Doğru bildiğimiz Yanlışlar ve Eksik bildiğimiz Doğrular

Çoğu zihinde dolaşan, doğru bilinen yanlışlardan birisi de şudur ki: Bilim/sellik’in; “araştırma ve bilgi” işi; İslâm’ın ise bir “önkabül ve inanç, teslimiyet” işi olduğu söylenir. Klişe bir söz olarak: “Bilim”de, araştırma ve sorgulamanın esas olduğu; fakat “din”de, sorgulama ve soru sormanın; küfür ve dinden çıkma ve inancını kaybetme olduğu, iddia edilir! Halbuki bu söz, anlamsız ve içi boş bir retorik ve demagojiden ibaret!

Meselâ; o “Bilim/sellik’te sorgulama esastır” diyenlere sorun: “Suyun kaynama derecesini, halâ sorguluyor musunuz!?” diye veya “Atomların olup – olmadığını, halâ araştırıp – sorguluyor musunuz!?” diye! Sorun: “Mikropların, hastalık yapıp yapmadığından, halâ emin değiller mi!? Bu konuda, halâ araştırma – deneyler devam ediyor mu!?” Veya: “Bilim tarihinde geçen, sayısız bilimsel hata ve yanlışa bakarak; bu kadar yanılma ve çöplüğe gitmiş, bu kadar bilimsel teori ve hipoteze bakarak; Bilimsellik Felsefesi’ni sorguluyorlar mı!?” Ve daha önemlisi: “Bu kadar teknolojik icat ve keşiflerinizin, çevreye ve canlı yaşamına ve gelecek nesillere verdiği ve vereceği zararlara bakarak; Bilim’den şüpheleniyor musunuz!? Bilim – Teknolojinizin verdiği, hem de artarak vermeye devam ettiği ve geri dönülemez sınıra yaklaşmış, bu zararlarına bakarak; Bilim’den şüpheleniyor musunuz, Bilimsellik’i sorguluyor musunuz!?”

Yani: Bir yöntem olarak “Bilim ve Bilimsellik”i sorgulayan bir bilimadamı gördünüz mü hiç!? Varsa da, çok nadir. Fakat “İslâm”ı; vahyedildiği günden beri, hem içeriden ve hem de dışarıdan eleştiren, sorgulayan gani! Bundan ayrı olarak, bir de İslâm’ın, esas ve ana aksiyomlarının; hikmet ve illet, gaye ve nedenlerini araştıranlar da, bir o kadar fazla! Aksi hâlde; “Mu’tezile, Cebriyye, Rafizî, Haricî…” bu kadar mezhep ve “kelâm, hadis, fıkıh, tasavvuf” bu kadar meşrep ve meslek, nasıl çıktı sanıyorsunuz!?

Gene, sorun o bilimadamı ve uzmanlara: “Dünyadaki tüm yaşamı yokedecek potansiyeli olan ve gelecekte de, dünyayı yörüngesinden çıkartacak potansiyeli taşıyan; sizin icadınız olan, bu kadar kimyasal ve nükleer bombalar!… Sizin bomba ve uçaklarınızla, sadece 1. ve 2. Dünya Savaşlarında ölen insan sayısının, geçmişteki savaşlarda ölenlerden çok daha fazla olması!… Ekosisteme zararlı ve biz faydalarından yararlanırken; zararlarını torunlarımızın göreceği diğer teknolojik icatlarınız!… Dünya nüfusunun, ancak yirmide birinin, ni’metlerinden faydalanabildiği bu ‘Bilim’in; halâ insanlığa faydalı olduğunu; faydasının, zararından çok olduğunu düşünüyor musunuz!?” diye…

……………

Neymiş: “Bilim sayesinde tıp gelişmiş, insan yaşamı uzamış, hastalıklara çare bulunmuş!” Zaten, geçmişte bu kadar çeşit ve sayıda ve bu derece yaygın olmayan, çoğu arıza ve hastalığın, sebebi de sizsiniz! Sizin icadınız olan; o kadar gıda boyası, koruyucu, kimyasal, işlenmiş gıda, tarım ilâcı, hormon!… Üstüne kirlettiğiniz hava, deldiğiniz ozon, karbon salınımı, küresel ısınma, eriyen buzullar!… Sizin teknolojik icat ve buluşlarınız sayesinde; geri dönülemez sınıra gelmiş, ekolojik zarar ve atık ve çöpler!… Daha genetik çalışmalarınızın, taşıdığı potansiyel tehlikeler ve biyolojik silâhlardan, hiç bahsetmedik bile!… Televizyonu bile, sizin icadınız kumandayla açıyor, iyice obeziteye bağlıyoruz!…

Ahlâk ve değerden yoksun, kapitalist şirket ve devletlerin emrinde çalışan ve dünya nüfusunun çok küçük bir kısmına ve varlıklı kişi ve devletlere faydası olan ve fakat zararı, şimdi ve gelecekteki nesillere dokunan bu Bilim yüzünden; bir gün, dünyadaki kaynaklar tükenip, dünyayı terketmek zorunda kalıpta, Mars’a yerleşmek zorunda kalırsak; “Allah razı olsun Bilim’den ki, bu teknolojik icatlarıyla, insan türünü yok olmanın eşiğinden kurtardı” deyip, Bilim’e teşekkür mü edeceğiz yani!? Çünkü: Başımıza bu dertleri açan, bunların direkt veya indirekt müsebbibi, zaten “Bilim”in kendisi! Dünyanın tükenmesine, bırakın engel olmak; bilâkis, direkt fail ve en birinci sebebi o!

Yani: “Bilim, bilimsellik” derken; sakın zihninizde, hiçbir eksik ve yanlış ve zararı olmayan; hata ve kusurdan münezzeh ve arî, “mukaddes ve kutsal” bir şey canlanmasın! Sonuçta; insan çalışmasının ürünü olan, sosyolojik bir şeyden bahsediyoruz. “Vahiy” değil yani!

Teknolojisi ve icatlarıyla, kısıtlı bir azınlığa faydalı olurken; bedelini tüm canlıların ödediği ve gelecek nesillere de borç yazılan bir şeyden bahsediyoruz! Bugün rahat yaşayacağız ve dünyadan alınabilecek tüm hazzı alacağız diye; keyfimizin bedelini, gelecek canlı nesillerinin ödeyeceği bir araçtan bahsediyoruz! Kendini sınırlayacak, hiçbir ahlâkî değer taşımayan ve böyle bir endişesi de olmayan, bir aletten bahsediyoruz! Bazı zararlarını şimdiden gördüğümüz, dünya ve canlı yaşamını tüketen, zararlı ve riskli bir enstrümandan bahsediyoruz!

……………

Hasılı, buradan geleceğim nokta: Bilim’de olduğu gibi; dinimizde de, sorgulamadığımız bazı ana aksiyom ve prensiplerimiz var. Çünkü: Zaten başta, İslâm’a müşteri olup, onu tercih ederken, bu soru – sorgulamaları önceden yapmışız ki, müslümanlığı seçmişiz, müslüman olmuşuz veya anne – babamızdan miras aldığımız bu dini terketmeyip, devam etmişiz!

Şimdi, Dünya’nın yuvarlaklığına gördüğümüz delillerle ikna olmuşsak, her seferinde başa dönüp; “Acaba bu dünya gerçekten yuvarlak mı, bu önceden gördüğümüz delil – ispatlar yanlış veya yanıltıcı olabilir mi!?” diye; her seferinde başa mı saracağız!? Her seferinde; “Acaba İslâm hak mı(ydı)!?” diye, başa mı döneceğiz!?

Yukarıda; “dinimizde, sorgulamadığımız bazı ana aksiyom ve prensiplerimiz var” demiştik ya. Ama dikkat edin lütfen: “Sorgulamadığımız” var; “soru sormadığımız” değil; “neden – nasılını, aklî temel ve hikmetini, illet ve gayesini tefekkür edip, aramadığımız” değil!

Gerçi siz, İslâm’a “iman eden” bir mü’minle; ne bileyim; meselâ ineğe, puta tapan bir “inanç” sahibini; “inanç” paydasında birleştirip – eşitleme gibi; yanlış denklemler kuruyor, yanlış matematik işlemler yapıyorsunuz! Buradan çıkan yanlış sonuçlarla; “inanç” ortak payda / çarpanından, (güya farkettirmeden) dinimize de laf atıyorsunuz ya! İşte biz, bu hinliğinizi farkediyor; oyunu görüp; sizi, net olmaya, içi – dışı bir olmaya davet ediyoruz! “Ne demek istediğinizi” çözmeye çalışmaktan artık yorulduk diyorum yani! Ne demek istiyorsanız, direkt söyleyin! Size hüsn-ü zan edeceğiz diye, sözlerinizden doğru ayıklayacağız diye, binler te’vil yapmaktan artık yorulduk!…

……………

Elhasıl: 1700 – 1800’lü yıllardan başlayan “Bilimsel Devrim, Reform, Rönesans, Aydınlanma” vs.’den, günümüze kadar gelirsek; “Bilim ve Teknoloji”nin, henüz detaylı bir kâr – zarar analizi ve envanter dökümü yapılmadı. Yapılsa; zararının, faydasından çok olduğu; o faydasının da, ufak bir azınlığa (zengin kişi – şirket – devletlere); zararının ise, herkese olduğu görülecek!

Bir de: Üstad Bedi’üzzaman’ın (birebir değil, mantık ve mefhum olarak) ifadesiyle; “eskiden ‘insan’, refah ve mutluluğu için birkaç şeye muhtaçken ve onları da çalışarak elde edebiliyorken; şimdi ise, ‘medeniyyet’; bu istek ve ihtiyaçları bine çıkartmış ve bunları çalışarak, emeğiyle elde edebilenler de çok az! Demek bu medeniyyet, ekseri insanı, fakirleştiriyor ve muhtaç hâle getiriyor!…”

Evet, bu çoğalan ihtiyaçları elde edebilmek için, daha anaokulundan başlayarak; at gibi, günde 10 – 15 saat koşturuyoruz! Bir çamaşır – bulaşık makinası alıp, ihtiyaç bitti derken; bu sefer de “parlatıcısı ayrı, tuzu ayrı, deterjanı ayrı, temizleyicisi ayrı”, yeni ihtiyaçlar doğuyor! Bir ihtiyacımızı karşıladık derken; o aldığımız şey, 10 ayrı ihtiyaca, dal – budak veriyor!…

……………

Dikkat edilirse, teknoloji (araba, cep telefonu, televizyon, bilgisayar, internet vs.) bize zaman kazandırmıyor, bilâkis zamanımızı çalıyor ve dolduruyor ve olan zamanımızı da hızlandırıyor! Her geçen gün, yeni yeni ihtiyaç ve istekler ihdas ederek; daha fazla çalışma, daha fazla koşuşturma ve zaman kaybına neden oluyor!

60 senelik ömrün, 20 senesini üniversite bitirmek için okuyoruz; bu ömrün 20 senesi de uykuda geçiyor zaten! Kalan 20 senelik ömürde de; para kazanmak için, her sabah yedide kalkıp, günde 10 – 12 saat, bir işte çalışıyor, akşam hava kararınca da eve dönüyoruz! Doğan her yeni bebek, bu çarkın içine doğuyor; daha anaokulundan başlıyor, o bebeğin, mesai ve koşuşturması!……………

“Televizyon sayesinde, dünyadan haberim oluyor(muş)!” Bana ne Amerika’da veya falan şehirde olan, bir trafik kazası veya cinayet haberinden!?  Falan kişi şunu dolandırmış, filân kişi şu hırsızlığı yapmış, ötekisi suya kapılıp, boğulmuş!… Bunları bilmemin, benim işime veya vizyonuma ne katkısı var!? Karda yolları kapanan köyleri, falan yerde yanan ormanları öğrenince; oradakilere yardıma mı gideceğim!?… Hadi ahirete faydasını geçtik, dünyama bile faydası yok bu haberlerin! Küllün mâlâyanî! Yani: Doğru olması yetmez; faydalı da olmalı, verilen bilgi ve haberler.

Üstelik; verdikleri doğru haberlerin bile çoğu, eksik ve yanıltıcı veya manipülâtif! Meselâ: “Kadına şiddet” başlığı altında verilen; “cinsiyet ayrımcı” ve “manipülâtif” haberler, buna iyi bir örnek. Halbuki, ‘kadına şiddet uygulayan erkeğe’ zum yapan kameranın açısını genişletsek; haberin doğru başlığı, ‘erkeğe şiddet’ olarak değişecek! Çünkü: Erkek tarafından dövülen – öldürülen 1 kadın varsa; erkek tarafından öldürülen 10, belki 100 erkek var! Yani olaya cinsiyet ayrımcı bakmayalım; çünkü kadınlardan daha çok; erkekler, erkekler’den şiddet ve baskı görüyor! Yani, asıl ve büyük ve öncelikli problemimiz; “kadına şiddet” değil, “erkeğe şiddet” veya “erkeklerin birbirlerine şiddeti!”

Ayrıca: “Erkeğin, kadına” fiziksel şiddetinden, çok daha yaygın olan; “kadının kadına” ve “kadının erkeğe” uyguladığı; ve genelde gizli ve sinsi olan, “psikolojik şiddet ve mahrum bırakma ve baskı”dan da bahsetmek gerekiyor ki, haber bütünlensin ama asıl konumuz bu değil…

Ayhan KÜFLÜOĞLU

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: