Dünyada Yer Edinmedi, Fakat Her Yer Onun Oldu..

Dokuz yaşında köyünden ayrılıp neredeyse doksan yaşına kadar sürgün, hapis ve gözaltı üçgeni altında ömrü geçen Üstad Bediüzzaman, hiç gün yüzü görmeden şu fani âleme gözünü kapadı. Hatta son nefesini misafirlik sembolü olan bir otel odasında vermesi bile, tek başına dünya ile olan alakasını göstermesi bakımından manidardır.

O, vücudunu Mucid’ine feda etti. Dünya cihetiyle fani oldu, ukba boyutunda beka buldu. Her şeyini Kur’an’a hizmet yolunda feda etti, dünyaya ve dünyevilere metelik vermedi. Bütün yükünü bir elinde taşıyacak kadar hafif bir dünyalıkla ahirete gitti.

Maksadıma giderken iki hayatımı elime almışım. Tek hayatlı olanlar meydanıma çıkmasın” diyen bir cesaret sahibi olarak yaşadı ve sonunda başı dik, alnı ak, aziz bir misafir olarak bu dünyadan gitti. Hatta dünyevî bir nam ve nişan anlamına gelir diye kabrinin bile meçhul kalmasını istedi.

Aradan çok geçmedi, bir de baktık ki, namı ülke sınırlarını aştı, yeryüzünün en ücra köşelerine ulaştı. Bütün dünya onu tanıdı. Hak yolunda terk ettiği dünya, süratle ardından koşmaya başladı. Her geçen gün eserleriyle hidayet bulanların sayısı katlanarak arttı. Eserleri 47 dünya diline çevrilmekle kalmadı, ilim adamlarının, akademisyenlerin araştırma konusu oldu. Ve bu süreç artan bir hızla devam etmektedir.

Bunun sırrı, “Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-ı Kur’aniyedir” ifadesindeki hakikat-ı ihlasta yatmaktadır. Tüm benliğinden sıyrılıp kuvvetini yalnız hakta ve ihlasta bildiğindendir ki, kısa zamanda davası dünyaya yayıldı.

“Allah dilerse dünyanın her yerinde ev nasip eder!”

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra esir düştüğü Rusya’dan döndüğünde, İstanbul’da Ordu Komutanı Enver Paşa’nın takdirleri altında Darü’l-Hikmet-i İslamiye’de ilme ve dine hizmet etmeye başladı.

O devirde kaleme aldığı bazı kitaplarını bastırıp bedelsiz olarak halka dağıttırdı. Matbaa masrafını, Darü’l-Hikmet’ten aldığı maaştan biriktirdiği paradan karşılayınca, büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Abdurrahman ağlamaklı bir eda ile, “Amca ne yaptın? Kitapları niçin bedava dağıttın? Ben bu parayı biriktiriyordum ki, onunla bu dünyada başımızı sokacak bir ev alalım. Bütün hayalimi yıktın!” dediğinde verdiği cevap manidardı:

Oğlum Abdurrahman, Allah dilerse bize dünyanın her yerinde ev nasip eder!

Evet, Üstad dar-ı dünyada sabit bir mekân edinmez. Küçük yaştan itibaren Doğu’nun Nurşin, Siirt, Bitlis, Van, Doğubeyazıt gibi muhitlerinde kısa aralıklarla kalıp tahsil hayatını tamamlar. Sonra Van’a geçerek Horhor Medresesi’nde ders vermeye başlar. Van’da Tahir Paşa Konağı’nda ilmî münazaralara katılır. Müspet ilimler ve dünya siyasetine dair bilgiler edinir.

1907’de, İkinci Meşrutiyet’in ilanından önce İstanbul’a gelip ilmî ve siyasî temaslarda bulunur. Tekrar Van’a döner ve ardından ikinci kez İstanbul’a gelir. Şark ulemasını temsilen Sultan Reşad’la Rumeli seyahatine katılır. Döndüğünde Van’da Medresetü’z-Zehra’nın temellerini atar. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine cepheye gider ve esir düşer. İki yıl Rusya’da esarette kaldıktan sonra İstanbul’a döner.

İstiklal Savaşı sırasında padişah nezdinde bulunan cephanelikleri gizli yoldan Anadolu’ya sevk hizmetinde bulunur. İşgal altındaki İstanbul halkına moral vermek üzere Hutuvat-ı Sitte isimli eserini yayınlar. İstiklal Savaşı’ndan sonra Ankara’ya davet edilir. Yedi ay orada kaldıktan sonra tekrar Van’a giderek Erek Dağı’nda inzivaya çekilir.

Şeyh Said Hadisesi üzerine Batı Anadolu’ya sürgün edilir. Burdur’da yedi ay kaldıktan sonra Barla gibi ıssız bir yerde adeta unutulmaya terk edilir. Fakat Barla, hayatının gayesine doğru emin adımlarla yürüdüğü bir mekân olur. Ardından Eskişehir hapsi ve Kastamonu sürgünü yılları gelir.

Gittiği her yerde garip bir misafirdir

Üstad, dünyada bir garip misafir olduğundan uzun süre bir yerde kal(a)maz. Gittiği yerde en fazla sekiz yıl kalır. Kastamonu’da sekiz yıl dolunca, “Kardeşlerim ben hiçbir yerde sekiz yıldan fazla kalmadım. Burada sekiz yılım doluyor. Ya buradan başka bir yere ya da kabre gideceğim” der. Nitekim o yıl, karakol karşısındaki sürgün mekânından alınıp “İkinci Medrese-i Yusufiye” dediği Denizli Hapishanesi’ne sevk edilir.

Denizli’den Sonra Emirdağ sürgünü başlar. Afyon Hapsi’ni de içine alan bu hayat devresinden sonra Eskişehir ve ardından son fasl-ı hayatını geçirmek üzere yeniden Isparta’ya döner.

 Son zamanlarında Üstad’ı çok sevindiren ve mutlu eden iki şey vardır: Biri, Risale-i Nurların matbaalarda basılıp yayılması, diğeri açılan yeni dershanelerin anahtarlarının kendisine verilmesi…

Evet, eserler matbaadan basılıp geldikçe Üstad’ın sevincine diyecek olmaz. Hatta Sözler basılıp geldiğinde Zübeyir Ağabey’e, “Eğer şu anda haber alsam ki, İngiliz ve Fransız tayyareleri beni imha etmek için havalanmışlar. Hilaf-ı âdet olarak bacak bacak üstüne atıp Zübeyir yap bir kahve diyeceğim!” diye bu sevincini dile getirir.

Şimdi onun dünyanın her yerinde bir evi var!

Risale-i Nurların tedris edileceği, okunup anlaşılacağı Medrese-i Nuriyelerin açılması da Üstad’ı ziyadesiyle memnun eder. Yeni bir medrese açanlar anahtarlarını getirip Üstad’a teslim ederek ziyarete davet ederler. Üstad onlara dua eder ve ilk fırsatta medreselerini ziyarete geleceğini söyler.

Bugün faraza Üstad hayatta olsa ve gerek Türkiye’nin, gerekse dünyanın dört bir yanında açılan yüz binlerce Medrese-i Nuriye’nin anahtarları getirilip Üstad’a verilse, herhalde onları koyacak bir yer ve taşıyacak bir araç bulmak mümkün olmazdı.

İşte yaklaşık yüz yıl önce, “Abdurrahman, Allah dilerse bize dünyanın her yerinde ev nasip eder” sözü bugün nasıl da kabul edilmiş bir dua oldu. Bugün gerek Türkiye’nin, gerekse dünyanın hangi ülkesine ve hangi şehrine giderseniz gidin, orada kendinizi garip ve gurbette hissetmeyecek, Nur talebelerinin açtığı Nur medreseleri ve müesseseleriyle karşılaşacak, o evler sizi kendi evinizdeymiş gibi sımsıcak havasıyla bağrına basacaktır.

Evet, terk-i dünya edip dünyada bir karış yer edinmeyen Üstad’ın, şimdi dünyanın her yerinde bir evi var! Bu, “Benim için dünyayı terk eden kuluma, ben de dünyayı ram ettim” sırrından başka ne ile izah edilebilir?

İhsan Atasoy

MoralDunyasi.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: