Doğruluk Dini, İslam

Müslümanların Peygamberi olan Hz Muhammed aleyhissatu vesselam’ın en mühim sıfatı sıdktır. (Doğruluktur) Yani O Hazretin a.s.m. Muhammedül-Emin sıfatını düşmanları olan müşrikler dahi kabul edip tasdik etmişlerdir. Çünkü “Emir olunduğun gibi dosdoğru ol” Ayeti kerimeye masadak olacak Aleyhissalatu vesselamı. Allah celle şanuhu daha önce onu Emin sıfatına sahip olmak için hazırlamış. Bir gün Peygamberimizden a.s.m. Sahabe-i Kiram sormuşlar mümin korkak olurmu? Olabilir buyurmuş. Yine sormuşlar mümin cimri olur mu? Cevaben yine olabilir buyurmuş. Yine sormuşlar mümin yalan söyler mi? Bu sefer hayır asla olamaz buyurmuş Peygamberimiz a.s.m.. Ve Kur’ani Kerimin ölçülerine göre, münafik  kâfirden daha kötü olduğunu. “Münafıklar cehennem ateşinin en alt tabakasında yanacaklar” ayeti kerime ile ifade buyurmuştur Yani, kendini yalanla gizlemeye çalışanların hali kâfirden daha şiddetli olduğunda yalanın kötülüğünün derecesini Allahın bu ayeti kerimesi ile anlamış oluyoruz. Peygamberimiz a.s.m. Bir hadisi şerifinde:  “Münafıkın alâmati üçtür” buyurmuş. “1)Söylediği  zaman yalan söyler. 2) verdıği sözde durmaz. 3) Emanete hıyanet eder.” Evet yukarıda sayılan münafıklığın alametlerin üçünde de yalan ve sahtekârlık var, başkasını kandırmadan meydana gelmiş, hileli bir sıfatı ihtiva ediyor. Münafık Müslüman‘a, müslümanım diye yalan söyler. Kǎfirlere de, beni yanlış anlamayın ben onları kandırmak için öyle dedim, yoksa ben sizdenim, sakın en ufak bir şüpheniz olmasın der. Burada kâfirden kötü olan münafığın sebebini burada sizde görüyorsunuz ki: Yalan söyledikleri için cehennemin en alt tabakasında onlar yanacaklar.

Biz yukarida ki ölçüler aynasında halkımız ne hale geldiğini görüyoruz. Müslüman geçinip, iman zafiyetinden çekinmeden yalana cür’et eden bugünkü Müslümanların yardımına elimizden geldiği kadar vazifemizi yaptıktan sonra, Allah yardımcıları olsun demekten başka çaremiz yok. Herhangi yerde bir iş yaptıracaksan, dinimizin emrine göre o ustaya karşı süi zanla değil hüsnü zanla davranman lazım, ama, o davranışının peşinde aldanmaman için o Müslüman görünen esnaf ve tüccara karşı ademi itimat etmeye mecbur kalıyorsun. Çünkü insanların çoğu itimatsız olunca, nadir olan dürüst kimseyle de karşılaşsan, sütten yanan yoğurda öfler hesabi ile, aman buda ötekiler gibi aldatmasın diye dikkatli olma mecburiyetindesin. Cemiyetimiz o hale gelmiş ki, itimat edip çok samimi olduğun kimse bile sana kan koyuverdi mi, ötekilere nasıl itimat edeceksin. Gene bütün bunların ana sebebi, İmansızlık veya imanın zayıflığından gelir. Bizim dinimiz bizdeki şefkat duygularımızı geliştirdiği için öteden beri adeti hasenemiz olan “Karzı hasen” denilen (borçlanma)Müslüman kardeşin yardımında bulunup borç para vermek veya şimdi param yok ileride öderim diyenin işini ileride öder ümidi ile yapmak veya  veresiye mal satmak var. Fakat Kur’ani Kerim Her asırda yaşayana cevap verdiği için insanları bu hale düşmekten korumak maksadıyla, Kur’an da bir sahife uzunluğunda (borçlanma ayeti) olan müdayene ayeti, bize, alıp satarken veya borç para verirken, şahitler huzurunda o muameleyi yapıp ve şahitlerin imzası ile alış verişi gerçekleştirmeyi emrediyor. Bazı vatandaşlar eski güzel adetlerini devam etmek için, itimat ederek hiç kayıt yapmadan mal veya para veriyor sonra bu sebepten dolayı adamın canı yanıyor ve araları açılıyor. Bugün materyalist felsefeden gelen maddecilik yüzünden, ve imanın zaafa uğraması sebebinden insanların çoğu İslamda ki iktisat emrine uymayarak çok israf yaptıklarından ötürü, mala kanaatla değil hırsla saldırıyorlar. Bu zavallılar emek vermeden kısa zamanda çok para kazanma hevesi ile hareket ederek, karşılığını ödeyebilir miyim yoksa ödeyemez mi düşünmeden, yalan dinimizde çok kütü olduğunu nazara almadan, sermayesiz borçla iş yapmaya girer. Neticede Allaha karşı ağır hesap verme vebalinin dışında aylarca yıllarca küs durma cür’etine gidiliyor. Bu sahtekǎr lığa girebilmenin sebebi, Öldükten sonra dirilip yaşadığı hayatından Allaha inceden inceye hesap verme inancı, ya yok veya çok zayıf olduğundan ötürü inancının icabını yapmıyor.

Sağlam iman sahibi olan müslümana gelince: Onda bu işler çok farklı olarak kendini gösterir. Diyelim ki sanatkârdır, birine bir iş yapacak, yaptığı işi kendisi beğenmeden müşteriye teslim etmez. Bir yerden bir paramı isteyecek, verebileceği günden daha geç bir gün söyler ki sonra mahcup olmasın, Boşa harcamamaya dikkatli olma, dininin emri olduğu için bu zat evinde azami iktisatla yaşamaya çalışır. Hele borçlu iken ekmeğini tuzla pul bibere banarak yer ve bunu yaparken de yaptığından şeref duyar. Ne şerefi dersen? Çünkü Müslüman kendisi için yaşamaz dini için yaşar. Nasıl ki onun kardeşleri olan diğer mü’minlerin sevinçleri ile sevinir müferrah olur, onlara herhangi keder isabet etse, kederlerinden de hisse alır, Onları rahatlıklarından rahat olur kederlerinden de acı çeker, ve kendisinin yaptığı bütün hareketler, ister iyi olsun ister kötü, yaşadığı Müslüman cemaat’a da mal olacağını bilir ona göre davranır. Hatta farkında olmayarak ta olsa yaptığı herhangi hata cemaata mal olacağını bildiği için çok rahatsız olur. Hele yalana katiyen tenezzül etmez. Çünkü, İşaratül İcazda ifade edildiği gibi:

“Mü’min için: Yol iki görünüyor: Ya sükût etmektir: Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lazımdır. Veya sıdktır. Yani: (Ya susmalı, veya konuşursan, doğruyu konuşmalı) Çünkü: “İslamiyet’in esası, sıdktır. İmanın esası, sıdktır. Bütün kemalata isal edici, sıdktır. Ahlakı âliyenin hayatı, sıdktır.  Ahlak-ı âliyenin  hayatı, sıdktır. Terekkiyatın mihveri, sıdktır. Âlemi islamın nizamı, sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-i kamalata isal eden, sıdktır. Ashabı kiram’ı bütün insanlara tefevvuk ettiren, sıdktır. Muhammed-i Hâşimi Aleyhissalatu Vesselam’ı mertebe-i beşeriyenin en yükseğıne çıkaran, sıdktır.” (Doğruluktur)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org