumum.” diyerek tövbe eder.

Onun için değil mi Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.v):

“Kendinizden üstündekilere bakmayınız, kendinizden aşağıdakilere bakınız. Çünkü kendinizden yukarıdakilere bakmak insanı isyana götürür; kendinden aşağıdakilere bakmak ise insana şükretmeyi öğretir.” buyurmuşlardır.

Dünyalara değişmeyeceğimiz çocuklarımızı bize eli ayağı düzgün olarak veren Allah’a şükretmemiz gerekir. Cenab-ı Hak paha biçemeyeceğimiz, eli ayağı düzgün, zekâsı normal çocuklar verdiyse bunun değerini bilmek gerekir. Bu çocukların yetenekleri üstünde bir beklenti içine girip hem çocuklarımıza hem de kendimize bu hayatı zindan etmeyelim.

Allah çocukları bize, kapasitelerinin üstünde bir şeyler beklensin ya da başka çocuklarla kıyaslayın diye vermedi. Allah bize onları, emanet olarak belli kapasitelerde verdi ki bizleri de bu kapasitedeki çocukları yetiştirmek ve eğitmek üzere görevlendirdi.

Çocukların kapasiteleri konusunda bize düşen sorumluluğu Cenabı Hak; Bakara Süresinin son ayetinde (2/286):

Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine, yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir. Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı yardım et bize.” buyurarak ne çocuklarımız için ne de kendimiz için kalkamayacağımız bir yükün altına girmememizi en güzel şekilde ifade etmektedir. Bunun yanında bizlere; çocukların kapasitelerine uygun bir beklenti içinde olmamızı ve onların kapasitelerinin üstünde bir beklenti içine girmememizi istemektedir.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: