Dikkat! Aramızda Allah’ın Elçisi Var!

Aramızda kalsın ama size bir sır vereyim!.. Evet, ”Aramızda Allah’ın Resulu var.” Gerilerde kalmış, bizi terk etmiş değil.. O, bizim aramızdadır!..

Peygamber, hayatlarımızın “özne”sidir. Allah’ın Resulü (a.s.m.) tarihsel bir figür değil, nostaljik bir unsur hiç değil; canlı ve güncel bir gerçekliktir. Uzaklarda değil, yanımızdadır. Gerilerde kalmış ve bizi terk etmiş değil; bal gibi aramızdadır, sımsıcak, yanı başımızdadır. Evet, evet; “İyi bil(elim) ki, aramızda Allah’ın Resulü var.”

Mevlid Kandillerini ve Kutlu Doğum programlarını bir tür folklora dönüştürmemizden endişeliyim. Bu programların çoğuna hâkim olan yaklaşımda, Peygamber (a.s.m.) bir “nostaljik figür” olarak anlatılıyor, anlaşılıyor. “Neredesin ey Peygamber!” edası, aslında “nerede olduğumuzu” bilmememizin sancılı bir haykırışı olsa gerek. “Özledik Seni!” deyişleri O’nun (a.s.m.) halen canlı ve güncel “gerçekliği”nin hayatımızda yer etmediğinin belirtisi olarak okunmalı.

Son zamanlarda, hissesi olmayan kıssalarla anlatılan bir “Peygamber ve sahabeleri” hamaseti doğdu ki (ne yazık ki bu tür anlatımlar, reyting ve dolayısıyla para getirdiği için yaygınlaşıyor) arkasından bir de gözyaşı dökmüşsek, kendisine tâbi olunacak bir Peygamber değil, kendisine acınacak, “ah vah” edilecek “zavallı” bir Peygamber’le baş başa bırakılıyoruz.

Hele bir de, yoğun gözyaşı dökmemiz, O’na (a.s.m.) ve güzel sünnetine uzaklığımızı seslendiren vicdanımızın çığlıklarını susturunca, etrafta “Peygamber aşkı”ndan ağlayan ama mesela O’nun kıldığı, O’nun kıl dediği namaza bigâne, O’nun yaşadığı tesettür ve edebe hal diliyle dudak büken türediler çıkmaya başladı.

Yedeklerinde “çok sevgili” bir Peygamber ama önlerinde “din”i yozlaştıran, “sünnet”i birkaç gözyaşına indirgeyen şeyh edalı, ekran müptelası kadınlar-adamlar…

Diyeceğim o ki, bu gidiş, gidiş değil: Tuhaf ritüellerle kutsanan ama okumaya değer görülmeyen Kitab’ın yanına şimdi de pek çok sevilen ama tâbi olunmaya değer görülmeyen “zavallı”laştırılmış bir Peygamber eklendi.

Oysa Peygamber hayatlarımızın “özne”sidir. Paslı demir tozlarını uyudukları yerden kaldırıp hizaya sokan bir mıknatıs gibi, varlığımızı hizaya sokmakta, hayatımızı uyuduğu/uyuştuğu yerden ayağa kaldırmaktadır. Allah’ın Resulü (a.s.m.) tarihsel bir figür değil, nostaljik bir unsur hiç değil; canlı ve güncel bir gerçekliktir.

Uzaklarda değil, yanımızdadır. Gerilerde kalmış ve bizi terk etmiş değil; bal gibi aramızdadır, sımsıcak yanı başımızdadır. Evet, evet; “İyi bil(elim) ki, aramızda Allah’ın Resulü var.”

Hucûrat Suresi’nin yedinci ayetinin bu cümlesi diri ve diriltici Kur’an’ın içinde hâlâ daha nefes alıp veriyor, hayatlarımıza nabız pompalayan bir kalp olarak kasılıp gevşiyor: “Va’lemû enne fîkum Resulallah”, “Bilin ki, içinizde Allah Resulü var.”

Hucûrat’ın birinci ayetinden yedinci ayetine kadar okursak, Rabb’imizin bizi adım adım Resulü’nün yanına aldığını görürüz. Birlikte yürüyelim mi “O’nun evi”ne doğru?

1- Siz ey iman edenler, Allah’ın ve Elçisi’nin önüne kendinizi koymayın, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Çünkü Allah, kuşkusuz her şeyi işiten, her şeyi bilendir.

Allah’ın Elçisi, önüne geçmeyeceğimiz kadar önümüzdedir, diridir, dirilticidir. Allah’ın Elçisi, Allah’ı önüne ve önümüze koyduğu için en acil önceliğimizdir.

2- Siz ey iman edenler, sesinizi Peygamber’in sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O’nunla konuşmayın, yoksa bütün amelleriniz, siz farkında olmadan boşa gitmiş olur.

Nebi, sesimizi kendisine göre sürekli ayar etmemizi gerektirecek denli dudağımıza yakındır, kulağımızın dibindedir. Demek ki, sözümüze kulak kesilecek kadar sıcacık bir Nebi vardır. Kulak verdiğimizi dert edinecek denli şimdi ve buradadır Nebi.

3- Bakın, Allah’ın Elçisi’nin huzurunda seslerini kısanlar var ya, işte onlar kalpleri, kendisine karşı sorumluluk bilinci ile [doldurularak] Allah tarafından sınananlardır; onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.

Nebi, hatırına susulacak kadar huzurumuzdadır. Sesimizi yanında kısacak kadar yakınımızdadır. Nefesimizin hemen yanı başında; hecelerimizin hemen arasında durur Nebi’nin hatırı.

4- Gerçek şu ki [ey Peygamber] seni evinin dışından çağıranlar var ya, işte onların çoğu akıllarını kullanmazlar.

“O’nun evi”ne doğru yürüyecek olan biziz; O’nu evinden çıkartıp bize doğru yürümesini beklemek edepsizliktir. “O’nun evi” ise O’nun sünnetidir. Burada olan herkes için “Orada mıyım, yoksa burada mıyım?” sorusunu sorduracak kadar “burada”dır Allah’ın Elçisi.

5- Çünkü, sen [kendi isteğinle] onların yanına gelinceye kadar sabred(ip bekle)selerdi, kendi lehlerine olurdu. Ama Allah yine de çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.

Tüm hatalarımıza rağmen, “Yanımıza gelir mi acaba?” deme hakkımızı yitirmeyeceğimiz kadar refetiyle ve merhametiyle şimdi ve burada beklentimiz ve ümidimizdir Nebi. Ümit hep tazedir, hep yenidir, hep canlıdır. Başımıza konmuş kuş gibi kaçmasın diyecek kadar ürkektir ümit… Ya kaçarsa diye titreyeceğimiz kadar başımızın üstünde durup durmamak arasında çırpınmaktadır.

6- Siz ey iman edenler, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, muhakemenizi kullanın; yoksa istemeden insanları incitir ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.

İnsanları istemeden incitmek ve sonra yüzleşmeye cesaret edemeden, özür bile dileyemeden içimizde sıcacık bir köz gibi yanıp duran bir pişmanlık üretip üretmemek kadar “şimdiki ve buradaki” meselemizdir Nebi’nin bu “haberi”. Üstelik bunu doğru bildiğimiz haberi dinleyerek, dikkate alarak ve bir de aktararak yapmış olabiliriz. “Doğruya doğru!” demenin bile bizi kurtaramadığı tanımsız bir boşlukta elimizden/dilimizden tutuyor Nebi. Kendi haklılığımızda bile kendimizi hesaba çekecek kadar ince ve keskin bir duyarlılık yükler bize Allah’ın Elçisi. O kadar yakınımızda…

7- Öyleyse, bilin ki, aranızda Allah’ın Elçisi var.

Öyle değil mi?

Tüm okuyucularımızın ve İslam âleminin Mevlid Kandili’ni tebrik ederiz.

Mehmet PAKSU