Ecnebileri Taklit Ederken Benliğimizden Çok Şey Kaybettik

Evet! Bu millet 30 Agustos 1923 te maddi zafer kazanıldı ama, ne yazık ki iç ve dış düşmanların zorlaması ile 80 sene civarında dini yasaklar devam ederek milleti batılıları taklide çalışan bir devletin fertleri idi. Menderes dine karşı meyilli olduğunun ispatı Ezani Muhammedi yi a.s.mı serbest bırakması idi ama o meyil onun idamına sebep oldu. Turgut Üzal dahi nakillere göre zehirlenmiş. Başka sebep yok dine karşı meylinden ötürüdür. Evet Türkiye Batı Batı diyerek Batılılaşma sloganları ile o devirde o sloganla hayatını devam etti. Fakat ne yazık ki batılaşma fikri ile devam ederken, idarecilerimiz batının tekniğini değil sefahatini millete aldırdılar.

Bu inkâr edilmez ki, taklide çalıştığın kimselerin ahlakından, bir şeyler kapmışsındır amma,  bu ahlak kapma esnasında muhakkak ki, kendi ahlakından bir şeyler vermişsindir. İşte düne kadar frenkleri taklide kalkışan anne babadan doğan çocuklar da, anne baba yanında bacak bacak üstüne atıp sigara tüttürmeler gibi olumsuz halleri görmek mümkündür. Anne babalar, evlatlarında o hali görmek istemeseler de, ona alışmış bir hal alacaklar. Bize göre bunlar normal olmasa bile, onlar hayran oldukları ve alıştıkları o frengi hayatı normal karşılayıp hayatlarına öylece devam ederler. Ne kadar şükretsek azdır ki, bu idare gençlerin sağlam bir ahlak almaları için çalışıyor. İnşaAllah en kısa zamanda ona muvaffak olacaktır.

İşte ahlâk ve din terbiyesi alamayan anne babadan doğan bu çocuklar, ister kız ister erkek olsun, evlenme kararlarını de anne baba fikrine müracaat etme ihtiyacı duymadan, biri diğeri ile tanışıp karar verirler ve evlenirler. Ama çok acıdır ki, sokakta evlenen bu gençler, kısa zamanda biri diğeri ile kavga edip, yine  evlenmeyi sokakta bozup ayrıldıklarına  her gün şahit oluyoruz. Biz ilk önce bunlara karşı herhangi bir yardımda bulunma elimizden geliyor mu? Yoksa gelmiyor mu ona bakacağız? Eğer geliyorsa bir an önce onu yapmaya  gayret edeceğiz. Yok gelmiyorsa, Allah onlara akıl versin diyerek o kütü hallerinden  kurtulmaları için Allaha dua edeceğiz.

Her ne kadar Müslimanlar dini İslami yaşadıkları zaman, fen ve teknikte de ilerlemişler. Tıbbın babası olan İBNİ SİNAYI örnek olarak gösterebiliriz. Onunla beraber Bu gün Müslümanlar tahakküm altına kalıp fen ve tekniğe sahip çıkmış. Onunla beraber biz, batının fennini  almaya gayret edeceğiz. Madem ki fen, felsefe ve tekniğin hakim olduğu bir devirde yaşıyoruz, biz Müslümanlar yapıp ne yapıp tekniğe de sahip olmak için ciddi şekilde onlardan hisse almaya çalışmamız lazım. Evlatlarımızı fen bilgilerinden de nasiplendirmeye gayretli olacağız ki, ehl-i dalalete karşı mağlup düşmekten kurtulup el aleme karşı mahcup olmamaları için gayret edeceğiz. Fenni alırken de darağacı gibi önümüzde bizi bekleyen ölümü de unutmayıp Allahımıza karşı ibadetlerimizi de terk etmeyeceğiz.

Din terbiyesi almaya ihtiyaç duymayan benim bazı vatandaşım, ümitsizlikten kendini kurtarmak için:”Ben Müslüman değil miyim?  İbadet yapmıyorum ama kalbim temizdir. Filanın namaz kıldığına bakma sen, onun kalbi fesattır.”derler. Bu ve bu gibi laflarla, daha çok günahlara boğuluyorlar. Bu zavallılar, takındıkları bu tutarsız hâl ve hareketlerinden ne fayda bekliyorlar?

