Duanın Makbuliyeti Ve Usulleri

İnsanoğlu için dua bir can yeleğidir. Darda kaldığı, sıkıntılarından bunaldığı vakit başkaca yapacağı hiçbir şey yoktur, kurtuluşu duada arar. İşte böyle bir zamanda ve böyle bir zamana düçar kalmadan mü’minin Allah’a her zaman dua ederek her türlü musibet ve şerlere karşı zırhlanması gerekir. Rasûlullah bir hadîsinde “dua, müminin silahıdır, zırhıdır” buyurmuştur. Bazı cahil kimseler, günahının çok olmasının dua etmeye mani olduğunu söylerler, hayır, duasız bir yaşam düşünülemez. Zira her an bizler Allahın hidayetine, korumasına ve ihsanına muhtacız ve muhtaç olduğumuzu bile bile, Ondan yardım dilememe, Ondan bizi korumasını istememe gibi bir büyüklük içerisine giremeyiz. Allah Teâla dua etmeyenleri büyüklenenler olarak nitelemiştir. Şöyle ki:

          “Rabbiniz dedi ki: Bana dua edin ki, size karşılığını vereyim. Bana ibadet etmeyi gururlarına yediremeyenler, alçalmış olarak Cehenneme gireceklerdir.” (Gafir Sûresi) Bir başka kavlinde Allah Teâla, dua etmeyen bir kuluna bakmayacağını kelamında beyan etmiştir:

         “De ki, Eğer duanız da olmazsa Rabbiniz sizin yüzünüze niçin baksın?” ve dua doğrudan ibâdetin özü ve kendisidir. Peygamben Efendimiz:

         “Dua ibadetin kendisidir.” Buyurmuştur. (Tirmizi, Davut) Yine Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Allahu Teâlâ kullarının dua ederek kendisinden istenmesini sever”O halde çokça dua ederek Allah’a olan yaklaşmamızı artırmalıyız. Her dua bizi daha fazla Allah’a yaklaştırmakta aradaki engelleri kaldırmaktadır. Kul kendisini daima Allah huzurunda hissetmeye başlamaktadır. Bu yakınlığı  sürekli kılmak için her an her şey için dua etmeliyiz. Rasûlullah Efendimiz bize şöyle demiştir: “Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin.”(Tirmizi)

         Dua eden mü’min duasının karşılığını alacağını bilmelidir: Rasûlullah (S.A M) şöyle buyurmuştur: “Kul dua ettiğinde şu üç şeyden birine kavuşur:

(1) ya ettiği dua sebebiyle günahı bağışlanır,

(2) ya peşin bir mükafata kavuşur,

(3) ve ya da ahirette karşılığını bulur.”

Evet dua ettiğimizde karşılığını mutlak alacağımızı da bilmeliyiz. Ancak bu karşılık dua ettiğimiz şeyin kendisi olabileceği gibi günahlarımıza keffaret olacak bir sevap da olabilmektedir. Çünkü bazen kul, kendisine hayırlı zannettiği şeyi diler fakat bu kendisi için hayır olmayabildiğinden Allah Teâla kulunu bu şerden muhafaza için duaya sevap vermek suretiyle icabet edebilir. Bir de dua da acele etmemek gerekiyor. Rasûlullah (A.S.M)bir hadîsinde:

           “Acele etmediğiniz müddetçe, her birinizin duasına icabet olunur (yani karşılığı verilir), Ancak şöyle diyerek acele eden var: “Ben Rabbim’e dua etim duamı kabul etmedi.” (Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Davut) buyurarak duamızın kabulünde acele etmememizi söylemiştir. Bunların haricinde dualar kabul edilmektedir. Zira Allah Teâla Kur’ânında: “Siz benden dua edin ben duanızı kabul ederim.”

Ayrıca dua eden kimse ne yaptığından gafil olarak çarçabuk ve içten yapılmaması durumunda da  dua kabul edilmez: Efendimiz (SAS) bu konuda   “Allah Teâlâ kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez.” Buyurmuştur. Duayı ederken gafletten uzak kalp huzuru ile içten gelerek, ihtiyaç hissederek dua yapmalıyız ve kabul olmuyor diye acele etmeden, ümitsizliğe düşmeden, ısrarla dua kapısını çalmalıyız. Dua yaparken Allah’ın huzuruna yükseldiğimizi unutmamalıyız. Onun yardımına muhtaç olduğumuzu bilerek, çaresizliğimizi idrak ederek dua etmeliyiz. Zira bir saniyelik nefes almak için dahi o eşsiz kudretin iznine tabi olduğumuzu çok iyi bilmekteyiz. Çünkü bizim imdadımıza Allah’tan gayrısı yetişemez: Allah bir âyetinde: “Bunalıp darda kalan kulunu, (sıkıntıya düşüp çaresizlik içerisinde kıvranan kimseyi) dua edip yalvardığında imdadına yetişip yardım eden (kulunu düşmüş olduğu sıkıntıdan, elem ve kederden kurtaran) ancak ve ancak Allah Teâladır.” Hz. Yunus balığın karnına düştüğü zaman “La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.”Ya Rabbi Senden başka ilah yoktur, ben gerçekten kendime yazık ettim” diye yalvarmıştı.

Öyle ise dua ederken duamızı uzatmalıyız ki dudaklarımızda başlayan dualar, yavaş yavaş kalbimize doğru inmeye başlar sonra oradan Allah’a yükselir ve göklere açılan ellerimizle de ona yaklaşmakta aradaki perdeleri açmaktayız. Rabbimizden bir şeyler isterken edepli de olmalıyız. Zira Allah Teâla dua ederken nasıl bir hal üzere dua etmemiz gerektiğini bir âyetinde şöyle beyan etmiştir:

        “Rabbinize, yalvararak ve huşu ile dua ediniz. Muhakkak ki o aşırı gidenleri sevmez. Islahından sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayınız. Korkarak ve ümitvar olarak dua ediniz. Elbette ki Allah’ın rahmeti iyi kullara çok yakındır.” (Ayet) Duayı din kardeşlerimiz için de yapmalıyız. Çünkü efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kardeşinin gıyabında, dua eden hiçbir mü’min yoktur ki, melek de “Bir misli de sana olsun” demesin” (Müslim, Davut)*

Ve gerek din kardeşlerimiz ve gerekse yakın akrabalarımız için bela bulmaları için dua yani beddua etmekten sakınmalıyız. Bilhassa, anne ve babanın gerek duası ve gerekse bedduası çabuk kabul olduğu için sonradan pişman olacağımız bedduadan şiddetle kaçınmalı, onların ıslahını dilemeliyiz. Aksi takdirde başlarına gelen belalardan kendimizi suçlayarak, huzursuz oluruz. Dönüşü olmayan bir pişmanlığa düşmemek için “Allah seni ıslah etsin” veya “sana hidayet versin” sözünü alışkanlık haline getirmeliyiz.

Dua yapacak kimsenin, duadan önce hayırlı işler yapması, duaya başlamadan önce abdest alması, kıbleye dönmesi, diz üstü oturması, ellerine göğüs hizasında yukarıya kalkık bir şekilde açık tutması, Allah ona verdiği nimetlerden dolayı tesbih ve hamdetmesi, (Sübhâne Rabbiyel aliyyil a’lel vehhâb. Sonra euzü besmele çekmek (Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm Bismillâhir Rahmânir Rahîm), sonra Rasûlullah’a salavat getirmesi, (Elhamdu lillâhi Rabbil ğâlemîn. ves salâtü ves selâmü ğalâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmeğîn.) demesi icab eder.

   Sonra tevbe etmesi, sonra yapacağı duaya başlaması ve dua ederken ihlas ile namaz kılar gibi huşu (saygı ve hürmet) duyması, sağa sola bakmaması, dua esnasında kendi duyacağı kadar kısık gizli bir sesle dua etmesi, dua bittiğinde sübhâne Rabbike Rabbil ğızzeti ğammâ yesıfûn ve selâmün alel mürselîn vel hamdu lillahi Rabbil âlemîn

   dedikten sonra ellerine yüzüne sürerek AMİN demesi duanın adabındandır.

Bazı vakitler dua için ideal vakitlerdir. Bunlardan bir kısmı şunlardır: Arefe günü, Ramazan ayı, kandil geceleri, bayram geceleri, Perşembeyi cumaya bağlayan akşamlar, Ezanlardan sonra, farz namazlardan sonra, seher vakti, gece vakitleri.

Bazı kimselerin duaları fazlaca makbul olduğundan bu kimselerin dualarını almak iyidir. Bunlardan bir kısmı şunlardır: Bilhassa ana ve babanın, Kur’an hafızlarının, mazlumun, oruçlunun, hastanın, hac vazifesini yapan kimsenin, hastanın duası daha ziyade çabuk makbul olan dualardandır.

Dualara vesile olması hasebiyle gönderilmiştir. DUA ve SELÂM

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: