Dünyanın Yüreği Paslandı!

Dünya şiddetin kıskacında… İnsanlık âlemi derin bir bunalıma düşmüş, varlık sebebini unutup, “madde” bağımlısı olmuş… Ne Irak’taki Amerikan işgali sırasında meze yapılan kadınlar, ne Suriye’de yaşanan iç savaşta ölen çocuklar, ne Mısır’da, ne Kırım’da katledilen özgürlük dünyanın umurunda…  

Para ve güç eksenli hayat felsefesi, altta kalanların canını çıkarıyor…

Artık bir yanımız terör, bir yanımız savaş, bir yanımız adaletsiz paylaşım ve “iktisat” düsturuna uymamanın ürettiği kıtlıklar, yokluklar, sıkıntılar…

Bu kıskacın içinde bunalıyoruz. Bunaldıkça bir birimize saldırıyoruz: Bu da dostluk, kardeşlik, arkadaşlık gibi kavramları yok ediyor; git gide yalnızlaşıyoruz.

İnsanın “Ahsen-i takvim” sırrında yaratılmış “Eşref-i mahlûkat” olduğu gerçeğini kavrayamayan, bunu kavrayamadığı için de “Yaratandan ötürü yaratılanı hoş görme” basiretini gösteremeyen ve bu yüzden, kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi giyinmeyen, kendisi gibi yaşamayan herkesi hor gören nesiller yetiştirdik…

“Anlayış”ın yerini “şiddet” aldı, “barış”ın yerini “kavga”; “sevgi”nin tahtına “kin” oturdu, “müsamaha”nın yerine “öfke” geldi…

Helâlinden kazanma” düşüncesi, “ne pahasına olursa olsun kazanma” hırsına dönüştü.

Devletlere de, insanlara da şiddet hâkim: Güçlü devletler bahaneler uydurup daha güçsüz devletleri yutuyor (son örnek Kırım). Menfaat uğruna çıkarılan iki dünya savaşının acıları yetmemiş olmalı ki, insanlık yeni savaşlarda kendini tüketiyor…

Olumsuz tabloyu normal yollardan değiştirme umudunu yitiren gruplar ve grupçuklar, terörden medet umuyor…

Ne bir “haksızlık yapma” endişesi, ne bir “kul hakkı” korkusu, ne “sevap” arzusu, ne “günah” endişesi…

Benliğimize çoktandır menfaat, ihtiras ve öfke hükmediyor!

Bu tablo bize Batı’nın armağanıdır! Yoksa, Devr-i Saadet’i en iyi şekilde kendi çağına yansıtan Selçuklu-Osmanlı terkibinde, böylesine yıkıcı olumsuzluklar yaşanmazdı.

Orada hoşgörüsüzlüğe, anlayışsızlığa, adaletsizliğe, çıkarcılığa, fırsatçılığa, horlamaya, zorlamaya yer yoktu…

Çünkü bu terkipte insan “kutsal varlık”tı ve “Her şey insan için”di… Kalb kırmak Kâbe yıkmak anlamına gelirdi. Bu anlayışı terk ettik edeli, “İnsan insanın kurdu” haline geldi…

Batı’lı “aydınlanmacı”lar (her konuda akla öncelik tanıyan düşünce sisteminin etkisi ile 18. Yüzyıl’da Avrupa’da bilimde ve felsefede büyük gelişmelerin olduğu döneme “Aydınlanma Çağı” deniyor), “Allah sadece insanın var ve yok olmasına karar verir” dediler, “bu ikisinin arasındaki bölgede, yani hayatın içinde (hâşâ) Allah’a yer yoktur, insan her şeye aklıyla karar verir!” (Deizm).

“Deist” (akılcı) eksende kurulan “Yeni dünya” insanının dizginleri boşaldı. kendini “yanlış”tan ve “günah”tan koruyan manevi bağlardan kurtuldu. “Kutsal” ile ilişkisi kalmadı. Doğal olarak Allah’la irtibatı koptu, ihtiraslar aklın önüne geçti ve “altta kalanın canı çıksın” (ya da “hayat mücadeledir”) mantığı, hayat düzenini altüst etti.

Sonuç olarak hem bencilleştik, hem de acımasızlaştık!

Sevgi, şefkat, merhamet, hamiyet gibi yüce duygularımız paslandı. O duyguların yerini daha fazla para kazanma, daha çok güçlenme, hükmetme ve sömürme düşüncesi aldı…

Kısacası “insan insanın kurdu” oldu, insanlığımızı kemirdi! Ezebildiğini eziyor, ezemediğine “bende” oluyor; kimi zaman eğilip bükülüyor, kimi zaman ezilip büzülüyor; gerektiğinde vahşileşip saldırıyor.

Denizleri öldürdük, gölleri ve ırmakları kuruttuk, ozon tabakasını bile deldik… Hiçbir tedbir almadan yüzyıllar boyu kurduğumuz fabrikalarla çevreyi, eğlence düşkünlüğümüzle (uyuşturucu dâhil) hayatı kirlettik!

Gelirimiz arttı belki, ama hiçbir kural tanımayan “kazanma” hırsımız, envai çeşit vahşeti de dâvet etti. Öylesine acımasız bir “yeni dünya” kurduk.

Ama hâlâ çok mutsuzuz.

Yavuz Bahadıroğlu

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: