Duygular, düşünceler, kişilik yapıları..

Duygularımızın düşüncelerimizi etkilemesi normaldir. Fakat bu etkilemenin olumlu (sağlıklı) ve olumsuz (sağlıksız) türleri vardır.

Biri bize haksızlık etmiş olabilir. Bu sebeple, onun daima aleyhinde bulunmak, her konuda ve meselede onu karalayıcı şeyler yapmak gibi bir düşünce tercihi içine girmişsek, doğru ve yararlı düşünceler üretmemiz imkânsızlaşır. Tersi de doğrudur, tuttuğumuz ve sevdiğimiz birinin yanlışlarını yok saymak hatta doğru gibi göstermek de düşünce hayatımızı karartır.

değişik duygular çocuk farklı yüzÖzeleştiri yapma basiretine sahip olsak bu durumlara düşmeyiz.

Ve hem daha derin hem daha kapsamlı ifadelendirmeyle, akl-ı selim ve kalb-i selim sahibi olanlar için böyle negatif haller söz konusu bile edilemez. Ama bu, kolay bir menzil değil.

Bir futbol ilgisi için bile ne hallere giriyoruz.

Bütün kanallar bir hafta öncesinden derbi heyecanı pompalamaya başladı. Sanki Türkiye’nin bir numaralı meselesi o derbiydi. Akıldan, basiretten bu kadar uzak bir ilgi ortamında futbol gelişir mi?

Daha şimdiden rövanş derbisinin duygusal tahrik yatırımları yapılmaya başlandı.

Siyasette de öyleyiz. Kendi duygularımız, kendi başımızın (aklımızın) belası oluyor.

Bir ihtimal veya iddia üzerinde düşünmek gerekince, bir siyasi eğilimdekiler bir örnek, öteki siyasi eğilimdekiler de başka bir örnek cevap üzerinde ittifak ediyor. Her birey kendi aklıyla düşünmüyor. Duygusunun gereğini yerine getiriyor ve böyle davranmasının gerekli olduğuna inanıyor. Böyle bir mantık şablonuna bağlı kalıyor. Buna düşünmek denir mi?

Peki, nedir aklı, “aklıselim” halinde değil de “aklısakîm” olarak kullanmanın sebebi?

Cevap tek kelimeliktir, “kişilik”.

Her şey kişilik yapısından kaynaklanıyor.

Burada da en büyük pay, doğduğumuzdan beri aldığımız aile-çevre-okul eğitimidir.

Düşünce-sevgi-sorumluluk eğitimi verdiniz mi, onun ortamını oluşturdunuz mu?

Biz hep öğretim’le yetindik. Öğretimi belli kalıplara oturtmayı da eğitim zannettik.

Rahmetli Özal’ın akıllı, tecrübeli, değerli kardeşleri vardı.

Semra Hanım, sosyal yönü olan, teşkilatçı, siyasete aday bir hanımefendiydi. Bu yakın çevre, Köşk’te Özal’ın sağlığıyla ilgili tedbirleri düşünecek akla da, o tedbirleri gerçekleştirecek güce de sahipti.

Öyle bir Köşk düzeni niçin kurulmadı?

Niçin düşünülemedi?

Demek ki insanın basireti bağlanıyor. Özal’ın Köşk’te oturduğu sürenin iki yılı, Anavatan iktidarının yaşandığı zamandı. En mükemmel bir Köşk düzeni kurmanın önünde hiçbir engel yoktu. Bir acil müdahale ünitesi bile teşkil edilebilirdi ve edilmeliydi.

Kıytırık bir ambulans var idiyse, yakın çevresi neredeydi?

Modern bir ambulans alınması düşünülmüş de alınamamış mı?

Bir akıl tutulması var” deniliyor. Evet var. Köşk’te oturan her zat, orada istediği düzeni kurma imkânına ve yetkisine sahiptir. Ülkeyi yönetmiş insan, kendi köşkünü yönetemez mi?

Doğrusu şu ki; bazı hususlar akla gelmemiş, lüzumlu görülmemiş.

Ben arkadaşı olsaydım, bana “parti kuracağım” deseydi; kendisine,

Abi, yeteri kadar hizmet ettin. Yeni yolculuklara çıkmaya sıhhatin elverişli değil. Benim gönlüm buna râzı olmaz.” cevabını verirdim.

Zaten öyle bir etkinlik potansiyeli de yoktu. Taksim’de bir Bosna mitingi düzenlemişti, 6-7 bin kişi ya vardı, ya yoktu.

Sevgi ve dostluk, doğruları söyleyerek yardımcı olma duyarlılığını gerektirir. Bizde böyle olmuyor. Severken yoruyoruz.

Orta Asya gezisine de çıkmamalıydı. Uyarmışlar, Semra Hanım, “Bütün hazırlıklar yapıldı artık.” demiş… Sevgilerimiz, aklıselim eşlik etmezse koruyucu olamıyor. Konuya bu açıdan da bakmak gerekir.

Ahmet Selim / Zaman

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: