Vücutta Atâlet Yok. İşsiz Adam, vücutta Adem Hesabına İşler. En bedbaht sıkıntılı muzdarib, işsiz olan adamdır; zira ki atâlet: Vücud içinde adem, hayat içinde mevttir. Sa’y ise: Vücudun hayatı, hem hayatın yakazasıdır elbet!
Sünnetullah tabir edilen, kâinatta cereyan eden bu sırlı uzun düsturdandır ki, işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle, sa’y eden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünkü daima işsizler ömründen şikâyet eder, eğlence ile çabuk geçmesini ister. Sa’y eden ve çalışan ise şâkirdir, hamd eder, ömrünün geçmesini istemez. Hem o sır iledir ki, “Rahat zahmette, zahmet rahattadır.” cümlesi darbımesel olmuştur. (Bediüzzaman)
Peygamberler hem geçimlerini kazanma hem de tebliğ, temsil ve ubudiyet gibi dinî sorumluluk noktasında daima faaliyet içerisinde bulunmuşlardır. Hattâ geçimlerini temin noktasında, birçok peygamberin belli mesleklerin pîri olacak kadar hayatı kazanmada öncüler oldukları bilinmektedir.
Meselâ Hz.Âdem(a.s) ilk çalışan meslek insanıdır. O, hem çiftçilik hem de dokumacılık yapmıştır. Hz.İdris(a.s) terzi ve kalemle ilk yazı yazan, Hz.İsmail(a.s), ilk Arapça yazı yazandı; Hz.Nuh(a.s) ile Hz.Zekeriya(a.s) ise marangozdu.
Ebû Hureyre’nin bildirdiğine göre Resûlüllah(s.a.s), Hz.Davud(a.s)’ın elinin emeğinden başka bir şey yemediğini, Zekeriya (a.s)’ın da marangoz olduğunu haber vermiştir.
Hz.İbrahim (a.s) hububat tohumu satarak geçiniyor, aynı zamanda ziraat ve marangozluk yapıyordu. Hud ve Salih (a.s) ticaretle, Hz.Eyyüp(a.s) çiftçilik, Hz.Davud (a.s) sultan olduğu halde demircilik, Hz.Musa ve Hz.Şuayb (a.s) ise çobanlık yaparak geçinmişlerdi.
Faaliyet, insanların zirveleri olan peygamberlerin belirgin özelliklerinden olunca, onları örnek almak en uygun davranış olacaktır. Nitekim Allah Teâlâ; “İşte, o peygamberler, Allah’ın hidâyet ettiği kimselerdir. Sen de onların yolundan yürü!” (En’am Sûresi, 6/90) meâlindeki âyetiyle, inananlara ve onların şahsında tüm insanlığa peygamberin yolundan gitmemizi, onları örnek almamızı emretmiştir.
Dünya geçimini temin açısından çalışmaya bakıldığında, Allah Resûlü(s.a.s) şöyle buyurmuşlardır:
“Bir kimse kendi eliyle çalışıp yediğinden daha hayırlı bir şey yememiştir.”(Buharî, Büyu 15)
“İnsanın kazandıklarının en hayırlısı, çalışıp kazanarak elde ettikleridir.”(İ.Hanbel, 2:354, 357)
“İçinizden kim bana insanlara yük olmayacağına, onlardan bir şey istemeyeceğine dair söz verirse, ben de ona Cennet’te olacağına garanti veririm.”(Tirmizî, Zühd 61)
Bu beyanlarında, insanları çalışmaya ve haklı kazanca teşvik etmiş; Fahr-ı âlem(s.a.s) hangi kazancın en temiz ve en üstün olduğu sorulunca da kişinin bizzat kendi emeğiyle kazandığı işin ve şüpheli olmayan helâl alışverişin en temiz ve en üstün kazanç olduğunu beyan buyurmuştur. (İ. Hanbel, 3:466)
Dilenme‚ dinimizde tasvip edilmeyen çok kötü bir kazanç yoludur. Zarurî hâlin dışında, dilenciliği sırf bir geçim vasıtası haline getirenler büyük bir mes’uliyet altına girmektedir.
Bu çeşit kimselere Peygamberimizin ikazı şöyledir: “Her kim malını çoğaltmak için insanlardan mallarını isterse, o ancak ve ancak ateş parçası ister. Artık bunun ister azını, isterse çoğunu ister.” (Müslim, Zekât 35)
Rasûlüllah Efendimiz(s.a.v): “Kişi ister, ister.. nihayet kıyamet gününe yüzünde bir parçacık et yokken gelir”,”Ihtiyacı yokken dilenen, ateş topluyor demektir”(El-Hindî, VI/495; Ibn Hacer, Bulug’ul-Meram, (Serhi) N/144) buyururlar.
Kur’ân-ı Kerim; iffetlerinden ötürü ihtiyaçsız sanılan, insanlardan ısrarla istemeyen fukarayı över ve yardım verilecek olanların onlar olduğunu bildirir. (Bakara 2/273)
Kur’ân’da iyiliğe(birre) ulaşma yolları sayılırken, akraba, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlarla beraber dilenenlere de malı gönül hoşnutluğu ile vermekten söz edilir. (Bakara 2/177)
Aynı ayette arkasından zekât da zikredildiğine göre, onlara verilen zekâtın dışında bir verme olacaktır. Ayrıca iki ayette daha takva ehli ve cennet ikramına lâyık insanların özellikleri sayılırken “onlar ki, mallarında dilencinin ve mahrumun bir hakkı vardır” ifadesi kullanılır. (Zâriyât, 51/19; Me’âric, 70/25)
Demek ki, hakikaten mahrum olana da, mahrum olup olmadığı bilinmeyen dilenciye de vermek gerekir.
Ayrıca Kur’ân’da: “İsteyeni(dilenciyi) de azarlama” diye bir ayet daha vardır. (Duhâ 10)
Rasûlüllah Efendimiz(s.a.v) yaşamı boyunca kendisinden kibarca isteyenlere verdiği gibi, kabaca isteyenleri de boş çevirmemiş ve “bunlar ya çirkin sözlerle benden mal istemek ya da beni cimri göstermek arasında beni muhayyer bıraktılar. Ben cimri değilim” buyurarak onlara da vermiştir. (Müslim, Zekât 127; Davudoğlu V/479)
Efendimizin(s.a.v) sözlerinden anlaşılan da budur:
“Sizden biriniz (kendisinden) dileneni boş çevirmesin ve istediğinde vermemezlik etmesin, hatta kolunda iki altın bilezik görse dahi”(Kurtubî, XX/101),
“Eğer miskin(dilenciler) yalan söylemiyor olsalardı, onları boş çeviren iflah olmazdı.”(El-Hindî, VI/362)
“Dilenciyi az da olsa bir şeyle ya da güzellikle geri çevirin. Çünkü insan ve cin olmayan(melek) size uğrayıp Allah(c.c)’in bahşettiği nimetler konusunda nasıl davrandığınıza bakıyor olabilirler.”(el-Hindî, VI/390)
“Dilenci bir şey istediğinde, o sizden istemesini bitirene kadar sözünü kesmeyin, sonra ona yumuşak bir şekilde karşılık verin. Ona az dahi olsa bir şeyler verin veyahut gönlünü hoşnut kılacak hoş bir söz söyleyin.”
Dilenmek ancak şu dört kişiye caizdir.
1. Toprağa yapıştıran fakirliğe uğrayana(son derece fakir düşene),
2. Altından kalkamayacak derecede borç altına girene,
3. Ara bulmak için kan parası yüklenen kimseye,
4. Çok acı veren müzmin bir hastalığa kapılan kimse ihtiyacı kadar isteyebilir. (Ebû Dâvud, Zekât: 26)
Hadisten açıkça anlaşılan odur ki, çalışamayacak kadar mağdur, sakat ve özürlü olan kişi, kendisine bakacak bir kimse yoksa, devlet de yardım etmiyorsa, ancak zarurî ihtiyacını telâfi edebilecek kadar başkalarından isteyebilir, dilenebilir. Borçluluk hali de buna eklenmektedir.
Kişi, yollarda oturup herkese el uzatanlara birşey vermek zorunda değildir. Bizzat kendisinden dilenen olur ve “Allah(c.c) için, Allah(c.c) rızası için” diye dilenirse ona az da olsa mutlaka bir şey vermeli ve öyle diyerek dilenmesinin çok kötü olduğunu ona uygun bir dille anlatmalıdır.
Cami içlerinde dilenenlere ise bir şey vermemesi -Allah’u a’lem- daha uygun olur. Çünkü böylece bir bid’atin önüne geçmiş olur.
İhtiyacı olmadığı halde dilenmeyi bir meslek haline getirdiğini bildiği kişilere de -bizzat kendisinden istemedikçe- vermemesi daha uygundur.
Ama her hâlükârda dilenciyi azarlamamak bir Allah emridir. Dilenciye hem verip, hem de onu inciten bir davranışta bulunmaktansa güzel bir sözle onu savmak da Allah(c.c) emridir. (Bakara 2/263)
Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi gerektiği gibi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek te icab eder.
Cenab-ı Hakk(c.c) Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde mü’minleri şöyle uyarmaktadır: “Şeytan sizi Allah yolunda infak ederken fakir olursunuz diye korkutur ve sadaka vermemenizi emreder.” (Bakara 268)
Efendimiz(s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Sadaka, malı eksiltmez, malı çoğaltır ve bereketlendirir.” (Müslim, Birr 69; Muvatta, Sadaka 12)
Bir kutsi hadiste: “Ey Ademoğlu! İnfak et ki, Ben de sana infak edeyim.” buyrulmaktadır. (Buhari, Zekat 28; Müslim, Zekat 57)
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v), Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’ya şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey Esma! Cimri olma ki, Allah da sana eksik vermesin. Saymadan ver ki, Allah da sana saymadan versin. Kesenin ağzını bağlama ki, Allah da sana nimetini eksik etmesin, kesenin ağzını bağlamasın. İnfak et ki Allah da sana infak etsin.” (Buhari, Zekat 21; Müslim, Zekat 88; Tirmizi, Birr 40)
Hasan Tayfur