Halbuki onların bu gibi tutarsız lafları kendilerini aldatmaktan başka bir işe yaramaz. Din terbiyesinden uzak yalınız materyalist terbiye ile yetişen evlilerin bir numunesini, Profesör Sadi Eren Beyin âile hayatı ile ilgili bir kitabında şöyle anlatır: “Dikkat edin sakın yapmayın kısa  düşünen eşlerin yaptıkları gibi ki! Karı koca boşanmaya karar verip mahkemeye gitmişler. Hâkim onlara, aranızda ne var, diye sorunca, onlar: Anlaşamıyoruz. Neden? Hanım efendi demiş ki: Ben beyime diyorum; diş macununun tüpünü sıkarken, ortadan değil ucundan sık. O da benim sözümü dinlemeyip tutuyor ortadan sıkıyor. İşte bu sebepten  ayrılmaya karar verdik. Hakim onlara bu basit sebepten ayrılacağınıza, ikinize birer tüp macun alın, sonra ister baştan ister ortadan sıkın, iş buraya kadar gelmesin demiş. İşte gördünüz mü halimiz nereye kadar  varmış. Bununla beraber en acı taraf şu ki: İnsanlarımızın çoğu, bulunduğu olumsuz hayattan kurtulma çaresi arama yerine, mevcut hayata ayak uydurmaya kalkışıyor.

Dalalete saplanmış bazı zavallılar, Kur’an-ı Kerimi öğrenmeye giden çocuk ve büyüklerin yolunu kesip; “Niye manasını anlamadığınız kitabı okuyorsunuz?” diyorlar. Halbuki biz Kur’an-ı Kerimin dilinden anlamadığımız için, bize O’nu okumak ilim değil ibadettir. O halde O’nu okurken Allah’a karşı ibadetimizi yapacağız ve okuduğumuz Kur’anın her harfi için en az on sevap kazanmış olacağız. Hatta Kur’anı Kerimi okurken, Allaha muhatap olup Onunla konuştuğumuzu bilmeliyiz.

Ondan sonra yalnız onunla kalmayıp, şanı yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim vasıtasıyla bizden ne istediğini anlamak için de  Kur’ânın tefsirlerini okuyacağız. Bu zamanda o vazifeyi Risale-i Nur eserleri yapıyor. Onları okumak için çok gayretli olacağız. Önce kendimizi kurtarmamız için nefsimizi onları okumaya ikna edeceğiz. Sonra asrımıza bakan bir Kur’an tefsiri olan bu eserlerin okunduğu yerlere ders dinlemeye de gideceğiz ki, her iki hayatımız gülsün. Çünkü bu zamanda bu eserlere Müslümanlar şöyle dursun, hainler hariç, çok ecnebiler onlara hayran olup, onların  sayesinde çoğu kendi eski dinlerini bırakıp Müslüman oluyorlar. Ecnebiler ve yabancı Müslümanlar bu eserleri okuyup faydalanırken, memleketimizin mahsulü olan bu eserlerden biz Türk Müslümanlar daha fazla okuyup istifade etmemiz icap etmez mi?  Onları okuyup istifade edenler hem dinini tavizsiz yaşıyorlar, hem de dünya işlerini de ötekilerden daha iyi başarabiliyorlar.

Halbuki biz kendimize iyiyiz demekle iyi olamıyoruz. Ne zaman ki komşularımız bizim iyi işlerimizi görerek, bizim için bu adam iyidir derler. Esnaf ve tüccar isek, müşterilerimiz bizi methedip, bizim iyiliğimizden bahsederlerse. İşte o zaman iyi oluruz. Yine de onların bize iyi demeleri bizi gururlandırmasın, onların  övmeleri, bizim için iyilikte  daha fazla ileri gitmeye sebep olmalı. Allah’ımıza karşı hamd ile şükrümüzü artırmaya sebep olmalı. Çünkü İslam dini kuru bir teoriden ibaret değildir. Yani İslamiyet’i kafamıza göre yaşayamayız, belki dinin dört kaynağı özere kurulan hükümler üzere amel etmemiz icap ediyor.

1-Başta Allahın Kelamı olan Kur’ân-ı Kerim.

2- Peygamberimiz Aleyhissalatu vesselamın Hadis-i şerifleri.

3-İcma-ı ümmet ( Kur’an-ı Kerimde ve Hadisi Şeriflerde hükümleri net olmayıp İslam âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri görüşler ).

4-Kıyası Fukaha (Kur’an, Hadis ve icmada olmayıp fıkıh alimlerinin birleşerek kıyasla ortaya koydukla hükümler)

İşte İslam’ın bu dört ışığı altında yürüyüp onların emir ve yasaklarına boyun eğebilirsek Allah’ımıza itaat edip dinimizi yaşamış oluruz. O zaman bizim ümidimiz artacaktır. Bizim  iyi olmamızın en büyük alameti, dinin bu dört hükmüne uymaya çalışmamızdır.

Müslüman Allah’a inanıp, O’na daha iyi itaat etmek maksadıyla, ilim tahsil etmeli. Allah’ın varlığı hakkında, okuldaki öğretmenlerden değil, onların öğrettikleri fenni bilgilerden ders almalı. Bilmeli ki, bu zamanda kendini isyankâr olmaktan muhafaza edebilen kimse,  Müslüman’a düşen mühim vazifeyi yapmış olur. Çünkü Peygamberimiz a.s.m.: “ iki gününü eşit geçiren zarardadır” Diğer Hadis ile: “İlim Çinde dahi olsa gidin alın” Buyurmuşlar.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: