Devlete Karşı İşlenen Suç

Şüphesiz devlet, milli varlığı temsil eden bir otoritelere bütünüdür. Bir suçun devlete karşı işlenip işlenmemesi bu tanımla bağdaştırılmalıdır. Bu açıdan bakıldığı takdirde milli bütünlüğümüzün parçalanmasına ve milli değerlerimizin yok edilmesine yönelik davranışlar devlete karşı işlenmiş suç sayılmalıdır. Çünkü devlete karşı işlenen suçta tehlike devleti yıkma amacına kıyaslanarak ciddiye alınmaktadır.

Osmanlı devletinin yıkılışında fevkalade nazik ve hassas gerçekler bahsettiğimiz bu noktalarda gizlidir. Batı, Osmanlı’yı temelli ortadan kaldırmayı planladığı zaman önce milli bütünlüğü, çarpık kavmiyetçilik rüzgârına tabi tuttu.

Osmanlı toplumundaki rahatsızlıktan Avrupa’daki Jön Türkler ayağı ile ırkçılığa, kavmiyetçiliğe kadar kanserleştirdi. Daha sonra da tam manası ile İslami değerlere bağlı İslami topluma manevi değerleri yok edecek ilkeleri getirdi. O çağın ibadeti terk etmiş, içkiye alışmış yazarları aracılığı ile manevi değerleri tahribe başladı.

Cumhuriyet tarihinde de önceden başlayan bu tahripler kronik bir yara halinde devam ederken, ileriki yıllardan itibaren Marksist zehirlerle yeni gelişen kuşakları devleti yıkacak biçimde yaygınlaştırdı. 80’li yıllara gelindiğinde devlet tam manası ile yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya geldi. Marksistler toplumda öyle garip noktalarda kurumsallaştı ki, sosyal yapı neredeyse bunların aktivitesine terk edildi. Fakat tam bu sırada Rusya’nın çöküşü Marksistlerin aktivitesine büyük bir felç getirdi. Gerçekten devleti yıkmak amacıyla gelişen Marksist faaliyetler Doğu’da PKK, Batı’da Dev-Sol ve benzeri çetelere dönüştü. Aşikâr bir şekilde devleti yıkmak için silahlı eylem yapan Marksistler bu hüviyetleriyle değil de sıradan bir terörist gibi mütalaa edildiler.

Marksistler ateist temeliyle başta aile olmak üzere tüm ahlaki değerlerin, milli güzelliklerin yıkılmasından yanadır. Ve faaliyetlerini yılmadan bu istikamette ördürür. Bu arada da etnik farklılıklar üzerine benzin dökerek alevlendirip memleketi kaosa sokmak ister. Ne gariptir ki, bu faaliyetlerin hiçbiri devlete karşı işlenmiş suçlar şümulünde görünmez, hatta Avrupa’nın göstermelik idam aleyhtarlığı sınırında mütalaa edilerek ağır cezalar verilmekten adeta kaçınılır.

Batı’da ne Marksist eylemler ne manevi değerlere karşı açılan ateist kampanyalar devlete karşı işlenmiş suç mahiyetinde görülmez. Çünkü zaten bu devletlerin bünyesi bu tarz hastalıklarla malûldür. Bu bakımdan onlar böyle suçları var dahi saymazlar. Halbuki bizdeki durum değişiktir. Bizim bünyemiz manevi değerlere bağlı bir yapı ile ayakta durmaktadır. Bu değerleri ülkemizden kaldırırsanız ayakta kalmamız mümkün olmaz, devlet yıkılır. Marksist veya ateistlerin çok ciddi elebaşıları devletin temel yapısını laiklik gibi anlaşılması imkânsız bir mefhuma bağlamıştır. Bu sayede milli değerlerimizi yıkmaya yönelik faaliyetlerini rahatça sürdürebilmektedirler. Avrupa’nın bizden istediği, vazgeçilmez şart olarak istediğini ileri sürdükleri “düşünce özgürlüğü” kavramında bile hain plan yatmaktadır.

Hiçbir devlet kendisini yıkmaya matuf birtakım fikir ve düşüncelere ve bunların yayılmasına müsaadeyi göze alamaz. Kaldı ki ülkemizde laiklik kavramına bağlı olarak birtakım düşünce ve eylemleri devlete karşı işlenmiş suç gibi görmek olağan hale gelmiş, inançlara karşı bir tarz öcü baskısı gibi kullanmışlardır.

Aile bütünlüğünü sarsacak mahiyette ahlaki değerlerin tümünü inkâr kampanyaları batılılaşma hezeyanı gibi mütalaa edilirken, bir kimsenin dini bir nikâh istemesi bile hâlâ büyük suçlardan sayılmaktadır. Bu konuda biz güya aydın çevre temsilcileri olarak artistlerin bile masum isteklerine karşı çıkarken, bekaret aleyhinde açılan kampanyalar, nikahsız bir arada oturmalar rahatlıkla savunulmaktadır.

Gerçekten ayakta durma ve yaşama kabiliyetimizi bir sarhoşun umursamazlığı ile böylesine heder etmek akılların alacağı bir gaflet değildir.

Allah’tan, yeni yetişen kuşaklar devletin, milli bünyemizin tahribi için girişilen bu faaliyetleri fark etmişler ve mal sahibi olmanın şuuru içinde milli bünyemize sahip çıkmışlardır. Bu yüzden de ihanet şebekeleri milli değerlere saygılı gençliğin yetişmesinden fevkalade rahatsızdır. Allah’ın lütfü ile ulaştığımız mal sahibi olma bilincini kutsal bir emanet gibi sebatla korumalıyız.

Bu yazı Onkolog Dr. Haluk Nurbaki, 7 Nisan 1996

nurbakimektebi.com