Depremin manevi sebepleri ve korunmanın yolları

Medine-i Münevvere de  bir gün yer sarsıntısı  olmuş EFENDİMİZ söyle buyurmuştur “Rabbiniz sizi hoşnut olacağı duruma döndürmek istiyor, sizde O nun rızasını  isteyin”.

Bu ikazdan ders almamız icab ettiği için: Biz Türkiye’deki durum ve vaziyetine nazarımızı çevirelim, Ülkemiz  Rabbimizin  hoşnut  olacağı  bir durumda mı?  Bir bakalım faiz var mı? Zina  var mı, Şeriat hükmediyormu? Kumar oyunu  var mı? İçki içiliyor mu? Fitne  fesat var mı? Var! Hatta, Bütün bu hallerin hepsi  fazlasıyla  bir şekilde var. Bizim yaptığımızdan RABBIM  hoşnut  değil. Fay may bunlar, depremi meydana getiremezler, bunlar Allahın kanununa bir sebep olabilir. ötesi: Hikaye. İşte bu afatlar  Rabbimizin  bir hatırlatması  ve Rabbimizin  hoşnut olacağı  bir yaşam biçimine  dönmemiz  içindir, EFENDİMİZ  bize binlerce  sene önce uyarıyor. Kur’anda  ne güzel kıssalar  var Rabbim  hoşnut  olmadığı  zaman, yerlerin  ve göklerin  ordusu  ile ne yaptığını. Herkes kendine çeki düzen vermesi  gerek.  Yoksa  yer  bu yapılan  pisliklerden sarsılıp dökülmek  istiyor ki Rabbim:  Yeri  her seferinde  Kullarım beni,  ha  şu gün  ha bu gün  hoşnut  eder diye,  yeri bekletiyor.

İlim adamları depremden kesin haber veremezler. Daha önce Hava durumundan haber verirken tahmini demiyorlardı. Gördüler ki o yanlış bir şey. Şimdi tahmin kelimesini ilave ettiler. Muhterem Kardeşlerim: Deprem işleri gaybi işlerdir. Depremin olacağı saat belli değil ki. Gaybı da Allah’tan başka kimse bilemez. Bunu Allah: (Neml, Suresi 27/65) bildiriyor  İnsanın ne zaman öleceğini ve kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği kesindir.

Biz depremden, fırtınadan, ondan bundan değil. Hatta ölüme de korkunun faydası olmadığını bilmeliyiz. Biz lazım olan şekilde Allah’tan hakkıyla korkabilsek ne mutlu bize. Ölüm insanların ödünü koparıyor. Allah’a imanımızın artması oranında korkularımız da azalacaktır.

Allahın varlığından ve büyüklüğünden deprem daha büyük mü ki? Felaketlerin en büyüğü Kâinatın sahibi olan Allah’ı tanımamak, Ona teslim olmamak, Ona ihtiyaç hissetmemek ve Onun korumasına sığınmamaktır.

Depremlerin ve benzeri afetlerin oluş sebeplerinden biri de insanoğlunun bu kibrini paramparça etmek ve son derece aciz olduğunu, mülkün sahibinin Allah olduğunu insana hissettirmek, Ona yönelmesini ve yalvarmasını sağlamak ve neticede Cehennem gibi müthiş azaptan kurtulup cenneti kazandırmaktır. Evet Peygamberimiz a.s.m. Buyuruyor: Şehid olan kimse geçirdiği tehlikenin derecesine göre ecir ve sevap kazanır. Denizde şehit olan kimseden kul hakkını Allah sormayacaktır. Bundan anlaşılıyor ki: Depremden enkaz altında kalan imanlı cennetin üst derecelerine ulaşır. Onu tebrik etmeliyiz. Yarananlar da çekecekleri acının derecesine göre sevap kazanırlar.

Öyleyse bize düşen, depremde ölecek miyim, kalacak mıyım endişesinden kurtulup, imanlı, ibadetli, dürüst ve namuslu yaşamaktır. İmandan mahrum bırakılan ve kalanları acımalıyız.

Olabilecek depremlere karşı ciddi tedbir almak, Maddi tedbir derken yaptığımız inşaatın attığımız temeline, inşaatın malzemelerine bakacağız. Yani işimizi  sağlam yapmak, sağlam zemine, sağlam malzeme ile sağlam bina inşa etmek, bu tedbirlerden sonra da mülkün hakiki sahibi olan Allah’a tevekkül etmek, teslim olmak ve Ona bizim için ülkemiz için  şerlerden ve afetlerden koruması için dua etmektir.

Depremin maddî sebepleri olarak bilim adamlarının anlattığı fayların kırılması olabilir.  Ama manevî sebepleri olarak da din otoritelerinin söylediklerini kulak ardı etmemek gerekir ki: Onları şöyle sıralayabiliriz: Bunları asla bertaraf edemiyoruz

1-İnsanlar Allah’a karşı ibadet ve hürmeti terk etmeleri,

2-Fuhuş ve ahlaksızlıkların yaygınlaşması ve aleniyet kazanması. Eskiden işitmişim bir laf var: Zina İle Zulüm olan yerdekileri Zelzele takip eder.

3-Bir kısım erkeklerin ve kadınların Yaratıcının kurallarını tanımadan hareket etmeleri, özellikle de kadınlara Allah yüz,el, ayak hariç, tüm vücudunu örtmesini emrederken: Hanımlar başını örtmezler ve  yatak kıyafetiyle dolaşmaları ve onların bu halinin normal kabul edilir olması, çok üzücüdür. Ve aslımıza bir darbedir.

4-Adaletin hakkıyla tecelli etmemesi, mazlumların ah u eninlerinin arşa çıkması.

5-Kendini savunmaktan aciz olanların cinsel istismarlara ve şiddete maruz kalmaları,

6-İyilikleri emir, kötülüklerden sakındırma görevi sıfıra yakın bir yerde kalması. Söylesemde dinlemez laflarla geçiştiriliyor vs …

Bu sebeplerden dolayı gelen depremler, imtihan sırrının deşifre olmaması için dualı-duasız, inanan-inanmayan, günahsız-günahkâr, küçük-büyük her insanı alıp götürebilir. Bu gidişte dualı ve günahsız insanların kâr’ı şu olacak: Kendilerine şehitlik rütbesi, yıkılıp dökülen mallarına da zekât ve sadaka sevabı verilerek cennete gönderilecekler. Diğerlerine ise hem bu dünyanın kapıları kapanmış olacak, hem de cehennemin kapıları açılmış olacaktır. Onun için Allah, bizi duaya “Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var” emrediyor. ( Furkan 77.Ayet) (Ve sana vahyolunan kitabı güzel oku ve namaz kıl, muhakkak sahih namaz seni edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak Allahı anmak en büyük iştir ve Allah her ne isterseniz bilir)  (Ankebut: Ayet 45). Bir diğer Ayette: “Beni hiç aklınızdan ve gündeminizden çıkarmayın ki ben de sizi anayım, göreyim, gözeteyim, koruyayım, kollayayım.buyuruyor.

Allah yine şu ayetleriyle haber veriyor, moral veriyor ve buyuruyor ki: “Dikkat edin, hazır olun size önemli bir haberim var: Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Allah’ın dostları, iman edip de takva dairesinde kalan kimselerdir. (Yani onlar, Allah’ın emirlerine uyan, yasaklarından uzak duran, helallerle yetinip haramlara tenezzül etmeyenlerdir.) Dünya hayatında ve ahirette onlara müjdeler olsun. Allah’ın sözlerine değişme yoktur. İşte büyük kurtuluş da budur.” (Tevbe süresi Ayet 62-64)

Bu ayetlerden çıkaracağımız sonuç da şudur: Öyleyse ey insanlar! Ne yapın yapın Allah’ın dostlarından olun. Olun ki Allah size sahip çıksın. Allah’ın haram saydıklarını siz de haram görün, uzak durun. Helal kıldıklarına siz de helal deyin. Onlardan ayrılmayın. Ah almaktan, beddualara hedef olmaktan korkun. İftiradan, hasetten, söz taşıyıcısı olmaktan, ara bozuculuktan uzak durun. Bunları yapan bir toplumu Allah’ın rahat bırakmayacağını, dünyada deprem gibi sopalarla döveceğini, ahirette de cehennem hapsine atacağını unutmayın.

Allah hepimizi ve ülkemizi azabını ve gazabını harekete geçirecek hayat tarzından korusun, hepimize razı olduğu hayat tarzını yaşamayı nasip eylesin. Deprem şehitlerimize Rabbimden rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil, yaralılara da acil şifalar Dua ve niyaz ediyorum.

İMANIN SIKINTIYI NASIL BERTARAF ETTİĞİNİ GÖSTEREN ÜÇ VAKIAYLA YAZIMI TAMAMLIYORUM 

1- Adamın biri okulunu bitirip, Profesör olduğu gün Azrail canını alıp, adam ölmüş. Cemaat cenazeyi Annesine götürmesek olmaz mı demişler? Gene götürmüşler.  Fakat: Anne oğluna veda ederken konuştuğu sözler herkesi hayran bırakmış: Anne Hayde evladım! güle güle!!! Madem namazını kılıyordun inşaAllah Allahın rahmeti ile cennete gidiyorsun der oğlundan ayrılır.

2- Bir başka hatıra: Kardeşlerden biri ölmüştü. Cenazeyi hazırlamak için camiye götürdük. Camide cenazeyi bekliyoruz, ben caminin duvarına dayalı bir oturakta oturarak cenazeyi bekliyordum. O esnada 10-12 yaşında bir kız çocuğunun cenazesini getirdiler. Kızın açık saçık annesini belki 15 erkek susturamıyorlar, kızından ayıramıyorlar. Ağlayışlarını bağırıp çağırmalarını durduramıyorlar. Fakat kadın yorulmuş geldi oturakta yanımda oturarak ağlıyor. Ben kadına döndüm! Ne bağırıyorsun! Bu yavruyu sen mi yarattın? Onu sana Allah hediye etmiş. Şimdi aldı cennete götürdü. Sende hazırlan cennete git deyince sustu hanım ve bütün erkekler gülümseyerek bana bakıyor oldular.

3- Benim Burhaneddin isminde büyük oğlum 36 yaşında bir kaza neticesinde Ölüp Allah’ın rahmetine kavuştu. Cenazeyi hazırladık, kardeşler annesine göstermeyelim, yoksa çok üzülüp bağırıp çağırır zavallı dediler. Ben yok olmaz göstermeden dedim. Getirdik eve annesi çıktı hiç ağlayıp bağırıp çağırmadan oğlunu öptü haydi oğlum Allah’ın cennetine gidiyorsun İnşaAllah diyerek ayrıldı.

Çünkü oğlumun kazaya kalmış hiç bir namazı yoktu. Askerde de namaz terk etmedi. Bütün gün fiziki yorucu işte çalışıyordu. Onunla beraber 15 sene prensipli gece 12 ye kadar Risale-i Nur okuyordu. Ondan sonra yaşı 29 evli bana dedi: Baba bir şey diyeceğim yok demeyecen. Tamam oğlum. Dedi Madem Risale-i Nur gibi eserleri Kur’anı Kerim meydana getirmiş, Ben Kur’anı Kerimi ezberleyeceğim Yalnız gece çalışmak suretiyle 4 senede hafız oldu. Bunun ölümü: Namazsız sarhoş birinin cenazesine benzemedi. hiç bulut yok yağmur yokken: Cenaze-i götürürken hafif bir rahmet yağdı: Çünkü Kur’anda “Kafirler için diyor onlar ölünce gökler ağlamaz. “Ama müminler için ağlarlar. Babası olarak ben Oğlumu bir akşam rüyada çok çeşit içki şişeleri masasında gördüm. Oğlum onları içmekten yanakları kızarmış kalk kalk haram onlar diye bağırdım. Oğlum bana: Baba bunlar bana haram değil sana haram dedi ve bu kadar. 

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır