Dindar Gençlerde Ergenlik Sorunları

      Gençlik dönemi ergenlik dönemi ile başlar.Bu dönem 14-25 yaş aralığıdır.Ergenlik dönemine geçen çocuklarda hem fiziki hem de ruhi değişimler yaşanır.Çocukta meydana gelen bu fiziki değişim -özellikle bu kızlarda daha fazladır-Bazen ruhi sorunlara da neden olur.Bu dönemde gençler duygularıyla hareket eder.Akıl ikinci plandadır.

Ergenlikte  gençler de özellikle karşı cins tarafından beğenilme kaygısı ağır basar.Anne ve Babalar bu dönemde çok dikkatli hareket etmeli çocuklara bu dönemde değer vermelidir.Çünkü bu dönemde çocuk Anne ve Babadan  sevgi ve ilgi bekler.

Bizim gibi feodal kültürün ağır bastığı doğu toplumlarında maalesef  bu ilgi ve sevgi çok az görülmektedir.Geleneklerden dolayı çocuğa olan sevgi ve şefkati özellikle baba esirgemektedir.Çocuk baba sevgisinden ve şefkatinden yoksun büyümektedir.Bu durum kız çocuklarında daha büyük sorunlara neden olmaktadır.Genç kızlar babadan göremediği sevgiyi kendisine değer veren ilk erkekte bulmaya çalışmaktadır.Bazı kötü niyetli kişiler genç kızların bu zayıf yönünü kötüye kulanıp gençlerin ruhunda onarılmayacak sonuçların çıkmasına neden olur.Kısacası bu kızlar sevgi eksikliğinden dolayı bazen babası yaşındaki kişilere gönlünü kaptırmakta ve saf duyguları  bu kişiler tarafından suistimal edilmektedir.Bu durum bazen gençlerin intihar sebebi bile olabilmektedir.

Yöremizde muhafazakar ailelerin çocuklarında  durum daha da vahimdir.Aileler gençlerin çevresinde olup biten olaylara gözünü kapamasını ve tamamen dış dünyayla bağlantısını kesmesini isterler.Bu durum gençlerde çok büyük psıkolojik baskıya sebep olur.Gençler bu baskını altında ezilirler.Çocuk bazen namaz kılmazsa bile sırf ailesinin baskısı ile namaz kılar gibi gözükür.Yani kısacası ailesini aldatır.Ailesinin beklentisinin tam tersine ahlaki yönden daha da yanlış işler yapar.Bazen ailenin yasakladığı şeyler çocukta daha ilgi çekici olur.Ailesinin isteği dışında bu yasakları çiğner, duygularının esiri olur.

Yukarıdaki aktardıklarımı destekler yaşanmış bir olayı  Yazar Cemil  TOKPINAR’ın bir kitabından  aktaralım.

“Çok değerli Cemil Ağabey! Son zamanlarda evlilik, cinsellik ve gençlik üzerine kaliteli çalışmalar yapıyorsunuz. Ben de bir genç olarak yarama parmak bastığınız için bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydum.

“Ben erkeklerle hiçbir zaman muhatap olmadım. Lisede hocalarımla bile konuşurken başımı öne eğer, edep ve saygıyla onlarla konuşurdum. Hayatımda erkek olarak sadece babam ve ağabeyim vardı. Üniversiteye geldiğimde dindar, müsbet ve İslâmî bir bölümde okuyan bir beyle tanıştım. Ciddi olarak görüşüyorduk. Bu görüşmeler sırasında ben, kendi hayamla oturmaya, kalkmaya ve konuşmaya dikkat ederdim. Bildiğim dinî ve imanî hakikatları açıklamaya çalışırdım. Sonuçta muhatabım, sadece iman hakikatlarından haberdardı, ama içli dışlı değildi. Evliliğimizi, ileride nasıl bir hayat kuracağımızı, dünya ve ahiret saadetini, kısacası her şeyi meşru daire içinde konuşmuştuk. Bu görüşmeler sıklaşınca işin içine ister istemez nefis ve şeytan karışmıştı. Ben ise ona, bazı tutum ve davranışlarının yanlış olduğunu, yapmaması gerektiğini, meşru olmayan lezzetlerin haram olduğunu, branşı gereği bunları asıl kendisinin anlatması gerektiğini ifade etmeye çalıştımsa da, nafile… Sonunda bir nefis taşıdığım için ben de bu havaya kapılmıştım. İş ciddiye dönüşünce ailesinden sorun çıktı. Böylece bütün söylemler suya düştü. Yaptığım hatalar, günahlar, haram lezzetler bana kaldı.

“Olayın üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen ben sürekli vicdan azabı duyuyorum, her zaman, her namazda tevbe ediyorum. Ağlamadığım gün ve gece yoktur. Ben kendimi affedemediğim halde Rabbim beni nasıl affedecek, onu düşünüyorum; düşündükçe kahroluyorum. Üzüldüğüm şey, dinî ve imanî hakikatlardan haberdar olan birisi olmama rağmen nasıl oluyor da, bu tür şeyleri yapmışım? Benim gibi olan yüzlerce kız var. Size anlatamayacağım hüzün ve pişmanlıklar içerisindeyim. Bunu Cenab-ı Haktan başka kimse bilemez herhalde.

“Benim suçum, ciddi olarak evliliği düşünmemdi. Benim suçum dindar, dinî hakikatlardan haberdar bir insana güvenmekti. Suçum, Doğu kökenli olup, ailesinin beni kabul etmemesiydi. Suçum, dünya ve ahiret saadetini sağlamayı düşünmem, lüks ve şatafatlı bir hayatı istemememdi. Suç üstüne suç sayabilirsiniz…

“Bu olaydan sonra dindar bile olsa erkeklerden nefret etmeye başladım. İçimde onlara karşı kin ve düşmanlık vardı. Evliliğe kapalı kalmıştım.

“Ben artık şefkat tokatlarını yemiştim, aklım başıma gelmişti. Bu mektubu gençlere örnek olsun diye yazıyorum. Hiç kimse, ‘Benim konuştuğum, görüştüğüm kişi temizdir, dürüsttür, dindardır, güvenilirdir, muhafazakârdır’ deyip, kendini kaptırmasın. Çünkü olaylar başka mecralara kayıyor. İnsan geçmişine dönüp baktığında ahlar, hüzünler, senelerce unutulmayacak izler, gözyaşları ve günahların kara lekesi belleğinde kalacaktır.

“Bu musibet bana ne kadar aciz, zayıf ve çaresiz olduğumu, dünyanın gayri meşru lezzetlerinin bir yedirip bin tokat vurdurduğunu, bir an bile nefis ve şeytanla baş başa kalmanın ne büyük yaralar açtığını öğretti. Belâ ve musibetlere karşı sürekli istiğfar etmek gerektiğini, tevbe kapısının açık olduğunu, her şeyde bir hayır ve hikmet bulunduğunu, esma-i hüsnadan birinin de Tevvab olduğunu, hata işleyip nefis muhasebesi yapmakla Hz Yunus’un (a.s.), sabrederek Hz. Eyyub’un (a.s.) meyvelerine ulaştığımı gösterdi.

“Bunları hiç kimseye anlatmış değilim. Siz gençlik sorunlarıyla ilgilendiğiniz için, gençlerin ibret alması niyetiyle yazıyorum.”

Bu mektup gösteriyor ki dindar aileler, çocuklarını yetiştirirken çok dikkatli davranmalı.Özellikle örnek dini yaşantıyı gençlerden beklerken bu gençlerin duygusal yönlerini de göz önünde bulundurmalıdır.Onların hem ruhi hem de nefsani yönlerini dikkate almalıdır.

Hamit Derman

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: