Diyarbekir’in hizmet erlerinden Hacı İlyas Aykan ağabeyle Risale-i Nur’ları ve hatıraları konuştuk

Hacı İlyas Aykan ağabey yeni Hacdan gelmişti, hayırlı duasını almak üzere Prof. Dr. Mehmet Coşkunsel, Ruhi Ünverdi ve Abdulkadir Haksever Beylerle birlikte kapısını çaldık.

İlyas abı altmış yıl Risale-i Nur rahlesinin önünde diz çökmüş, Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Abdullah Yiğin, Bayram Yüksel, Mehmet Kayalar ve daha isimlerini sayamadığım birçok saf-ı evvel ağabeyleri görmüş, Risale-i Nur’ların mahkemelerine müdahil olmuş bir dava adamı…   

Hacı İlyas abı, hasta hâliyle bizi dış kapıda karşıladı, kısa bir ziyaret niyetiyle gitmiştik, amma hoş sohbetiyle, peş peşe anlattığı hatıralarıyla iki saat zamanın nasıl geçtiğini fark edemedik.

Ortada H.İlyas Aykan, solunda Prof.Dr. Mehmet Coşkunsel, Abdülkadir Haksever, sağında Rüstem Garzanlı ve Ruhi Ünverdi

Kendisinin tabiriyle “Münasebet geldi” bu güzel hatıraları kayda almak ve tarihe bir not düşürmek istedim.

Hacı abı,”Münasebet geldi” Ne diyorsun?

“Buyurun kardeşim,  siz söyleyin ben cevap vereyim” dedi.

Hacı İlyas Aykan kimdir, kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

1935 Diyarbekir’in Çınar kazasına bağlı  Hıdırbey köyünde dünyaya geldim. İlkokul mezunuyum. 1956 yılında Diyarbakır ŞAYAK Fabrikasında işçi olarak işe başladım. 1980 yılında ayni işyerimden emekli oldum. Sekiz çocuk babasıyım.

“Hac, meşakkat demektir” sağlık durumunuz elverişli olmadığı halde bu mübarek yola gittiniz. Gidiş -gelişlerinizle ilgili anılarınızı anlatır mısınız?

Efendim, Hacca gitmek için gece gündüz Allah’a yalvarıyordum. Yâ Rabbi kısmetimi o mekânlara götür, kemal-i istekle ve büyük iştiyakla Resulullah’ı (asv) Medine- ı münevvereyi, Mekke-i mükkerem’i, Kâbe-i müazzama’yı dünya gözüyle göreyim, diyordum.

2017’de Diyarbakır müftülüğüne müracaatta bulundum.  Hikmet-i İllahî bir sene sonra yani 2018’de kur’ada ismim çıktı. Duam kabul oldu, bu yoldan geri dönüş olamazdı.

Ya Allah, Bismillah dedim” yola çıktık. Mescid-i Nebevîye’yi altı gün fasılasız kemal-i iştiyakla ziyaret ettim. Namazımı hep ön safta kılmak nasip oldu. Mekke’de de tekerlekli sandalye ile tavaflarımı ve hac farizamı ikmal ettim. Allah’ın misafiri olduğumu ve beni mahcup etmeyeceğini idrak ettiğim için elhamdulillah hiçbir meşguliyetle karşılaşmadım. Gördüğünüz gibi sağ ve selâmetle memlekete döndüm.

Hacı abı, ceberut bir dönemde hem de imkânların sınırlı olduğu bir zamanda Kur’ân hizmetinde bulundunuz.  Maziye bir dönüş yaparsak bize neleri anlatırsınız?

1961 Yılında Diyarbekir’de Risale-i Nur eserleriyle tanıştım, bu eserlerle tanışmak, onlarla müşerref olmak büyük bir bahtiyarlıktır. “Haza min fadli Rabbi” diyorum. Allah’ın bir ihsanıdır, ne kadar şükür etsem gene de  azdır.

Risale-i Nurlarla ilk tanıştığım günlerde büyük bir aşk ile eserleri okumaya başladım. Belki size ilginç gelebilir. Tarihçe-i Hayatı ellerime alıp çalıştığım işyerimin penceresinden avazım çıkıncaya kadar yüksek sesle bağırarak okuyordum.  Yoldan gelen- geçenler bu eserlerden haberdar olsunlar, diye düşünüyordum.

Polis karakolunun takibinde olduğumuz halde hiçbir gece derslerimizi, sohbetlerimizi aksatmazdık. Gruplar halinde derslere gidemezdik, ayni zamanda dersin sonunda da bir bir çıkar evlerimize dönerdik. Dört-beş kişiyi bir arada gördükleri zaman hemen sorguya çekiyorlardı veya sohbet yerimize baskın yapılırdı. Ceberut bir dönem içinde hizmet ediyorduk. Basit bahanelerle karakola götürüp, saatlerce veya günlerce sorgulanan ve basit bahanelerle tevkif edilen kardeşlerimiz oldu.

Diyarbakır’dan Van mevlidine bir otobüs kiralayarak gittik, dönüşümüzde hepimizi askeri karakola götürdüler, sorguladılar. Bu da yetmediği gibi bu sefer polis karakoluna gönderdiler, orada da birçok sorgulama ve meşakkatten sonra ev adreslerimizi aldıktan sonra bizi serbest bıraktılar. Sıkı gözettim ve kontrol altında olmamıza rağmen günbegün kuvvetimiz artıyor, derslere iştirak çoğalıyordu….

Mehmet Kayalar ağabeyin sohbeti çok kalabalık olurdu, esnaftan tutun imamlara kadar her kesimden insanları görmek mümkündü. Kayalar ağabey hatipti, sohbetleri çok tesirliydi. Asker kökenli olduğu için disiplinliydi. Kış aylarında bazen dershaneye sığmıyorduk, dışarıda karın üzerinde oturup ders dinleyenlerimiz oluyordu. Diyarbekir’in sokakları çamurlu, ayakkabısı çamurun içinde kaybolan ve yalın ayakla sohbete iştirak eden arkadaşlarımız oluyordu.

1965 yılında Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Sait Özdemir ağabeylerle Mersin’de açılan bir davaya dinleyici olarak Adana’dan Mersine gittik. Mahkemeden sonra Mersin’de öğle yemeği yiyip tekrar Adana’ya dönecektik, birkaç lokantaya gittik içkili olunca yemek yemiyorduk. Bu arada bir lokantaya gittik Mustafa Sungur ağabey, garsona sordu “ Sizde de içki var mı?”

Garson: “Abı bizde içkinin daniskası var, buyurun ” dedi…

En sonunda içkisiz bir lokantayı bulduk, yemeğimizi yedikten sonra tekrar Adana’ya döndük. O zaman Adana’da dershanede Abdullah Yığın abı vakıf olarak kalıyordu.

Rahmetli Mehmet Birinci ağabeye demişler, ağabey bize biraz Üstad’tan hatıralar anlatsan.

Birinci abı: “Kardeşim, en güzel hatıralar, Risale-i Nurları okumaktır.” Demiştir. Biz de hatıraları Risale-i Nur’lara havale edelim.

Hacı abı, daha fazla rahatsız ermek istemem, son bir mesajın varsa alayım.

Rüstem Bey kardeşim, münasebet geldiği zaman” Taşı gediğine koymak” lâzımdır. Ben de münasebet deyip Risale-i Nur’dan ve ağabeylerden öğrendiklerimi ortaya koyuyorum.   Risale-i Nur’ları anlamak için daima okumak lazımdır. Bu davaya sadakatle ve ihlâsla bağlamak lazımdır. Birbirimizi eleştirirken evvelâ kendimizi eleştirelim. Küçük mes’eleleri büyütmeden hoşgörü ile karşılayalım.

Mesleğimizin dört esasından ve en önemlisi şefkattir. Şefkatle birbirimize bakmalıyız.  Tabi bu saydıklarımın başında da ihlâs geliyor.

İhlâs deyince üstad aklımıza geliyor. Malumunuz 21.nci Lem’anın başında “Lâakal her on beş günde bir okunmalıdır.”demiştir.  Hulûsî ağabey Barla Lahikasında sayfa 305’te İhlâs Risalesini  “Evrad” olarak görmüştür.

Hulûsî ağabey, aklıma Molla Hamit ağabeyi getirdi.

Molla Hamit ağabey, 1955 yılında Üstad’ı ziyarete gider. Sohbet esnasında sorar:

Seyda! Sen İhlâs Risalesi’nin başına “Lâakal her on beş günde bir defa okunmalı” yazmışsın. Salâvat değil, evrad değil, ezkâr değil. Ne hikmeti var ki tekrar ettiriyorsun, demiş.

Üstad:  Keçeli: Salâvat da olsa, evrad ve ezkâr da olsa, eğer ihlâssız ise, ruhsuz cesed gibidir. Ruhsuz cesed ne işe yarar? Bütün ibadetlerin başı, mayesi ihlâstır” der.

İhlâs davamızı ispat ediyor. Cenab-ı Allah hâlis bir niyetle ihlâs-ı tammeyi ve istikametle hareket etmeyi nasip etsin.

Bütün dost ve kardeşlerime selâm ve dua eder, hâssetten dualarını beklerim. Allah’a emanet olunuz….

16.09.2018

Röportajı yapan: Rüstem Garzanlı