Din ile Fennin Kesiştiği Kavşak

Memleketimiz de hala imansız yaşayan fenden mürekkep yalayan zavallılar Dünyaca meşhur ilim adamı olan Albert Einstein’in Allahın varlığı hakkında görüşlerini görsünler ve ders alsınlar.

Albert  Einstein

Bu dünyada yaşadığımız hayat bizim için bir sırdır. İnsan bu geçici dünyaya,  gelişinin sebebini düşünmeli? Bunu herkesin anlaması imkânı olmaması ile birlikte, Duygularımız bize diyor ki, buraya gelişimizde ilahi bir maksat var.  Gün geçtikçe ömrümüzün azaldığını görünce bunu anlıyoruz. Bizim bütün hareketlerimiz bize bunu anlatıyor. Vücudumuzda vuku bulan  İç ve dış hareketlerimiz de görüyoruz ki, bu işler bir  kuvvetin te’siri ile oluyorlar. Bundan anlıyoruz ki, vücudumuzun hareketi ile ilgili biz felsefe yapamıyoruz.

Bu hususta Schopenhauer’in görüşü doğru: “İnsan bazı isteklerini yapar ama, her istediğini istediği şekilde yapmaya hür değildir.” demiş. Yani insan yaptığını kendine mal edemez. Ben hayatımı bu düşünce üzere devam ediyorum.

Beni kendine bağlayan: Hayırseverlik, güzellik ve doğruluktur. Bu esasları düşünerek hiçbir zaman beni lüks ve konfor hayat kendine çekememiştir. Benim nazarımda konfor hayatın peşine kendini veren kimseyi: Hayvanın yediği ota benzetirim. Siyaset ve Hürriyyetin hedefi kendinin ve milletin haklarını korumak olmalı. Hiç kimse kendini tapanak yapıp Allaha karşı hürmete engel olmamalı.

Benim nazarımda insan için en güzel şey kendini gösterişten bir sır gibi saklamalı, Bu hayatı yaşamayan kişi ölü gibi sayılır, onun gözleri görmez bir haldedir. İnsanın iç sırlarını ayakta tutan dinine bağlılığıdır. Çünkü insandaki ana kuvvet Allahtan gelir. Çoğu Allah inancına  yetişemiyor. Çünkü Allah’ı varlıklarda değil, yaptıklarında kendini göstermek istiyor.

Dinin esası Allahın varlığına inanmakta yatar. Onu göz ile görmesek te; Akıl Onu her zaman görmeli. Bu inanç insan için büyük bir zenginliktir. Öyle bir zenginlik ki hiçbir zaman bitmez. Ben onlarla beraberim ki, Allaha karşı ihlasla bağlanıp takvayı elde ederler. Ben hiçbir zaman onlar ile olmam ki: derler Allah bu mahlukatı bu dünyada sevindirmek ve üzmek için yaratmıştır. Bana Allahın kainattaki mu’cize varlıklarını seyretmek yeter. Benim ana maksadım kainatta ki Allahın sayısız varlıklarından en küçüğünü keşfetmek.

Bu inancım sebep oldu beni kurtardı, hatta ölüm korkusundan da. Eskiden insanlar çok şeyin hakikatini bilememişler, hatta insanın canını bili kendi kendine olan  bir şey sanmışlar. Ondan sonra Allahın varlığını kabul etmişler ve ona kurban kesmişler.

Dini hayata sahip olmak için içtimai hayata önem verme lüzumunu kabul etmişler. Fakat anne baba ve devleti idare edenler, bunların  tamamı geçici şeyler. Bütün bunlar Allahı bulup, ona inanmak ve ahlaklı olmak için insana birer sebep ve uyarı. Hatta milliyetçilik insan için bazen mukâfata, bazen da cezaya sebep olur. Menfice milliyete sahip çıkarsan ceza, ona müspet  sahip çıkmak ise lehine olur.

Bütün medeni devletler, ahlak ve terbiyelerini dinden almıştırlar. Bazen olur ki, içtimai hayatta ahlaka sahip çıkmak, insani yükseltir. Bu ahlakın da kaynağı dindir. Çünkü insanlardan bazıları iman ve dine sahip olmayı, kendisi için yüksek bir ahlak bilir, ben bunu kozmik bir din sayarım. Yani her yaratıkta Yaratanını görmen lazım. Yani düşüncenin derinlemesine girerken kâinatta görünen her yaratıkta Allahın nasıl bir mucizesi yarattığı görünür.

Böyle bir düşünce insanın duygularını genişleterek insanı yükseltir. Ben inanıyorum ki fen ve san’atın ana vazifesi Allahın varlığını İnsana inandırmaktır. Her ne kadar fencilerin çoğu derler ki: Din başka, fen ilimleri başkadır. Benim düşüncem aksi istikamettedir. Mademki her şey bir sebep tahtında meydana gelir. Elbette ilk  yaradılış dahi bir sebebe bağlıdır. Ana sebep te Allahtır.

Bu hususta benim gibi sizde yaratıklara bakıp inceledikten sonra görürsünüz ki: Onlar kendi kendine olmamışlardır, muhakkak onların bir yaratanı var. Kâinatın yaradılışı hususunda  daha önceki fencilerin görüşü daha isabetlidir. Onlar birleşerek Allahın varlığını kabul ederek, Allahın varlığına inanarak yaşamışlardır.

Kepler ile Nevton senelerce tahsil ettikten sonra önce yazdığım karara varmışlardır. Halbuki yalınız fenni araştırma ile vakit geçirenler, Yaratıcının varlığına bulmaktan mahrum kalmışlardır. Allahın ilhamına mazhar olup araştıranlar kendi kalplerini nurlattıktan sonra, diğer insanların de inanmalarına yardım etmişlerdir. Her ne kadar müşkülat ve tenkitlerle karşılaşmışlar ise de, onların ma’nevi duyguları galip gelmekle araştırmada ilerlemeye devam etmişlerdir.

Bir muasırımız bu kelime ile çok isabet etmiştir:

“Bu maddiyyunluk asrında, insanın duygularının derinliğine hakim olan din onları öğretmiştir  ki, daha önceki ilim adamlarından ders almaya.”

İbrahim Sıtkı Eröz’ün Ne için Allaha İnanıyoruz kitabindan yalnız: Albert Einstein yazısını derleyerek almışımdır.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org