Diyanetten soru cevapla bize bildirenler

1- Küllî ve Cüz’î irade ne demektir, açıklar mısınız? 
İrade: istemek, dilemek, seçmek, iki veya daha çok alternatiflerden birine karar vermek demektir.

Allahu Teala’nın “irade” sıfatı vardır. Allahu Teala’nın iradesi demek, Allah’ın, mümkinattan her birini, sonsuz hallerden ve vakitlerden birine tayin ve tahsis buyurması demektir.

Burada geçen “mümkinat”tan maksat, olmasını veya olmamasını, varlığını veya yokluğunu aklın caiz gördüğü şeylerdir. İşte bu şeylerin varlığına veya yokluğuna, olmasına veya olmamasına karar vermek Allahu Teala’nın iradesini ilgilendiren bir husustur; buna karar vermek Allah’ın işidir. Bu kararın kaynağı da Allah’ın “irade” sıfatıdır. Bu iradeye “irade-i ilahiyye=ilahî irade” denir.

Bir de Allah’ın kullarına verdiği bir “irade” vardır ki, kul, kendisini ilgilendiren, kendi yaptığı işlerde bu iradesini kullanarak karar verir. İşte irade-i külliyye ve irade-i cüz’iyye terimleri, kula ait olan bu irade ile ilgilidir. Şöyle ki:

Kulda bi’l-kuvve mevcut olan irade gücüne “küllî irade” denir. Bu irade kullanılmaya hazır olan, ancak henüz kullanılmayan “potansiyel irade” demektir. Bu durumdaki iradenin herhangi bir olaya yönelme, herhangi bir şeyin olmasına veya olmamasına karar verme gibi bir işlevi yoktur; yani bu irade, insanın fiilen kullanmadığı bir iradedir. Dolayısıyla insan, kullanmadığı böyle bir iradeden sorumlu değildir.

 2- Ecel nedir? Ömür kısalır ya da uzar mı? 
Ecel, kelime olarak mutlak vakit, bir şeyin müddeti veya bir şeyin müddetinin sonu anlamındadır. Daha sonra bu kelime insan ömrünün sonu anlamında kullanılmış ve bu manada meşhur olmuştur. Ecel hayatın son bulması ve ölümün gerçekleştiği zamandır. Bu anlamı ile her canlı için tek bir ecel vardır. Bu ecel Allah’ın kaza ve takdiriyle olup, asla değişmez. Belirlenen ecel, vaktinden ne önce gelebilir ne de o vakitten sonraya kalabilir. Bu hususla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır. “Her ümmetin takdir edilmiş bir eceli vardır.

Ecelleri geldiği zaman ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri giderler.” (Yunus suresi, ayet: 49)

Ehli Sünnetin görüşüne göre öldürülen kişi kendi eceliyle ölmüştür. Katilin öldürmesi ile o kişinin eceli değişmiş ve ömrü kısalmış olmaz. Ecel, hayatın tereddütsüz ve kesin olarak son bulduğu zamandır. Katilin mes’ul olması, Allah’ın kesin olarak yasakladığı cana kıyma yasağını işlemiş olmasındandır.

3- Son nefeste yapılan tevbe makbul müdür? 
Bütün günahlardan tevbe etmek ve tevbeyi geciktirmemek gerekir. Fakat tevbe kapısı, can boğaza gelinceye kadar açıktır. Bu konuda Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: “Bir kul can çekişmeye başlamadıkça Allahu Teala onun tevbesini kabul eder” buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerif, ruhu boğazına gelmeden, can çekişmeye başlamadan kulun tevbesinin kabul olunacağını bildirmektedır, Aksi takdirde can boğaza gelip, hayattan ümit kesilip ahiret ahvalinin görülmeğe başlandığı zaman, yapılan tevbe ise geçerli değildir. Bu hususta Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Kötülükleri yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca: “Ben şimdi tevbe ettim” diyenler ile kafir olarak ölünler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acıklı bir azap hazırladık.” (Nisa, 18)

4- Tecdidi iman ve nikah ne zaman lazımdır? 
Dinden olduğu kesinlikle bilinen şeylerden birini inkar veya dini hükümleri alaya almak; dine, imana sövmek… gibi küfrü gerektiren söz ve davranışlarda bulunmadıkça “tecdid-i iman ve tecdid-i nikah” gerekmez.

Bir Müslüman, Allah korusun, küfrü gerektiren bir davranışta bulunursa, tevbe istiğfar ederek imanını ve evli ise nikahını yenilemesi gerekir.

5- Şefaat var mıdır? Nerede ve nasıl olacaktır? 
Şefaat, suçlu veya yardıma muhtaç veya iyiliğe layık olanlar hakkında af, iyilik ve lutuf ricasında bulunmak demektir.

Ahirette şefaatın varlığı, ayet ve tevatüre varan sahih hadis-i şeriflerle sabittir. (El-Bakara, 123; Taha, 109; Sebe, 23; Gafir, 18; Muhammed, 19; Müddessir, 48 ve daha bazı ayetler.)

Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in kıyamet gününde, bütün mahşer halkının, mahşer yerinin şiddet ve dehşetinden kurtulması ve bir an evvel hesabın kolayca görülmesi için büyük ve umumî şefaatı vardır. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in bu büyük şefaatından başka, azabı haketmiş bazı mü’minlerin cehennemden kurtulması, bazı mü’minlerin hesaba çekilmeden cennete girmesi, cennete giren mü’minlerin derecelerinin yükseltilmesi gibi şefaatleri de olacaktır. Bu şefaatlardan en fazla istifade edeceklerin de kamil ve muhlis mü’minler olduğunda şüphe yoktur.

Mahşerden sonra da her peygambere Cenab-ı Hak tarafından kendi ümmeti hakkında şefaat izni verileceği gibi şehitlerin ve salih kişilerin de şefaat etmelerine izin verilecektir. Fiilen cehenneme girmiş günahkarların cehennemden çıkarılması için Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in şefaatı olacağı gibi bazı ehl-i cennetin de şefaatleri olacaktır.

6- İslam’ın bazı şartlarını yerine getirmeyene kafir denir mi? 
Ehl-i Sünnet inancına göre, amel imandan cüz değildir. Bu itibarla, dinden olduğu kesinlikle bilinen hükümlerin aslını inkar etmemek şartı ile, bir kimsenin dinî hükümlere riayet etmemesi, onu din sınırları dışına çıkarmasa da şüphesiz, dinin emir ve yasaklarına uymayan bu kişi günahkar olur. Günahı karşılığında tevbe etmez veya Allah Teala meccanen affetmezse cezasını çeker.

7- Kabir azabı var mıdır? Nasıl izah edile-bilir? Öldükten sonra ruhun durumu? 
Kabir azabı vardır ve haktır. Buna delalet eden ayetler olduğu gibi tevatür derecesine varan hadis-i şerifler de vardır. (İbrahim Süresi, 27; Taha Suresi, 24;Mü’min Suresi, 46)

. Kabir hayatı ve kabir azabı sözü ile, cesedin defnedildiği yer ve bu yerde gördüğü azab kasdedilmez. Bundan maksat, ölümden sonra mahşerde tekrar dirilişe kadar geçecek zaman içindeki mutlu bir hayat veya azaptır. Her ölü, ister bir kabre defnedilsin, ister denizlerin derinliklerinde kaybolup gitsin, isterse hayvanlar tarafından parçalanıp yenilsin, mutlaka ya nimetler içinde olacak veya azab görecektir. Kafirler ve asî olan bazı mü’minler azab görecekler; salih mü’minler ise Allah Teala’nın dilediği şekilde nimet içinde bulunacaklardır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Allah’ın lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.” (Al-i imran, 169) ayeti ile Nuh kavmi hakkındaki: “Onlar, günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da ateşe sokuldular…” (Nuh Suresi, 25) anlamındaki ayetler birer delil teşkil etmektedir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de; “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur” diye buyurmuşlardır.

Kabir azabı hem ruha, hem de cesede her ikisine beraber yapılacaktır. Çünkü ölen insanın ruhunun, kabirdeki cesediyle ilişkili olacağı sahih hadîslerde belirtilmektedir. Nitekim insanın uyku halinde gördüğü güzel veya korkunç rüyalar bunu açıklamaktadır. İnsan korkulu rüya görünce elem; İyi rüya görünce de zevk duyuyor. Halbuki bu acı veya tatlı rüyayı görenlerin yanında bulunanlar, onların ne acılarına ve ne de zevklerine muttali olabiliyorlar. İşte bunun gibi ölüler de kabirlerinde ya büyük bir neşe ve zevk içindedirler, ya da çeşit çeşit azaplara maruz kalıyorlar. Fakat biz onların bu hallerine muttali olamıyoruz.

8- Sürekli olarak kocasının ağzına küfreden bir kadının dini nikahı ne olur? 
İnsan, “Eşref-i mahlukat”, yani yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılmıştır. Dinimiz, insanların hem maddî, hem manevî yapısına tecavüz etmeyi günah saymıştır. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de insana verdiği nimetleri sayarken: “Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi?” (El-Beled, 8, 9, 10) buyurarak, bu uzuvların önemini belirtmiştir. Bu itibarla insana ve onun uzuvlarına yakışıksız sözlerle hakaret etmek, büyük vebali muciptir. .

İslam alimleri Müslümanların ağzı şehadet kelimesinin mahalli olması itibariyle, Müslüman’ın ağzına söven kişinin imanla ilişkisinin kesileceğini, hemen tevbe edip imanını yenilemesini ve kelime-i şehadeti getirmesi gerektiğini söylemişlerdir. (Bkz. Damad C. l, s. 705) Şüphesiz bu durum, niyet ve maksada göre değişir. Niyet, kişinin dinine imanına sövmek olmadığı takdirde, küfür de söz konusu olmaz. Bu takdirde nikaha da bir zarar gelmez. Şüphesiz, maksat, dine ve imana sövmek olmasa da, bu tür çirkin sözler söylemenin vebali ağırdır.

9- Avrupa’da işçi olabilmek için, Müslüman olmadığını söyleyen bir Müslüman dinden çıkar mı? 
Bir zaruret olmadıkça küfrü yani dinden çıkmayı gerektiren ifadelerin telaffuzu halinde dinden çıkılmış olur. Bu şekilde dinden çıkan kişinin, dini hükümlere göre, eşiyle aralarındaki nikah bağı da kopar.

Ancak, zorlanarak küfrü gerektiren sözleri söylemek zorunda kalan kişiler, bu hükmün dışındadırlar. Nitekim Kur’an-ı Kerim Nahl süresi 106. ayetinde: “İmandan sonra Allah’a karşı küfre saparak, -kalbi imanla mutmain olduğu halde zorlananlar hariç-, küfre sinesini açan kimseler üstüne muhakkak ki, Allah’tan bir gazap iner ve kendilerine büyük bir azap vardır” buyurulmuştur.

Ayetin manasıyla uyum içinde olan bir hadisinde Peygamber (S.A.V.): “Ümmetimden hata ve unutmak veya zorlama sonucu vuku bulacak günahlar affolunmuştur” buyurmuştur.

Ayetten ve hadisten anlaşılan, küfrü gerektiren sözlerin isteyerek bilinçle söylenmesi halinde dinden çıkılacağı, ancak, kalbi imanla dolu olduğu halde zor ve baskı sonucu bu tür sözleri söyleyenin dinden çıkmayacağıdır.

Zorlama, fıkıh dilinde: Bir kimseyi tehdit ve korkutma ile rızası olmaksızın bir sözü söylemeye veya bir işi işlemeye mecbur bırakmaktır. Zorla-yanın, o işi yaptırmaya muktedir olması da şart koşulmuştur.

Avrupa’da işçi olabilmek maksadıyle, Müslüman olmadığını söylemekte zorlama ile ilgili hükümler mevcut olmadığından bu sözlerin söylenmesi caiz değildir. Zira bu kişi kendi irade ve seçeneğiyle bu sözleri söylediğinden imanı hafife atmış ve böylece dinden çıkmış olur.

10- Tevbesi olmayan günah var mıdır? 
İslam; itikad, ibadet ve muamelattan oluşur. itikat kısmının ihlali küfrü, diğerlerinin ihlali ise günahı gerektirir.

Kişi kafir olmadıkça günah işlemekle dinden çıkmaz. Küfür dışında günah işleyen kişi, ne kafir ne de münafık olur, imandan çıkmaz. Bu nedenle tevbesi olmayan günah yoktur. Cenab-ı Allah “Ey iman edenler, samimi bir tevbe ile Allah’a dönün” (Tahrim, 66/8) buyurarak günah işledikleri halde kişilere iman kelimesiyle hitap etmiştir. Ancak, haramları ve helalları yalanlayıp inkar etmemek gerekir.

Tevbe etmekle kul hakkının sorumluluğundan kurtulunmaz. Bunun için hak sahibinin hakkını ödemek ve helallaşmak gerekir.

Paylaşan Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: